?>

Underground Türk casusu Erje Ayden’in ABD'de istihbarat faaliyetleri!

Ömür Çelikdönmez

5 yıl önce

Erje Ayden (Erce/Ercüment Aydıner) 1937’de İstanbul’da doğdu.  Kendisinden başka bir kardeşi daha vardı.

Bu anlatılan henüz yirmi yaşındayken sahte pasaportla apar-topar gittiği New York'tan; babası Hidayet Aydıner'in 12 Mart döneminde Adalet Bakanlığı’nı üstlenmesine rağmen-bir daha geri dönemeyen varlığını Türk milletine adamış bir fedainin hikayesi. 

Çektiği onca sıkıntıya rağmen, hayatını kolaylaştırmak için ABD vatandaşlığına geçmeyi de düşünmeyen sıra dışı bir Türk'ün hikayesi.

Hayatını denizcilik, dublörlük, ajanlık, mezarcılık, garsonluk, boyacılık, fedailik, marangozluk, tiyatroculuk ve sanat galerisi yöneticiliği gibi türlü işlerle sürdürmeyi tercih etmişti. 

Elit ailenin çocuğudur.

Kısa süreli Adalet Bakanlığı yapan, Demokrat Parti Konya Milletvekili ve 1960 ihtilali sonrası Kontenjan Senatörü Hidayet Aydıner ile 5. Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'ın kuzeni, Kazak bir ailenin kızı, Melek Murat'ın oğlu.

Babası milletvekili seçilmeden önce bir süre Asliye Hukuk Hakimliği yapmış, İstanbul Barosu’na kayıtlı ünlü bir avukattı.

Konya Taşkent’ten Adalet Bakanlığına…

Hidayet Aydıner, 1900 Konya, Hadim doğumlu. Ancak aile kökleri “Pirlerkondu”, yeni ismiyle Taşkent’e uzanıyor.

Hacı Helimzadelerden Hüseyin oğlu Abdulkadir ile Hacı Abdulbaki kızı Emine'den doğma. 

Taşkent, Hadim ilçesine bağlı idari birim olduğu için doğum yeri Hadim.

Taşkent, bucak olarak Hadim ilçesine bağlı iken 11 Ağustos 1988’de Konya’ya bağlı müstakil ilçe olmuştu. 

Erje Ayden’in en büyük amcası Dr. Hüsnü Aydıner Mason…

Dört erkek iki kız, altı kardeşler. Erje Ayden’in en büyük amcası, İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi 3. Dahiliye Kliniği’nin kurucu şefi Dr. Hüsnü Aydıner. 

1933 yılında Konya’da yayın hayatına başlayan, kurucuları; Dr. Ahmet İhsan, Dr. Asil Mukbil Atakam ve Dr. Şerif Korkut olan, Anadolu Kliniği dergisinde, Dr. Hüsnü Aydıner'in 'Had Anurialar ve Tedavileri' başlıklı bir makalesi yayınlanmıştı. 

3 Mayıs 1965 günü, İzmir Türk Ocağı’nda Dr. Hüsnü Aydıner “Şeker Hastalıkları” konulu bir bilgilendirme toplantısında konuşmuştu. 

Dr. Hüsnü Aydıner'in İstanbul Tepebaşı Büyük Mason Mahfili Derneği'nin yayınladığı Mason Dergisi’nde "Zerdüşt, Zerdüştlük ve Büyük Dinlere Etkisi" başlıklı makalesi mevcut.

Dergide yazanların hepsinin loca mensubu olması kuralına göre Hüsnü Aydıner'in de Mason olduğu anlaşılıyor.

Ayrıca 1966'da İzmir'de yayınlanan "Hayatın Menşei" yine aynı yıl Sağlık Bakanlığı yayınları arasında çıkan "Tarım Mücadelesinde İlaçla Zehirlenme" isimli  kitapları vardır.

Erje Ayden’in kendisinden bir yaş büyük diğer amcası Taşkent-1936 doğumlu, M. Suphi Aydıner, İTÜ mezunu Yüksek Mühendis Mimar ve sanayici. 20 Kasım 2002’de ölüyor.

Babası eski Adalet Bakanı Hidayet Aydıner, İstanbul Hukuk Fakültesi`ni bitirdi. 1950 yılına kadar siyasetle uğraşmadı.

Ancak, 1950’de hemşerilerinin ısrarıyla DP’den aday oldu ve Milletvekili seçildi; 1954 seçimlerinde, yerel yoklamada ön sırada çıkınca Milletvekilliği ile bir kez daha tanıştı.

İlkeli, özgürlükçü ve donanımlı kişilik yapısı vardı, kimi uygulamalara karşı çıkıyor, benimsemiyordu. 

Örneğin Türk siyasetinin renkli kişilerinden Osman Bölükbaşı’nın memleketi Kırşehir, muhalefete oy verince ceza olarak “İl” statüsünden çıkarılarak İlçeye dönüştürüldü. Aydıner, hukuk dışı bu kararı protesto için oturumu terk etmişti.

31 Ekim 1961’de ve 07 Haziran 1966’da kontenjan senatörü oldu, seçim sürecinde 01 Ağustos 1969 - 03 Kasım 1969 arası Adalet Bakanlığı yaptı. 11 Kasım 1973'te öldü.

Annesinin babası Kazak…

Annesi Melek Murat'ın babası Kazak bir savaşçıydı.

Roma Katolik Kilisesi ile birlikte Polonyalı asillerin oluşturdukları ve Polonya’nın Rusya’dan bağımsızlığını savunan Bar Konfederasyonu’nda yaşayan Kozak (Kazaklar) , Osmanlı yönetimi tarafından finanse edilip desteklenmişti.

Bu asiller, 1768- 72 yıllarında Rusya’ya karşı savaşmışlardı. Fakat savaş, 1771 baharında, Rusya’nın başarısı ile sonuçlanmıştı.

Osmanlı'yı da yanlarına alarak Rus çarına isyan etmelerine rağmen yenildiler.

Bu mağlubiyet sonrası, beş bin kadar Kozak'ın Türkiye'ye göçerek, Bandırma ve Manyas civarına yerleştiği biliniyor.

Bunlardan bazıları 1960'lı yıllarda ya ABD'ye göçtü ya da Rusya'ya geri döndü.

ABD’li suç örgütlerinin yeraltı yapılanmasına sızan “Underground Akımı”nın öncüsü Türk casusu kimdi?

Gerçek adı Ercument Aydıner. ABD ve Türk edebiyat çevrelerinde “Erje Ayden” ismiyle tanınıyor. 55 yıl NewYork’ta yaşadı.

Çemberlitaş ve Baltalimanı’nda büyüdü.  Robert Kolej ve İstanbul Erkek Lisesi’nde öğrenim gördü. 

Önce okuduğu Robert Kolej'i, 1958 yılında da Türkiye'yi terk etti. Bir başka kaynakta ise Ayden'in  1956’da eğitim için New York’a gittiği belirtilir. 

Paris’te bir Türk Casusu…

Amerika’da kimliksiz ve pasaportsuz olarak yaşayan Erje Ayden, sıkı bir Fenerbahçeli’ydi.

Hayatını, yazdığı roman kahramanlarının Türk karekteriyle özdeşleştirerek, çok farklı söylentilerle karmaşık hale getirdi. 

Erje/Erce/Ercüment Ayden/Aydıner; 1959’dan 1984’e kadar Amerika Birleşik Devletleri’nde gizli olarak faaliyet gösteren bir NATO casusluk grubunda görev aldı. 

Casusluk yaşamını, Paris ve New York yılları olarak  tasnif etmek mümkün.

"Belirli bir Avrupa ülkesinin casusluk örgütünün mensubu olarak" Paris’te yaşamasına bakılırsa ilk görev yeri Fransa

Fransa tercihi boşuna değildi ve sonraki görev yeri Amerika için ön hazırlık devresiydi. 

Fransa, İkinci Dünya Savaşı sonrası birbirinden farklı sanat akımlarının beşiği gibiydi. 

Savaş sona erdiğinde insanların içinde yaşadıkları toplumsal ve kültürel koşullar, ülkeden ülkeye olduğu kadar, aynı ülke içinde de çok büyük farklılıklar gösterdi. 

Avrupa ve Fransa'da nüfusta hızlı artış yaşandı. Özellikle Fransa, sanat alanında büyük ölçüde sanatçıların rağbet ettiği ülke olmuştu.

1945’ten itibaren daha çok insan, yaşamını çeşitli sanat alanlarına adadı. 

Ancak savaş yıllarında büyük ölçüde tahrip olan Avrupa ülkelerinde sanatın finansmanı çok da kolay değildi. 

İkinci Dünya Savaşı’ndan önce sanatın merkezi Fransa iken, savaştan sonra yavaş yavaş, sanatın merkezi Amerika’ya kaymaya başladı.

Bunu en iyi gözlemleyenlerden biri de tabii ki Ercument Aydıner'di.

Fransa'daki havayı teneffüs eden diğer Türk İstihbaratçılarla durum değerlendirmesinde, sosyolojik istihbaratın geleceğinde Amerika’nın daha önemli olacağı gündeme gelmişti. İki kutuplu dünyanın yeni süper gücüydü ABD

Bir başka gelişme de Türkiye'de gerçekleşen askeri darbeydi. 

Ercüment'i Fransa'ya gönderen İstanbul'daki merkez, yeni rotasını Amerika olarak belirleyince, o da 1960'ta hayatını değiştirmeye ve tamamen farklı bir şey yapmaya karar verdi. New York'a taşındı ve yazar oldu.

Bilgi kirliliği bu konuda had safhada.

Fransa'da Fransızların hiç ajanı kalmamış gibi Fransız istihbaratına çalıştığı iddia ediliyor ki bana kalırsa deli saçması. 

Ayden'in bir dönem Rus istihbaratına çalıştığı söylentilerini de işin içine katarsanız yapılmak istenen şeyin onunla ilgili bilgileri perdelemek olduğu anlaşılıyor.

ABD'yi sallayan Beat Kuşağı'nın önemli bir ismi Erje Ayden, sıradan bir casus ve yazar görülse de kendisi tanıyanlar “dost canlısı, ağzı sıkı bir adam” olduğunda hemfikir. 

Aynı dönemde hayatını kazanmak için tuğlacılık, garsonluk, boyacılık, fedailik, marangozluk ve sanat galeri yöneticiliği gibi işlerde çalıştı.

Hatta Detroit’te bir Rus ajanının peşinde olduğu dönemde mezar kazıcılığı bile yaptı.

"Unutamadığınız bir casusluk anınız var mı?” diye soran gazeteciyi, “Ben bunları hayatta karıma bile anlatmadım!” diye fırçalamasıyla tanınıyor. 

Ne de olsa ağzı sıkı diye boşuna dememiş dostları. 

Ona boşuna “Underground Türk Casusu” denilmiyor…

1970 yılında Milliyet Gazetesi'nde yayınlanan bir haberde Erje Ayden'in Amerika'da seks dergisi çıkardığı ve askerlikle ilgili olarak babasından yardım istediği önü sürüldü. 

İddiaya göre haberi yazdıran kişi, oğlu ile arası bozuk olan baba Hidayet Aydıner'di. Daha sonra askerliğini yapmadığı için Türk vatandaşlığından çıkarılmıştı.

Seks dergisi çıkardığı doğruydu. Zaten sıra dışı Amerikalıların cinsel eğilimlerine göre takıldığı eğlence merkezlerinde onu görmek mümkündü.  Orada işi neydi? Görünürde gönlünü eğlendiriyor, roman kahramanlarının izini sürüyordu. 

Ama oralarda tanıdığı isimler üzerinden en umulmadık birimlerin  faaliyetlerini öğreniyordu. Ülkenin önde gelen yazar, şair, eleştirmen, tiyatro ve sinema yıldızlarıyla dostluklar kurdu.

Hatırlıyor musunuz?

Cinsel taciz suçundan sabıkası bulunan ve seks amaçlı insan kaçakçılığı suçlamasıyla tutuklanan ABD'li milyarder işadamı Jeffrey Epstein, kendini asarak hücresinde 'intihar etmişti. 

Sadece Amerikalı değil Avrupalı ve hatta Körfez ülkelerinin şeyhleri ile yakın bağlantıları ortaya çıkmıştı.

İşte Underground Türk Casusu Erje Ayden’in çalışmalarıyla, Türk istihbarat birimleri Amerikan toplumunu sarsan  bu tür skandalları çok önceden biliyor, Türkiye’nin lehine, çıkarları doğrultusunda kullanabiliyor. 

Erje Ayden’in “Goldberg Paşa” romanını biliyor musunuz? 

Annesinin babası yani Kazak Savaşçı dedesinin hayat hikâyesinden esinlenen, biraz da Özbek CIA ajanı Ruzi Nazar’a benzetilen “Goldberg Paşa”, karma bir karakterdir. 

Ancak babası Hidayet Aydıner’in doğum yerinin Konya, Taşkent olduğunu göz önünde bulundurursak, Goldberg Paşa’nın Taşkent’i ile babasının Taşkent’i arasında coğrafi-kültürel-tarihi bir bağ olduğu kesindir.

Yazarın gerçek hayattan kesintiler aktardığı romanın olay örgüsünde gerçek kahramanların yaşadıkları zaman birimiyle oynadığı görülür. 

Hayata, Özbek Yahudisi olarak gözlerini açan Goldberg, Anadolu’ya geldiğinde Fikret ismini kullanır.

Annesinin ısrarı üzerine Anadolu'ya geçip “Albay Fikret” adıyla Milli Mücadele'ye katıldığında ilk kez altın için değil, bir ideal için çarpışır. 

Sakarya Meydan Muharebesi'nin ardından Mustafa Kemal'in hayır duasını da alarak kardeşinin yanına New York'a yerleşir, zengin olur. 

Evlenir, çoluk cocuğa karışır. Ne var ki David Goldberg, mutluğu  ilerleyen yaşında dansçı sevgili Marion Bloom'da bulur.  

Roman kahramanı için General Goldberg, Goldberg Paşa, Davut Han, Şeyh Davut, David Goldberg isimleri kullanılır. GoldbergAltın dağ-Taşkent” anlamına gelir. 

Goldberg Paşa, 1881 yılında Rusya'da Yahudi bir doktorun oğlu olarak doğar. On altı yaşında Rusça, Türkçe, Almanca ve Fransızca'yı anadili gibi konuşabiliyor, Çince, Farsça ve İngilizce'yi de derdini anlatacak kadar biliyor. 

İlk gençlik yıllarını Özbekistan'ın başkenti Taşkent'te geçirir, paralı askerlik yaparken Goldberg Paşa'lığa yükselmiş, annesinin isteği üzerine Milli Mücadele'ye katılmış, Mustafa Kemal'le harp sohbetleri yapmıştır. 

Savaş sonunda gittiği Amerika'da zengin olmuş, yüreği tutkulu aşklarla çarpmış, sevmiş, sevilmiş ve nihayet 1972'de dünyaya veda etmiş bir adamdır. 

'Goldberg Paşa'nın hikâyesi 17 Mayıs 1999'da, Rusty Nails'in New York'taki dairesinde başlıyor.

Yakınları, 1972'de doksan bir yaşında vefat eden David Goldberg'in-vasiyeti üzerine gizli kalmış mezarının yerini öğrenmek ve yıllar sonra, TBMM'nin gecikmiş kararıyla verilen İstiklâl Madalyası’nı hiç değilse mezarına koymak niyetindeler.

İş Rusty Nails'e verilir.

Rusty, ip uçları bulabilmek umuduyla David Goldberg'in günlüğünü okumaya başlayacak ve günlükteki her sayfa, onu kendi yaşamı üzerine düşünmeye zorlayacaktır.

Yaşamının sıradanlığıyla Paşa'nın masalımsı maceraları arasındaki tezat onu gençlik yıllarının sisli anılarına, iş hayatının dişlilerinde öğütülmüş hayatına, bilerek ya da bilmeyerek yitirdiklerine götürmüştür. 

İşte o yitip giden Ercüment Aydıner'den başkası değildir. 

Amerikan underground (yeraltı edebiyatı) akımının etkin yazarlarından…

Robert Kolej ve İstanbul Erkek Lisesi’nde öğrenim gördüğü yıllarda Türk Edebiyatı’nda Orhan Veli dışında Yahya Kemal ve Cahit Sıtkı’nın  takipçisiydi.

Bizzat kendisi “Beni gençliğimde edebiyatla tanıştıranlar Sait Faik ve Orhan Veli'dir. Onlar çıkış noktam olmuşlardır" demişti.

En sevdiği romancılar Kemal Tahir ve Scott Fitzgerald, en beğendiği şairlerse Sait Faik ve Pirandello’ydu.

Paris'te stajı bitince 1960’ta yazmaya başladı. Onun görevi kültür/sanat/edebiyat etkinlikleri üzerinden Amerika'nın sosyal kodlarını çözmek, ABD gizli servislerine nüfuz etmekti. 

Kısa öykülerinden oluşan ilk kitabı “Balinalar Limanı”nı 1963’te yayımladı. 

Erje Ayden, ilk romanı “The Harbor of Whales”ı (Balinalar Limanı) bastıracak yayıncı bulamayınca arkadaşlarının yardımıyla kendisi yayınlamış.

Aynı yıl ressam Willem De Kooning’in maddi destek sağladığı bir deneysel tiyatroya da sahipti. Eleştirmenlere göre; “Sokak İngilizcesi”yle yazıyordu ama sürükleyici bir üslubu vardı.

İlk romanı “The Crazy Green of Second Avenue” (İkinci Cadde’nin Çılgın Yeşili) 1965’te yayımlandı.

Sadece 500 adet basılan romanın masrafları, yazarın arkadaşları tarafından karşılandı ve basıldığının ikinci haftasında tükendi.

1965’te yayınladığı romanı “The Crazy Green of Second Avenue” ile “Undergraund Edebiyatı”nın efsanevi isimleri arasına katıldı. 

1972’de yayınladığı romanı Sadness at Leaving, Hollywood’da filme çekiliyor.

Yirminin üzerinde roman, öykü ve oyunu bulunan ve A.B.D. pasaportu taşımayan Erje Ayden’in Türkçe’ye çevrilen romanları;

Ayrılık Acısı (Doğan Kitap 2001), Erje Ayden Efsanesi (Piramid Yayıncılık 2001), İkinci Cadde’nin Çılgın Yeşili (Piramid Yayıncılık 2001), Hauptbahnhof’dan Bir Trene Bindim (Piramid Yayıncılık 2002). Goldberg Paşa, Sweetmilk Üçlemesi (Sel Yayıncılık 2005).

Amerika’daki ilk yıllarında Ayden, Michael Goldberg, Alan d’Arcangelo gibi ressamlarla ve Frank O’Hara, John Ashbery gibi şairlerle arkadaşlık kurdu. 

Cedar Tavern'da Seymour Krim, Willem de Kooning ve başka yazarlarla arkadaşlık etti.

Patricia Brownell’le Evliliği…

1969’da edebiyat mezunu eşi Patricia Brownell’le evlendi. Çiftin evlilikleri 1975’e kadar sürdü.

Yeni Zelanda, Plymounth bölgesinden İngiliz püritenlerden Brownist inançlı bir ailenin kızıydı.

Püritenliği farklı yorumlayan John Brown ve giysilerinde genellikle kahverenginin farklı tonlarını tercih ettikleri için Brownish olarak adlandırılmışlar.

İkinci evliliği…

1983 yazında çok ağır bir araba kazası geçirdi ve bir ay komada kaldı.

İyileştikten sonra tekrar yazmaya başladı. 1985’te moda tasarımcısı Elisabeth Holm’la nikâh masasına oturdu ve ölünceye kadar da onunla evli kaldı.

Evlendikten sonra tekrar üretken hale gelen yazar bu dönemde 20 kitap daha yazdı.

1989’da “August and the City” (Ağustos ve Şehir) adlı bir oyunla tiyatroya dönen yazara eşi de maddi destek verdi.

1999’da “Sadness at Leaving” (Ayrılık Acısı) adlı casusluk romanının haklarını beyazperdeye uyarlanmak üzere Warner Bros’a sattı.

Bu dönemde yaratıcılığı en üst düzeye çıkan Aydıner, eleştirmenlerce en iyi kitapları olarak nitelendirilen “A Breakable Bird” (Kırılgan Kuş), “The Summer of Our Discotek” (Diskomuzun Yazı), “Sadness at Leaving” (Ayrılık Acısı) ve “The People of Imprisoned City” (Tutsak Şehrin İnsanları) adlı romanlarını kaleme aldı.

Bu yıllarda eserlerini yayımlayan yayınevinin de ortağıydı ve Orhan Veli Kanık ve Melih Cevdet Anday gibi ünlü Türk yazarlarının eserlerini İngilizce olarak yayımladı.

Erje Ayden, polisiye romanlarıyla büyük bir okur kitlesine ulaştı.

Arkasından çıkardığı ikinci kitabı “The Crazy Green of Second Avenue” (İkinci Çaddenin Çılgın Yeşili) 100 binin üzerinde bir satış elde edince adını duyurmuş. Ardından gelen iki kitabı; “Confessions of a Nowaday Child” (Bu Çağ Çocuğunun İtirafları) ve “From Hauptbahnhof I Took a Train” (Hauptbahnhof'tan Trene Bindim) onu kendi çapında bir efsane yapmış. Hemen ardından da zaten kendi efsanesini “The Legend of Erje Ayden”i (Erje Ayden Efsanesi) yayınlamış.

Son Yılları…

Kısa vadeli ve riskli işlerde çalıştığından ABD sosyal güvenlik sisteminden yararlanamıyordu, emekli değildi. 

Bir sosyal güvencesi ve emekli maaşı da yoktu.

Ömrünün son on beş yılını, maddi  imkansızlıklarla savaşarak geçirdi. Ayden, 1980 yazında alkolizmle mücadele etti. 

2007’den itibaren, ölümcül hastalıklarla tanıştı. Parkinson hastalığına yakalandı. Önce yürüyemez oldu, sesi kısıldı.

Türk doğdu, Türk öldü!..

1970'de Türk vatandaşlığından çıkarıldığında, yakın dostlarına şöyle diyordu;

"Türk hükümetinin benim Türk vatandaşlığımı iptal ettiğini şimdi işittim. Bu, kendilerinin hakkı olsa gerek. 

Ama Türklük daha başka bir şeydir. Türklük, bir gömlek ya da bir çift çorap gibi verilip geri alınamaz. 

Türk hüviyetim, benim doğuştan hakkımdır; bu tabii hak ebediyen bende kalacaktır."?

Erje Ayden (Erce Aydıner), 10 Ekim gece yarısında New York’ta öldü.

.

Ömür Çelikdönmez, dikGAZETE.com

Twitter'da bizi takip edin: @oc32oc39 , @dikgazete

YAZARIN DİĞER YAZILARI