?>

Uğultu

Yavuz Yıldırım

8 yıl önce

Sesin sese karışmasından doğan sessizlik, sesin sesi yeme hali, kelimenin artık bir anlam ifade etme yetersizliği; görüntünün galebe çalması yahut korodaki seslerin fark edilememesi ile tamamlanan ahenk.

Harmoni.

Asimetrik farksızlaşma.

Yaşam işareti verememek.

Ve dinginlik. 

Ödünç kimliği sahiplenme, canlandırılan rolle bütünleşme.

Sisin yoğunlaşıp görüş mesafesini kısıtlamasıyla başlayan körlükte, uzaktan bildik bir sesin çağırışı, yönlendirici gücü.

Tanıdık sese güven, sahibinin sesi olduğu süre zarfında anlamlıdır.

Ses ayırt edilir.

Korodan yükselen tanıdık, bildik ses diğerleriyle bütünleştiğinde, sahibinin sesi olmaktan uzaklaşır, uğultunun bir parçası olur. Korodaki bildik sesi fark edebilme becerisi; kendi kulaklarımızdan önce, o sesin kendine has özelliği (otantik) sayesinde gerçekleşir.   

Yunanca bir kelime olan logo, hem konuşmak hem de düşünmek anlamındadır. Düşünmek mi önce gelir, konuşmak mı? Bunu ayırt etmek zordur; düşündüklerimizi mi konuşuruz, konuştuklarımızı mı düşünürüz? Biri birinden bağımsız olmayan bu anlayış, konuştuğumuz için mi inanırız, inandığımız için mi düşünürüz; sarmalına götürür.

Sesin sesi yediği bir ortamda, nötrleşme hâkimiyet kurar; ne ses kalır ne düşünce.

Kriz dönemlerinin belirginliklerinden biridir kutuplaşmak; entelektüel derinliğin yerini alan sığlık, sağlıklı düşünmeye fırsat vermez.

Politik bir elitin güdümüne giren entelektüelin entelektüelliği tartışmalı olduğu kadar, onu buna zorlayan sebeplerin gerekçeleri de tartışılabilir.

Fakat, elitist politikacının bağımlılığına giren bir aydının tartışılabilecek çok yanı kalmamıştır fikri noktasında birleşmek mümkün olur. Ona karşı durmak veya aynı minvalde yol almak farklılığı belirlemez.

Entelektüel kimliği belirleyen, kişinin kendine özgü fikir dünyası ve onun çeşitli veçhilelerle yansımalarıdır.

Başkalarının belirlediği gündeme pozitif/negatif argümanlar üretmeyi, entelektüel olmaktan ayrı, sahip olunan bilginin değerlendirilmesi olarak tanımlamak, daha doğru yaklaşımdır.

Bilgiye sahip olmanın zor olduğu dönemlerde, bilgin ve entelektüel ayrımına gerek duyulmamıştı. Evinde bir ansiklopedi bulunduran kişi, hem aydın hem entelektüel sayılırdı.

Bu durumun oldukça hafife alınması, -ki bunlar arasında Habermas da yer alır- ne doğru ne de adil yaklaşımdır. Çevresinde aydın olarak kabul edilen bu şahıslar, gerçekten aydınlatıcı görev üstlenmiş kişilerdir.

Her şeyden önce, okumuş oldukları bilgilerin mütevazı oluşu, kabul görmüş bilginlerin tanımlarıyla sınırlandırılması, kuşkusuz konu hakkında derinleşmeye engeldi.

İşte tam bu noktada devreye giren kendi zihinsel çalışmaları, eksik ve yetersizliği aşarak kavrama ve dolayısı ile fikir-düşünce oluşturabilme erginliğine kavuşabiliyordu. Anladıklarını çevrelerine anlatabilme becerisi, kendiliğinden otomatikleşen rutin hikâye anlatımını aşan, şuurlaşma prosedür. Günümüzün aksine, okunanların anlaşılabilmesi önkoşulu çerçevesinde gelişen kavrayış ve hatta düşünceyi daha sonraki merhaleye taşıyabilme emeği içerir.

Politikacıların, toplumu iki ayrı kampa ayırmayı başarabilme gücü, hiç kuşkusuz kendini aydın olarak sunan fikir (!) dünyamızın kabul edilmiş şahsiyetlerinin verimlilikleri ve katkılarıyla doğru orantılı gelişmiştir. Birinin kara dediğine, diğerinin beyaz demesinden başka düşünce derinliklerinden bizi mahrum bırakan fikir önderlerimize sitemde bulunma cüreti gösterebilir miyiz? Hiç olmazsa kirli beyaz rengi yok mu?

Beyazın leke alması, yahut siyahın solmasını argümanlaştırma marifetini sergileyen bu şahsiyetler, açtıkları çukurcuklarla vatandaşların dikkatlerini dağıtma gayretinde bayağılaştıkça, hitap edilen kesimin de onları taklit etmesi, kendilerine benzemesi kaçınılmaz oluyor. 

Dikkatlerin dağıtılmasının amacı, manipülatif bilgilerin aktarılması için zemin hazırlamaktır. Dikkatlerin dağıtılması, yüklenen gereksiz bilgilerin yoğunluğu ile mümkün olur. Artık önemsenen, taviz verilmeyen doğrular ya da değerler anlam yitirmeye başlar, savunmasız kalır, düşünce melekeleri açılan çukurlara gömülür.

Daha tehlikelisi, aydın olarak tanımlanan, yol göstericiler ve fikir önderlerinin kendi açtıkları çukurlarda boğulmalarıdır.

Seçmiş oldukları safta, -işlevleri gereği- kendi fikri oluşumuna argüman üretmekle meşgul, karşıt görüşlere hiçbir şekilde şans tanımayan bu erbap, sürdürülen fikir savaşlarında(!) vatandaşların kanaat oluşturmasına katkıda bulunmaya, hatta belirleyen güç olma iddiasında.

Kendilerini entelektüel sınıfında gören bu insanların, entelektüel değer yüklemedikleri politik şahsiyetlerin güdümüne girerek onların borazanlarını çalmaları, kendileri hakkında oldukça açıklayıcıdır.

Fasit daireden kendini kurtaramayan, düştüğü çukurdan çıkabilecek fikir geliştiremeyen, kendini besleyecek düşüncelere de mesafe alan bu insanların büyük zaaflarından biri de; çevresine ve kendisine yabancılaşması, uzaklaşmasıdır.

Farkına varamamak, hem düşünme melekesinin iflası hem de kendisinin sıradanlaşmasına neden olur. Genel düşünüşün ağına düşer, zaman ilerledikçe savunduğu fikirlere kendisi de inanır.

Sokrates diyalogu (Zenon diyalektiği) olarak tanımlanabilecek bu bataklıkta boğuşan fikir adamlarının, Heraklit’in diyalektiğinden uzaklaşmaları; ne pahasına olursa olsun kendilerini haklı çıkarma mantığı üzerine kurulu olduğu için, sabit fikirliliğe sürüklenirler.  

Safını belirleyen kişi, rasyonel düşünüşe de hayır demek zorunda kalır; hâlbuki argümanlarını rasyonel kaynaklardan üretir ve geliştirir. Sürdürülen aporiler de facto; hükmeden güç odaklarının ayakta kalmasını, gerçek sorunların gözden kaçırılmasını sağlamaktır.

Halkın gerçek sorunlarını dile getirebilecek aydınların ortaya çıkması, politikacıları bu gerçeklikle yüzleştirmesi beklentilerimizi oluşturur. Aydınların görevi, politikacının söylemlerini halkın düşüncesiymiş gibi görmekten vazgeçmesi, kendi sesi olmasını sağlayacaktır. Vatandaşın mütevazi isteklerini destekleyerek, çeşitlendirerek politik bilinçlenmenin önünü açacak, kendi kendine de adil davranmış olacaktır.

Not: Rus uçağı düşürme bilmecesi, darbe girişiminden ayrı düşünülemeyeceği noktasında ipuçları verecek güçtedir. 

Bir sonraki tartışmamda inceleyeceğim konu: Gülen’in darbe girişiminde ne ölçüde parmağı var?  MİT’e kilit vurmak gerekir mi! Truva atı, Hakan Fidan mı?

Yavuz Yıldırım, dikGAZETE.com

YAZARIN DİĞER YAZILARI