2007 yılıydı…
Uzun yıllardır İngiltere’de yaşayan bir müşterimizle, bizi ziyaretinde bir sohbetimiz olmuş, konu “İngiltere’de hakları en çok korunanlar listesi”ne gelince, çok ilginç bir sıralama yapmıştı.
Bu listede ilk sırada eşcinsellerin olduğunu, sonrasında ise sırayla; köpeklerin, kadınların ve erkeklerin olduğunu söylemiş, fıtratını korumuş erkek nüfusun zaten çok azaldığını iddia etmişti.
En ufak bir olayda medyanın ve kamuoyunun çok büyük tepkiler gösterdiği ve hakları en hassasiyetle korunanların olduğu bu listede yaşlıların alt sıralarda kaldığını belirtmişti.
Ayrıca yaşlıların çoğunun ve diğer yaş guruplarında da çok fazla insanın, yalnız yaşadığından bahsetmişti.
Ben de bu bilgilerin onun kişisel gözlemleri olduğunu ve araştırma verileri olmadığını düşünmüştüm.
Fakat sonraki yıllarda yaşlılarla ve yalnızlarla ilgili sorunlar ve rakamlar korkunç boyutlara ulaştığından olsa gerek 2018 yılında İngiltere’de YALNIZLIK BAKANLIĞI kurulmuştu.
O yıl hazırlanan raporda milyonlarca yalnızdan bahsediliyordu.
Rapordaki şu cümle dikkat çekiciydi: İngiltere'de 200 bine yakın yaşlı insan, aylar boyunca hiç kimseyle konuşmadan yaşıyor. (euronews)
Yine yaklaşık 15 yıl önce Fransa’da yayınlanan bir haber şöyleydi:
65 yaş üstü intiharların Avrupa ortalamasının iki katına çıkması Fransız hükümetini harekete geçirdi.
Bir yılda, 3 bin 232 (üç bin iki yüz otuz iki) yaşlının intihar etmesi üzerine hazırlanan yasa tasarısına göre; anne babalarını düzenli arayıp sormayan ve sağlık durumlarını takip etmeyen çocuklar hapis ve para cezasıyla karşı karşıya kalacaklar.
Eski yasalar ise yetişkin çocukların yaşlı anne ve babalarına bakmasını, gerekirse bir yargıcın karar verdiği miktarda harçlık vermesini öngörüyordu. Yani anne babası için bir çek yazması yeterliydi.
A. Ali Ural bu habere yer verdiği 2009 tarihli MAKYAJ YAPAN ÖLÜLER kitabında, haberin ardından şöyle bir yorum ekliyor:
- Yaşlılarını ölüme terk ettikleri yere “Maison de Retraite- Emekli Evi” diyen Fransızlar kendilerini zeki saymasınlar. Biz Türkler yaşlılarımızı ölüme terk edeceğimiz yere götürürken sesimizi sevimlileştirerek şu cümleyi söylüyoruz: “Anne seni huzurevine götürüyoruz.”
Araştırmalar ülkemizde de 65 yaş üzeri intihar vakalarında her yıl artış kaydedildiğini gösteriyor.
2018 yılında Çeşme’de kaldıkları otel odasında bir veda mektubu bırakıp denize atlayarak intihar eden zengin-yaşlı çiftin haberi yürek burkmuştu.
Kanada’da yaşayan çocuklarına veda mesajı attıkları ve gelen cevap mesajında; “Canlınız yetmedi, kendinizi öldürerek de ağzıma sı.ın. Nefret ediyorum ikinizden" yazıyor olması çok daha üzücüydü. (medyaege.com)
Dünyanın en büyük yazarları arasında gösterilen İtalyan yazar Dino Buzzati, 1958 yılında yazdığı İHTİYAR AVCILARI isimli fantastik öyküde, kırk yaşını aşmış insanların ihtiyar sayıldıkları ve gece geç saatlerde dışarıya çıktıklarında, yaşlılara karşı nefret dolu gençlerin organize saldırılarına maruz kaldıkları bir dönemi anlatır.
Bu öyle bir dönemdir ki torunlar dedelerine, evlatlar babalarına karşı karanlık duygular beslemektedirler. Bu nefreti besleyen dernekler, kulüpler, tarikatlar bile kurulmuştur.
Gece oldu mu, bu gençler ordusu özellikle varoşlarda zincirlerinden boşanmakta ve ihtiyar avına çıkmaktadırlar.
Sloganları “Yaş bir suçtur” olan bu gençler, sorunlarının sorumlusu olarak ihtiyarları görmekte ve şimdiye kadar aile büyüklerinin elinde olan egemenliği ele geçirmek istemektedirler.
Gazeteler, televizyon ve sinema onlardan yana çıkmakta ve egemenliği ele almaları için onları cesaretlendirmekte, övgüler düzmekte ve göklere çıkartmaktadırlar.
İhtiyarlar kendilerinin de ruhen genç olduklarını, onların sorunlarını çözmek için uğraştıklarını ve onların dertleri ile dertlendiklerini anlatmaya çalışmakta ve iş birliği teklif etmektedirler.
Fakat bu teklifler ihtiyarlara olan saldırıları azaltmaya yetmez. Çünkü Yaş bir suçtur.
8 sayfalık bir öykü bu.
Ben bu yazıya uygunluğu açısından çok kısaca yer verdim. Buzzati’nin COLOMBRE isimli kitabında yer alan bu sürükleyici ve sonu çarpıcı öykünün tamamını okumanızı tavsiye ediyorum.
Beyin üzerine araştırmalar yapan Prof. Dr. Sinan Canan, katıldığı bir sohbet programında beynimizin çalışma şekli ile ilgili çok ilginç bilgiler paylaşmıştı ve özelikle yaşlılık ile ilgili şu sözleri dikkatimi çekmişti:
“Yaşlılıkta, yeni bir şeyler öğrenebilme, hızlı işlem yapabilme kapasitesi zayıflarken, parça parça bilgileri birleştirip onlardan büyük anlamlar çıkartabilme ve doğruyu da yanlışı da daha net görebilme anlamındaki bilgelik artış gösteriyor.
Bizim kültürümüzde buna hikmet deniyor. Hikmet; doğru ile yanlışı birbirinden bilgece ayırabilmektir.
Dikkat ederseniz maçlarımızı hakemlere, sağlığımızı hekimlere, davalarımızı hakimlere teslim ediyoruz.
Bu üç kelime de hikmet kelimesinden türetilmiştir.
Bunların önüne gelen konuların nevi şahsına münhasır konular ve olaylar olması durumunda, bir kitapta yazmasa, geçmişte bir örneği olmasa da biz onlara karar verme yetkisi vermekteyiz.
O yüzden bu tür görevleri ifa edenlerin bilge olması gerekir. Bu bilgelik yaşanmışlıkla gelişiyor, sadece diploma ile olacak bir şey değil.
Beynin şöyle bir özelliği var: Siz yaşamı yüksek çözünürlükte yaşadıkça bilge bir yaşlılık geliyor.
Biz bugün dünyadaki gelişmiş toplumlar başta olmak üzere o yaşlıları bakım evlerine kapatıp her nesilde hayatı yeni baştan öğrenmek zorunda kalıyoruz.
Yaşlılarla beraber yaşayan toplumlar çok büyük avantajlar taşır.
“Yaşlılarınız olmasaydı musibetler üzerinize yağmur gibi yağardı.” uyarısını hatırlamak ve o bilgelikten istifade etmeyi unutmamak gerekiyor.” (Vapurda Çay Simit TRTHaber)
Sinan Canan’ın bahsettiği uyarının tamamı şu 'hadis'te yer alıyor:
“Eğer takva sahibi gençler, beli bükülmüş yaşlılar, süt emen çocuklar, yayılan hayvanlar olmasaydı, belalar sel gibi üstünüze dökülecekti.” (Taberani, el-Evsat, 7/134)
Gençlerin sanal alemde yaşaması için, yaşlıların sayılmaması, köpek sevmenin aşırı abartılarak çocuğun yerini alması için ve kadının kadın, erkeğin erkek, ekmeğin ekmek, etin et, balın bal olmaktan çıkması için gece-gündüz büyük bir azimle çalışanlar, sanki bir yerden şöyle bir talimat almışlar:
- Ne yapın edin, “doğal hayatı, insanca yaşamayı ve aile denen o kurumu” yerle bir edin!
Edin ki insanoğlunun üzerine felaketler sel gibi yağsın.
.
Hüseyin Burak Uçar, dikGAZETE.com