?>

Turnelerde milyonları götürdüm!.. Biiir…

Ulvi Alacakaptan

4 yıl önce

Şimdi yaşamımın yarısını gaflette, diğer yarısını hidayette geçirmiş 71 yaşında biriyim.

Hep göz önünde ve toplumcu eğilimde olduğumdan, övgülerin yanısıra sövgülere de muhatap oldum.

Acı olan, Müslüman ve veya öyle bildiklerimden gelen karalamalardı.

Pir Sultan Abdal’a selam olsun!

“İlla dostun gülü yareler bizi.”

Seslendiğimiz kitle; “MGV” çatısında toplandığından oyunlarımızın yüzde 90’ını onların organizasyonunda, geri kalanı da HAK-YOL, AKABE, RAHMET gibi vakıfların öncülüğünde oynadık.

Ne polis tehditleri ne sansür yıldırdı bizi.

Ancak “acaba anlaşmaya uyacaklar mı? Paramızı tam alacak mıyız!..” endişesi daha oyuna başlarken içimizi kemirirdi.

Anlaşmalardaki; ne “Oyun öncesi, ortası, sonrası konuşma yapılamaz! Böyle bir istekte bulunulamaz” maddesine, ne de “Önceden avans ödenir, kalan bakiye iki oyunlu gösterilerde ikinci oyun başlamadan, tek oyunlarda oyun arası ödenir; yoksa oyun olduğu yerde kesilir” şartını ciddiye aldılar.

Şimdi bir iki örnek vereceğim; sanmayın ki bu “hak yeme tutumları” bu örneklerle sınırlıdır.

Şehir adları vermeyeceğim…

Çünkü şovenizme varan hemşehriciliğin bönyargılarıyla uğraşamam.

Ankara’da bizi devamlı organize eden zat, “11 şehirlik bir turne” ayarlamış; ilk iki şehri geçtik…

Orta Anadolu’da 3’üncü şehirdeyiz.

İlk oyunu oynadık, bizim organizatör meydanda yok!

Aman-zaman yerli organizeden paramızı istiyoruz; oyalıyorlar.

İkinci oyuna başlamadan sahneye çıktım;

Sayın seyirciler, anlaşmamıza göre ücretimizin ödenmesi gerekiyor; bu şart yerine getirilmediğinde oyuna devam etmeme maddesi var sözleşmede. Ancak size olan saygımızdan oyunu oynayacağız” dedim ve başladık…

Habire kulise adam gönderiyorlar; “sözlerinizi geri alın!..” diye, ancak paramız gelmiyor.

Oyun bitti, salon boşaldı.

Paramız yine ödenmiyor.

Bizim organizatör kaçmış…

Yerel bey;

- Ben sana ne parası ödeyeceğim? Senin biletlerini ne hocalar, ne profosörler sattı!

- EEee?

Yapacak bir şey yok!

İstanbul’a döneceğiz…

Kiraladığımız midibüsün şöförüne durumu anlatıyorum…

Nuh diyor, Peygamber demiyor!

Oysa Nuh, Peygamber’dir.

- Ben anlamam; sizi İstanbula götürür arabayı kitler, anahtarı da size veririm; kalan bir hafta araba yatar… 12 gün yövmiyemi alırım.

Ben sıradan çıktım.

Yusuf Kara, bizle beraber; biraz ondan aldık biraz da kaset falan satıyoruz.

Oralardan denkleştirdik parayı, şöförü susturduk.

Oyunculara da “en kısa zamanda ödeme” sözü verdik.

Araba yükleniyor.

Zifir soğuk, berbatım, olay mahallinden uzaklaşmış, sigara içiyorum (30 yıl oldu bıraktım; yendim mereti).

Yanıma kalın paltolu, bembeyaz sakalı özenli düzeltilmiş bir bey yaklaştı.

Selamlaştık.

Muhterem!..” dedi;

“Ben şehir dışındaydım yeni geldim, olaya şahit oldum çok üzüldüm. Bizim yapabileceğimiz bir şey var mı?” derken elini, paltonun cüzdan cebine attı.

-Allah razı olsun! biz hallettik.

Zat karanlıkta uzaklaştı, aydınlığa doğru.

-“Hayatta Oynamam” kitabımdan-

.

Ulvi Alacakaptan, dikGAZETE.com

YAZARIN DİĞER YAZILARI