?>

Üç günlük Tebriz (Tabriz) ziyareti

Ramazan Topraklı

12 ay önce

R.4-Şair Hagani Parkı ve bitişiğindeki kubbesi görünen Gök Mescid.

ÜÇ GÜNLÜK TEBRİZ (TABRİZ) ZİYARETİ 

22 Kasım Çarşambayı Perşembeye bağlayan gece, Sabiha Gökçen Hava Alanından Tebriz’e uçtuk. Otele indiğimizde Saat 05.00 sularıydı. Bu gezide nereleri görmek istediğimize kızım Doktor Şeymanur Sağlam karar verdi. Hanımım Hayriye Topraklı da dersine iyi çalışmış; görmemiz gerekli yerlerle ilgili epeyi bir bilgi toplamıştı. Gerekli harcamaları yapmak ve taksi ayarlama işi Doç. Dr. Fevzi Sağlam’a aitti. Bu gezide bizim neşe kaynağımız 9 yaşındaki torunum Zeynep Şifa ile üç buçuk yaşındaki torunum Ömer Tuna idi.

Zeynep Şifa’nın Kur’an Müzesi’nin ziyaretçi defterine “Burası en güzel müzelerden biri; çok güzel ve çok hoş. Buraya gelmemi sağlayan annem, babam, anneannem ve dedeme çok çok teşekkür ederim. (kalp işareti) 26.11.2023” diye bir yazı yazmış. Zeynep Şifa heyecandan olacak, adını yazmayı unutmuş ve günün tarihini de 25 yerine 26 yazmıştı.

Üç günlük ziyaretin ilk günü telefona kontör alma, para bozdurma, Tebriz Bazarı’nın bir bölümünü ziyaret, Namaz Meydanı, Saat Kulesi olan Belediye Binası önü, Azerbaycan Arkeoloji Müzesi önü, onun bitişiğindeki Şair Hağani Parkı, onun bitişiğindeki Gök Mescid, Tebriz Bazarı, Bazar içindeki Şazde kebap ve Tebriz oteli.

İkinci gün vitraylarıyla ünlü Behnam Evi (Müzesi), Kacar Müzesi, Şehriyar’ın mezarının bulunduğu Şairler Mezarlığı, bir çayhane, Tebriz Bazarı’nda alışveriş, otel, Kebapçı Hacıali, Asker Yahyazâde ailesini ziyaret ve otel.

Üçüncü gün El Gölü (Şah Gölü) Parkı, Yeni Cuma Mescidi ve bitişiğindeki Tebriz Kalesi, Kur’an Müzesi, Alevi Evi (Tebriz Canlı Saksı Müzesi), Tebriz Bazarı’nın bir girişinde bulunan Eski Cuma Mescidi (Hüccetü’l-İslam Camii) ziyaret ve otel. Son gün Pazar Saat 02.00 sularında Tebriz Havaalanına hareket ettik ve Saat 05.15’te de Sabiha Gökçen’e uçtuk.

Tebriz halkı hep Türk, Türkçe konuşuyorlar. Tebriz, Güney Azerbaycan’ın merkezi. Taksiler Türkçe ve Farsça şarkı-türkü çalıyorlar. Altın için “kızıl”, ön ve önce için kabak diyorlar. Bizde de “alnının kabağı” (alnının önü), alnının ortası diye bir deyim var. Alın öndedir ve “alnının kabağına bir vurursam” demekle ön anlamına gelen iki kelimeyle ifade güçlendiriliyor. Gelendost-Afşar ile Yenice arasındaki bir mevkinin adı “Ali Kabağı” olup, bu mevki Ali Yatırı önündedir.

Azerbaycan kabakta tek devletmiş, ama Kacarlar Ruslara mağlup olup, Kacar Hanedanı yıkılınca güney ve kuzey olmak üzere ikiye bölünmüş. Kuzey Azerbaycan’a Ruslar, Güney Azerbaycan’a ise İran hâkim olmuş. İran’da yeni yıl 21 Mart’ta başlıyor ve bizde 2023 olan yıl onlarda Şemsi 1402.

Çoğu Tebrizlinin, son zamanlarda tıpkı Türkiye gibi iki çocuğu oluyor. "Ne yapalım çok çocuğa bakacak hâlimiz yok" diyorlar. Kürtlerin orada da çok çocuğu oluyormuş. Eğer Kürtler, ABD’nin aklına uyup, ayrı devlet olma sevdası peşine düşmezlerse hem Türkiye’de hem İran’da gelecek onların.

Görünen köy kılavuz istemez. Orada da iş adamları Kürt, çalışanlar ise Türk. Türkler, geçen zaman içinde asimile ve Türkçenin yerini ise, yavaş yavaş Farsça ve İngilizce alacak gibi. Türkçe gittikten sonra Türklüğe de elveda. Nihai gidiş ise İngilizceye! O zaman Fars, Türk ve Kürt, festival eder artık (!)

“Zaten festival yapıyoruz” diyenleri duyar gibi oluyorum. Biz güneşte pişmiş çamur malzemeye kerpiç derken, onlar ateşte pişmiş çamur malzemeye kerpiç diyorlar ve kerpiç, yâni tuğla bütün yapılara hâkim vaziyette. Bütün eski yapılar, müzeler, camiler, medreseler, Tebriz Bazarı ve oteller, hepsi de kerpiç. Namık İsmail’in “Harman Tablosu” seyredilirken insanın içi ısındığı gibi, tuğla da, insana sıcak geliyor ve insanı ısıtıyor.

Belki de bu sebepten olacak, Tebriz Türkleri sıcak ve cana yakın insanlar. Prof. Faruk Sümer bunların Hamid (Isparta, Burdur), Teke (Antalya), Adana, Kırşehir ve Yozgat yörelerinden Şah İsmail’e giden Türkmenler olduğunu söyler.

Biraz sohbet ettiğin veya taksisine bindiğin bir Türk, hemen “konağım ol, konağım olun” teklifinde bulunuyor.

Tebriz’de dükkânlar, yemekhaneler ve Tebriz Bazarı saat dokuzdan önce açılmıyor. Taksisiyle bizi yemekhanelerin ve döviz bozanların bulunduğu yere götüren Muhsin adında bir Türk, bizi indirirken Ömer Tuna’ya -"seni aparam, sana kızım verem, seni saklasın!" diyordu. Aparam, götürem demek. Muhsin’in taksisi, çoğu takside olduğu gibi gazlı idi ve bagajı küçüktü. Bunun sebebi fakirlik.

Muhsin, yaşlı biri değil, ama ağzında diş kalmamış ve parasızlıktan yaptıramamış. Elimizde İran parası (tümen) olmadığı için TL verdik. O da bize, ben paradan anlamam, hesabı siz yapın diye birçok kağıt tümen verdi. Tabii biz de 1.00 TL, 1.70 Tümen hesabıyla hesaplayıp, kalan Tümenlerini iade ettik.

Birçok Tebrizlinin az veya çok Türkiye ile bir ilişkisi var. Ama bunlar umumiyetle varlıklılar. Eskiden Türk parası çok değerliydi; şimdi sizin para da bizim para gibi oldu diyorlar.

Asker Yahyazâde adında bir Türk, iki yıl çalışsam ve yemeyip içmesem, çocuğumun uçakla İstanbul’a gidiş parasını biriktiremem dedi. 52 yaşındaki Asker Bey bize bazı konularda rehberlik etti. Hanımının adı Fatıma. Ma’sume ve Zehra adlarında iki kızı ile Mehdi adında bir oğlu var. Kızları çok güzel Türkçe konuşuyorlar ve Türkiye’yi çok seviyorlar.

Cuma akşamı, yemekten sonra çay içmeye Asker Beyin evine gittik. Temiz, küçük ve halı döşenmiş bir ev. Halıyı Fatıma Hanım dokumuş. Büyük balkon için “hayat” diyorlar.

İstisnalar hariç, çoğu Tebrizli karnını zor doyuruyor olmalı. Türkiye de hızla oraya gidiyor. Buna rağmen Türk lirası İran parasından kıymetli ve biz, İran dışı yerleri pek gezemeyiz. Bir Dolar 30 TL ve 50 Tümen ediyor ve işin acı tarafı yerinde saymıyor.

Bir sene önce 18 TL olan Dolar, şimdi 30 TL. Bir sene sonra da 1 Tümen, 1 TL olursa hiç şaşmam. İran üzerinde hâlâ ABD ambargosu devam ediyor. Bunun üzerine İran da, üç marka yerli araba üretmiş. Tabii bunlar yüzde yüz yerli değil. Yerlilik oranı yüzde 50 ile yüzde 75 arasında değişiyormuş.

R.1-Bir medrese girişi.

R.2-Tebriz Belediyesi, Namaz Meydanı ve Saat Kulesi

R.3-Azerbaycan Arkeoloji Müzesi

R.4-Şair Hagani Parkı ve bitişiğindeki kubbesi görünen Gök Mescid.

R.5-Gök Mescid Girişi. Depremde çiniler dökülmüş.

R.6-Gök Mescid İçi.

R.7-Seccade ve secde taşı

R.8-Behnam Evi (Müze)

R.9-Kacar Müzesi-Ön.

R.10-Kacar Müzesi (Havuzlu Arka Bahçe)

R.11-Kacar Müzesi.

R.12-Kacar Müzesi (üzengi, balta,).

 

R.13-Şehriyar Mezarı ve Şairler Mezarlığı (Makbare el-Şara).

R.14- Biz ve Yahyazâdeler Şairler Mezarlığı’nda.

R.15-Şah veya El-Gölü.

R.16-Tebriz Kalesi.

 

R.17-Kur’an Müzesi (Dıştan görünüş).

R.18-Alevi Evi veya Tebriz Canlı Saksı Müzesi (CSM) ön görünüş.

R.19-Canlı Saksı Müzesi.

R.20-CSM vazolar.

R.21-CSM: İran’ın eski işareti aslan-güneş.

R.22-Asker Yahyazâde’nin evi: BHT, RT, ZŞS, Fevzi Sağlam, ÖTS, Asker, Zehra ve Fatıma Y.

R.23-Eski Cuma Mescidi (ECM) giriş kapısı

R.24-ECM (Eski Cuma Mescidi veya Hüccetü’l-İslâm Camii) içi.

R.25-Bazar: ECM girişi (BHT).

R.26-Bazar’da bir sokak ve halıcı.

R.27-Bazar’da bir baharatçı: Gül, limon ve sair kurular.

Perşembe

Perşembe sabahı Saat 08:00’a kadar otelin giriş salonunda oturduk. Saat 08.30’da Mehdi isimli bir taksiciyle Pazar’ın yanındaki bir yemekçiye geldik. Türkçe bir şarkı eşliğinde kahvaltı yaptık. Adam TL’yi 1.50’den hesapladı. Taha Günay’ın verdiği sim kartına kontör yükledik ve doğruca İran parası bozdurmaya gittik.

İyi Türkçe konuşan Cafer adında sakallı bir dövizcide 1 TL = 1.75 Tümen hesabıyla para bozdurduk. Tebriz Bazarı bitişiğindeki ağaçlı bir meydana girdik ve Ankara Üniversitesi mezunu Jeolog Cafer Şerifî ile tanıştım.

Cafer Bey (0098 9143013901), SDÜ’de görev yapan arkadaşı Prof. Dr. Enis Kemal Savlar’ın telefonunu verdi (0506 3369249). Bu mahalden bir kapıyla Kapalı Çarşı’ya giriliyor. Bu sokağın her iki tarafı sarraf dolu, ama esnaflar işyerlerini henüz yeni açıyorlardı.

Oradan itibaren yürüyerek, Namaz Meydanına geldik ve Belediye binası ve Saat Kulesinin resmini çektik. Oradan yürüyerek Azerbaycan Arkeoloji Müzesi’ne geldik, ama müzeye girmedik ve onun bitişiğindeki Hagani Parkına girdik.

Hagani Parkı rahat ve güzel bir yer. Hagani Parkının bitişiğinde ise ünlü Gök Mescid var. Epeyi bir yer dolaştıktan sonra Kapalı Çarşı’daki Şazde Kebap’a gittik. Buranın koyun boynu kebabı ve yoğurdu meşhur.

Tebriz Bazarı (Kapalı Çarşı)

Tebriz Kapalı Çarşısı dünyanın en büyük kapalı çarşısıymış. Birçok giriş kapısı olan, tuğla tonoz ve kemer tarzında yapılmış Bazar’ın toplam uzunluğu yedi km imiş. Çarşı her an çok kalabalık. Her iki yönde gelip giden insanlar yüzünden ağır ağır ilerleyebiliyorsun.

Umumiyetle yaşlı ve garip görünümlü insanlar ya Allah, ya Allah diyerek, dört tekerlekli arabalarla eşya taşıyorlar. Ya Allah, yol verin demek. Esnaflar bazı mallarını yolda sergiledikleri için yolu daraltmışlar. Bir halıcıya rastladım. Ispartalı olduğum için ister istemez ilgimi çekti.

İçeri girdim; envaı çeşit halı var. 1 x 1.5 m2 ebadındaki çözgü ve atkısı ibrişim olan turkuaz rengin ayrı bir güzellik kattığı ipek halıyı çok beğendim. Fiyatı 90 bin Tümen idi. Pazarlık ettim 85 bin Tümene indi. Bizim paramızla tam 50 bin TL ediyor. Gerçek alıcı olsam belki 80 bin Tümene inebilirdi.

Ertesi gün baharat almak için Kapalı Çarşıya tekrar gelecektik. Hardal, Kaşnaş (Kişniş veya Aş Otu), Salep, Safran, Tarçın, Sumak, Zencefil, Zerdeçal, Karabiber, kurutulmuş liman, kurutulmuş küçük incir ve bizim Antep Fıstığı dediğimiz fıstık aklımda kalan baharat ve sair isimler. Onlar, bizim siyah kuru üzüm için kişniş diyorlar.

Cuma

Otelden doğruca vitraylarıyla ünlü Behnam Evi’ni görmeye gittik, ama onarım işleri olduğu için kapalıydı. Oradan Kacar Müzesine geçtik.

Arkada ve önde (kabakta) havuzlu bahçeler var. Ön bahçe çok uzun. Kacar Hanedanı 1770’ler ile 1932 arasında hüküm süren bir Türkmen hanedanı. Bu konuda internette geniş malumat var. Kacar Müzesinden sonra Şairler kabristanına gittik.

Hagani, Şehriyar gibi otuzun üzerinde şairin büstleri var. Burada Asker Bey (52), eşi Fatıma (41), Ma’sume (20) ve Zehra (18) adlarında iki kızı ve Mehdi (8) adında bir oğluyla tanıştık. Kızlar küçükken hep Türk televizyonlarını seyrettikleri için güzel Türkçe konuşuyorlardı.

Oradan növbet şekerli çay içmek için bir kahveye gittik. Kahvenin arkası havuzlu bir bahçe ve bahçeye bakan yeni yapılmış bir otel var. Oradan sonra Asker Bey bizi taksisiyle Kapalı Çarşıda baharat satan Amir adlı bir tanıdığına götürdü. Oradan muhtelif baharatlar aldıktan sonra Asker Bey bizi otelimize bıraktı. Oradan Hacı Ali Kebap adlı bir lokantada akşam yemeğini yedik.

Bizim Adana Şiş dediğimiz yemek. İlk önce bizim pide dediğimiz ekmekle mor soğan getirdiler. Ben yemek gelmeden soğanı ekmekle yiyip bitirdim. Kebap, bir tabak tepeleme yağsız pirinç pilavı ile tereyağını ayrı getirdiler. Tereyağını pilava kendin katıyorsun.

Pilavlar aç doyuran cinsinden olduğu için tekrar gittiğimizde beş pilav yerine üç pilav aldık. Hacı Ali Kebap’ı herkese tavsiye ederim. Bir Hacı Ali Kebap daha varmış, ama orayı görmedik. Yemekten sonra Asker Yahyazâde Beyin evine çay içmeye gittik.

Yahyazâdeler, güzel ve tatlı insanlar. Mutfaklı salon, Isparta halısının 1,5 katı kadar kalınlığında, Fatıma Hanımın kendi dokuduğu bir halıyla kaplı. Tuvalete merdiven sahanlığından giriliyor. Üst katta yatak odaları ve hamam var. Alttaki iki katı kiraya vermişler. Merdivene (Nerdiban) onların “ferş” dedikleri yolluklar koymuşlar; onun için ayakkabılar bina girişinde çıkarılıyor.

Cumartesi

Cumartesi Sabah 08.00-0900 arasında otelde kahvaltımızı yaptıktan sonra, önce El Gölü (Şah Gölü) parkına gittik. Şah Gölü de Kacarlar’dan kalma bir sarayın çevresinde, dört köşe yapay bir göl; o günkü yürüyüşümü Tebrizlileri örnek aldım ve göl etrafında yaptım.

Gölün yakınında oturan varlıklı Tebrizliler burada yürüyüş yapıyor. Bir adam bir kaval çalıyordu. Bizim çocuklar adama biraz para vermişler ve o da “Leylim Ley” şarkısını çalıvermiş.

Burada iki adamla tanıştım. Yürüyüş veya gezinti yolunun kenarında bir heykel (büst) vardı ve açıklaması Farsça olduğu için birine sormak isterken Araş Beyle tanıştım.

Heykel, Tebriz’in ilk fotoğraf sanatçısının. Fotoğraf çekmeye 1932’de başlamış ve iki yıl önce de ölmüş. Araş’ın abisi Türkiye’de okumuş. Kendisi de diş hekimi olmuş. Askere gideceğim dedi. Burada askerlik iki yıl, galiba yeni 21 aya inmiş. İkinci tanıştığım Antropolog Muhammed Muradi. Kitapları varmış ve Tahran Üniversitesinde okutuluyormuş.

Yıllar önce Bursa ve birçok ilimizi ve Dünya’da da birçok yeri görmüş. Erbakan ile tanışmış. Aleviler; ne Şii, ne de Sünni’dir dedi. Bana Türk adı nereden geliyor diye sordu. Bilmiyorum deyince, Pekin’in (Pecin) yakınında Türk adında bir dağ vardı. O dağın eteğinde yaşayan bir topluluk vardı ki, bunlara bu dağdan ötürü Türk denilmiştir dedi.

Bana göre bunun tersi de doğru olabilir, yâni dağ ismini, eteğinde yaşayan Türk adlı topluluktan almış olabilir.

Şah Gölü’nden sonra Cuma Mescidine gittik ki, bu bizim görmek istediğimiz Cuma Mescidi değildi. Bu arada tevafuk olarak Tebriz kalesini görmüş olduk. Koca Tebriz kalesinden 15-20 m yüksekliğinde az bir duvar kalmış. Kale’nin yanında çok geniş bir alana inşa edilmiş ve o an için kapalı olan iki minareli yeni “Cuma Mescidi” var.

Buradan Kur’an Müzesi’ne gittik. Burada sergilenen Timurlenk zamanından kalma bir Kur’an ile “şahit gömleği” ilginçti. Şahit Gömleğini, mahkemede yalan söylememesi için şahitler giyermiş. Buradaki görevli tebessümle Murat (4. Murat) Tebriz’i yıktı dedi. 12 İmamdan birine ait bazı yazılar da sergileniyor.

Oradan Alevi Evi’ne gittik. Müze olarak kullanılan bu binada oturan son kişi bir Alevi olduğu için buraya Alevi Evi deniliyor. Buradan hatıra olarak birkaç çini eşya satın aldık. Bize rehberlik eden Süreyya hanımın dediğine göre Alevi Evi denilen yerin adı “Tebriz Canlı Saksı Müzesi”. Burada porselen eşyalar sergileniyor. Binanın alt katı atölye ve üretim yapılıyor. Vazo yapan Nahide hanımın mesleğine Sufalger deniyor. Tebriz Canlı Saksı Müzesi, şayet başına bir şey gelmediyse bizim “Yıldız Porselen’in”, çok küçük bir şubesi olabilir.

Buradan Tebriz Pazarı’nın (Kapalı Çarşı) bir girişinin yanında bulunan Hüccetü’l-İslâm Cuma Mescidine gittik. Burası çok büyük bir cami olup, Res.23 ve Res.24’de görüldüğü gibi kerpiç kemer ve tonozlarla yapılmış. Resimde görülen kısım caminin sadece bir bölümüdür. Pencereleri vitray ve cami basık olduğu için içerisi loş.

Oradan akşam yemeği için bir gün önce yemek yediğimiz kebapçı Hacı Ali’ye, oradan da otelimize geldik ve 09 sularında yattık. Çünkü Saat 02.00’de Havaalanına gitmek için Pazar Saat 01.30’da kalkmamız gerekiyordu. Uçağımız Saat 05.15’de havalandı; kaptan pilotun dediğine göre 2.5 saat sonra Sabiha Gökçen’e inecektik, ama evdeki hesap çarşıya uymadı ve 40 dakika gecikmeyle 08.25’de ancak inebildik. Çünkü İstanbul’da hava fırtınalı idi ve uçak birkaç defa İstanbul semalarında dolaştı. Çok kişi olayın farkına varmış; ecel terleri dökmüştük.

Sonuç

Tebriz, her bakımdan görülmeye değer bir yer. 6-7 Asırlık eserlere ev sahipliği yapıyor. İnsanları gibi Tebriz veya Tebriz gibi insanları sıcak, sıcakkanlı ve misafirperver.

Merhum Prof. Faruk Sümer’in dediğine göre bir zamanlar Anadolu’dan Şah’a (Şah İsmail) gitmiş olan Türkmenleri, Dünya gözüyle görmek, insanı duygulandırıyor.

Tebriz, şimdilik Türkiye’ye göre daha ucuz bir kent. Buradan giderken de eli boş gitmemeli. Tebriz’den çok, “evet veya tamam” yerine “ahan” diyen Tebrizli Türkler görülmeye değer.

.

Ramazan Topraklı, dikGAZETE.com

YAZARIN DİĞER YAZILARI