Bir pop şarkıcımız bir derginin “2022 yılının ikonu” ödülünü alırken, onun ünlü bir oyuncu olan eşi, kendisine uzatılan mikrofona yaptığı konuşmayı, herkesi çok duygulandıran şu cümle ile bitirir:
“Bizi bir araya getiren sonsuz olasılıklara teşekkür ediyorum”
Evrene mesaj gönderirken ne istediğimizi net ifade etmemiz, onun mutlaka duyulacağından ve karşılık verileceğinden şüphe etmememiz gerektiğine değinen ciddi bir sitede yer alan bir yazının sonunda şu hatırlatmada bulunuyorlar:
“İstediğiniz şey olduğunda, evrene teşekkür etmeyi unutmayın. Bunu atmosfere şükran dolu olumlu düşünceler göndererek yapabilirsiniz.”
Son 20 yılda “The Secret-Sır” ve onun gibi “sen istersen olur, evrene güven, ona inan, ondan iste” dayatması içeren onlarca, çok satan kitap yayınlandı. Ve buna “çekim yasası” gibi çekici bir isim bulundu. Oysa ne bu yasanın ne de her istediğini veren bir evrenin bilimde yeri yok.
Verdiğim bu örneklere daha yüzlercesini eklemem mümkün.
Dikkat edilmesi gereken konu ise bunların bilinçli yapıldığı ve bunların, çok iyi hazırlanmış projeler olduğu.
Ülkemizi ve genç potansiyelimizi bizden daha iyi bilen, araştıran, analiz eden, internet ile, sosyal medya ile ve dizi platformları ile gençlerimizi kıskıvrak yakalayan daha böyle birçok proje uygulanmakta.
Bu projeleri hazırlayanların amacının “gençleri inançsızlık ve cinsiyetsizlik batağına sürükleyip intihar aşamasına getirmek…” olduğu iddiaları hiç de yabana atılır gibi değil.
İşe, kültürümüzden ve inançlarımızdan gelen kavramların yerine, onların uygun gördüklerini koymakla başlıyorlar.
“Allah” cc dememek için ‘Doğa’, ‘Evren’, ’Olasılıklar’ gibi yaratılmış varlıkları öne sürüyorlar. Oysa “iyi diyelim iyi olsun” demek, olumlu düşünmek, hüsnü zanda bulunmak, kötülüğü çağırmamak, kırk kere söylemek, adak adamak, dilemek, dua etmek zaten bizim inancımızda ve geleneğimizde tavsiye edilen şeyler.
Araştırmalar, üniversite öğrencileri içinde, 21. yüzyılda hala bir yaratıcıya ve onun kitaplar ve peygamberler göndermiş olmasına ve üstelik melekleri olduğuna inanmayı “cahillik” olarak görenlerin sayısının her geçen gün arttığını gösteriyor.
İnsanın istediği şeyi “evrenin vermesine”, “doğanın kanun uygulamasına”, “olasılıkların oldurmasına” inanmak, çağdaş, entelektüel ve bilimsel olmaya bir engel teşkil etmiyor.
“İnançlı olmak” sanatta ve bilimde de negatif bir algıya neden oluyor.
Bu projeleri yönetenler, kendilerinin ürettiği terörü, katliamı, sapıklığı, çocuk tecavüzcülüğünü Aliya İzzetbegviç’in “güzel ve asil olan her şeyin diğer adı” dediği İslam ile yan yana göstermeye çalışıyorlar ve algı yönetimi ile, içimizden de destek ve alkış bulabiliyorlar.
...
Gezici Araştırma Merkezi, sonuçlarını 2020 yılının 6. ayında açıkladığı, Türkiye genelinde, 12 ilde, 15-20 yaş aralığındaki “Z Kuşağı”na yönelik yaptığı ankette, gençlerin yüzde 28.5’i inançsız olduğunu söyler.
KONDA'nın 2022'de yayımlanmış 2021 verilerine göre ise Türkiye'de inançsız ve ateist kişilerin toplam nüfusa oranı yüzde 7'dir. Bu veri 2011'deki yüzde 2 oranıyla karşılaştırıldığında büyük bir artış olarak nitelendirilmektedir. (vikipedi)
Bugüne gelindiğinde, inançsız gençlerin yüzde 28.5’lik oranı ve toplamdaki yüzde 7 daha da artmış olsa gerek. Deizm, Ateizm ve Agnostisizmdeki artış trendi devam ediyor çünkü. (Bütün karanlıkların aynı siyahtan (izm) dokunduğuna geçen haftaki yazımızda değinmiştik.)
Bu kavramlara kısaca değinmek gerekirse, deistler, bir yaratıcı olduğuna inanıyor fakat onun dışındaki hiçbir dini kavrama inanmıyor.
Ateistler bir yaratıcı olduğuna da inanmıyor.
Agnostikler, bir yaratıcının olduğu ya da olmadığı gibi bir konunun önemsizliğini ve bilinmezliğini savunuyorlar. Varlığının da yokluğunun da ispat edilemeyeceğini ileri sürüyorlar.
Yine gençlerle yapılan bir sokak röportajında özellikle inançsız gençlerin cevapları bir araya getirilmiş. Ateist ve agnostik olanlar deistlerden daha fazla.
Beni daha da üzen şu iki cevabı, affınıza sığınarak paylaşmak istiyorum:
-Ben pek dinlere inanmıyorum. Ateistim. Hatta Agnostik Ateistim. Umurumda değil, dinler peygamberler…
-Müslüman değilim ben. İmam hatip lisesi mezunuyum fakat ateistim.
Elbette bir genelleme yapmak doğru değil. Fakat neredeyse her üç gençten birisinin deist, ateist ya da agnostik olduğunu, bu oranın çok hızlı bir şekilde artmakta olduğunu ve bu çocukların çoğunlukla bizim gibi inançlı ailelerin çocukları olduğu gerçeğini kabul etmek zorundayız.
Üç gençten ikisi ile teselli bulursak, ‘diğeri’ için dertlenmezsek, bu konuda çözümler üretemezsek, güzel örnek olamazsak, farklı bir dil geliştiremezsek “bizi teselli edecek bir oran” da kalmayabilir.
Necip Fazıl Kısakürek, “Geçilmez” isimli o muhteşem şiirinde “Varlık niçin, yokluk niye, yaşamak ne?” sorularının cevabını bulamamış bir insanın, bu dünya sınavından “geçemeyeceğini” anlatıyor.
“Umurumda değil dinler peygamberler, ateistim, deistim, agnostiğim ben, varmış yokmuş umurumda değil” diyen bir gencin zamanla, ahlak, namus, yardımseverlik, evlenmek, çocuk sahibi olmak, anne ya da baba olmak ve cinsiyet kavramları da umurunda olmayabilir.
Onu seven bir anne ve babasının olması, bir vatanı, bir bayrağı olması, sömürülmesi, uyutulması, uyuşturulması, tüketim çılgınlığı için kullanılması da umurunda olmayabilir. Bunların hiçbiri olmasa da “yeryüzünde hayatı yaşanabilir kılan hiçbir şeyin olmadığını düşünecek aşamaya gelmesi” de mümkün. İşte o aşama tam bir “dipsiz kuyu”.
Diğer yandan günümüzün diline hakim olamayan biz yetişkinlerin klişe öğretim metotları ile gençlere anlatmayı da, onları anlamayı da başaramıyor oluşumuzla yüzleşmemiz gerekiyor.
Sadece dış mihrakları suçlamakla kalmamalı, dindar ailelerin, çocuklarını nasıl dinden ettikleri üzerine yapılan uzman yorumlarını da dikkate almalıyız.
Anlamak, anlatmak ve anlaşmak için acilen yeni bir dil geliştirmeliyiz.
Okullarımız, ailelerimiz, kamu kuruluşlarımız, sivil toplum örgütlerimiz ve diyanet mensuplarımızdan oluşan dev kadrolar bu konuya mutlaka ve en kısa zamanda el atmalı.
El atmışsa da bu eli, daha verimli hale getirmeli, daha çok, daha hızlı çalışmalı.
Gençlerimizin aleyhine çok başarılı “projeler” üretenlerin karşısına çok daha iyileri ile çıkmalıyız.
Uçaklarda “tehlike anında önce kendi oksijen maskenizi takın” uyarısı yapılıyor. Sonrasında çocuklarınızın maskesini takabilmeniz için bu uyarı çok önemli.
“Varlık niçin, yokluk nasıl, yaşamak ne?” sorusunun cevabı da bizim oksijen maskemiz aslında.
Çocuklarımıza, gençlerimize bir faydamız olması için, önce bizim bu cevaba ihtiyacımız var.
.
Hüseyin Burak Uçar, dikGAZETE.com