Türkiye'nin Ortadoğu'daki Gerilimle “Mücadele Stratejisi”
Ortadoğu’da artan gerilim, Türkiye'nin ekonomisi, güvenliği ve istikrarı için önemli bir endişe kaynağıdır. İsrail ve İran arasındaki gerilimin tırmanması ve çatışmaların yayılma tehlikesi, Türkiye için birçok alanda risklerin ve tehlikelerin artmasına neden olmaktadır. Bu durum aynı zamanda bölge ülkeleri arasındaki diplomatik ilişkileri de olumsuz etkileyecek bir istikrarsızlığa yol açacaktır.
Türkiye'nin bu gelişmeleri yakından takip etmesi ve gerekli gördüğü takdirde proaktif tedbirler alması önemlidir. Türkiye’nin bölgedeki tüm aktörlerle açık ve yapıcı bir diyalog sürdürmek ve ortak çıkar alanlarını belirlemesi önemlidir. Türkiye, bölgesel ve uluslararası platformlarda aktif rol alarak barışçıl çözümler için çaba göstermelidir. Diplomatik girişimler yoluyla gerilimi azaltmaya ve güven inşa etmeye çalışılmalıdır. Ancak bu ne yazık ki içinde bulunduğumuz “Dünya dörtten – beşten – yediden büyüktür” temeline dayanan, komik ve şovenist dış politika yöntemleriyle olmayacaktır. Demir gibi bir omurga gerekir ve yine aynı oranda demir gibi de bir çene… Eli cebe atarak yürümekle de pek olacak işler değildir bunlar. Yardım almadan merdiven basamağından dahi inemeyen politikacılarla da hiç olacak gibi de durmamaktadır. Kararlı, mantıklı, akıllı ve ileriye dönük planlarla, barışçıl ve çağdaş adımlarla bu mümkün kılınabilir ancak. Birileri zamanında ne demişti; “Yurtta barış, dünyada barış…”
Alınması gereken ilk önlemlerden biri; Sınır güvenliğini artırmak ve olası saldırılara karşı caydırıcılık oluşturmak için gerekli adımlar atılmalıdır. Sınır güvenliği askeri ve kolluk kuvvetleri modern ekipmanlarla donatılmalı ve eğitilmelidir. Sınır bölgelerinde istihbarat faaliyetleri artırılmalıdır. Ancak en önemlisi sınırlarımızın güvenlik politikası en üst düzeye çıkarılmalıdır. Özellikle bu kriz sonrası en çok üzerinde durmamız gereken konu bu olmalıdır.
Şurası kesin ki; bölgedeki artan gerilim ve çatışmalar, Türkiye'de mülteci akışını da önemli ölçüde etkileyecektir. Türkiye, hâlihazırda Suriye'den gelen milyonlarca mülteciye ev sahipliği yapmaktadır. İsrail ve İran arasındaki gerilimin tırmanması ve çatışmaların yayılması, bölgedeki istikrarsızlığı artıracak ve yeni mülteci dalgalarına yol açacaktır. Bunun da önüne geçmek için en pratik çözüm, sınır güvenliğinin ciddi politikalarla yönetilmesidir. Ki şu ana kadar bu konuda çok iyi işler çıkartılmadığı ortada ve nettir. Ve iş; “Muhacirliğin” çok ötesine geçmiştir artık.
Türkiye’nin, bölgesel ve uluslararası ortaklarla işbirliğini artırarak bölgesel istikrarı korumaya yönelik ortak çabaları desteklemesi de başka önemli bir girişimdir. NATO, Avrupa Birliği ve diğer uluslararası kuruluşlarla yakın iş birliği içinde olunmalıdır. Bölgesel barış ve istikrar için ortak projeler geliştirilmeli ve uygulanmalıdır.
Türkiye'nin bölgedeki gelişmeleri yakından takip etmesi ve gerekli gördüğü takdirde öngörülü tedbirler alması son derece önemlidir. Türkiye'nin bu adımları atması, bölgedeki istikrara katkıda bulunacak ve Türkiye'nin ulusal çıkarlarını korumasına yardımcı olacaktır. Ayrıca, Türkiye'nin bölgedeki gelişmeleri tarafsız ve objektif bir şekilde değerlendirmesi ve tüm tarafların bakış açılarını göz önünde bulundurması önemlidir. İlkel, bağnazca – yobazca, mezhepçilik – din pazarlığı ve sömürüsü barındıran politikalar ne yazık ki bu krizde bizi daha da zarara sokacaktır.
Bölgedeki tüm aktörlerle barışçıl ve yapıcı ilişkiler kurmaya çalışmalı ve bölgesel istikrara katkıda bulunmaya devam etmelidir. Ne demişti birileri; “Yurtta barış, dünyada barış…”
Bölgedeki gerilimin Türkiye'nin güvenliği ve istikrarı üzerinde önemli bir etkisi olması muhtemeldir. Türkiye'nin bu gelişmeleri stratejik bir şekilde ele alması ve gerekli tedbirleri alması, ülkenin ulusal güvenliğini korumak ve bölgesel istikrara katkıda bulunmak için önemli olacaktır.
Ayrıca, Türkiye'nin bu konudaki hassasiyetlerini uluslararası topluma da açıkça ifade etmesi ve bölgesel barış ve istikrar için yapıcı bir aktör olarak rol oynamaya devam etmesi önemlidir. Bunu yaparken, elin cepte olup olmamasının bir önemi yoktur. Yapılıp – yapılmamasının önemi vardır. Ki şu ana kadar da yapılmamıştır. Monaco’da ıstakoz yemek ne yazık ki buna dâhil değildir.
Bölgedeki artan gerilim, Türkiye ekonomisi üzerinde bir dizi olumsuz etkiye de yol açabilir. İsrail ve İran arasındaki kriz, Türkiye'nin bu iki ülke ile olan ticaretini ve ekonomik ilişkilerini olumsuz etkileyebilir. (Yandaş medya takipçileri okuyucularımız için dip not: Evet, Türkiye hem devletlerarası hem de özel teşebbüsler olarak İsrail ile de İran’la da ciddi bir ithalat & ihracat içinde… Şok oldunuz değil mi? Olmayın.)
Artan gerilim ve siyasi istikrarsızlık, Türkiye'nin İsrail ve İran ile olan ticaret hacminde azalmaya neden olabilir. Bu durum, Türk ihracatçıları için önemli bir gelir kaybına yol açabilir. Bölgedeki belirsizlik, yatırımcıları tedirgin edebilir ve Türkiye'ye yapılacak yatırımları azaltabilir. Bu durum, özellikle altyapı ve enerji gibi sektörlerde önemli bir soruna yol açabilir.
İsrail ve İran, önemli petrol ve doğalgaz üreticileridir. Bu iki ülke arasındaki gerilim, enerji fiyatlarında artışa neden olabilir. Bu durum, Türkiye'nin enerji ithalat faturasını artırarak enflasyona katkıda bulunabilir.
Bölgedeki siyasi gerilim ve çatışmalar, Türkiye'ye gelen turist sayısında düşüşe neden olabilir. Bu durum, turizm sektöründe çalışanların kayıplarından daha çok ciddi bir döviz girdisine mani olabilir. Zaten Ortadoğu ve Avrupa’nın en ucuz tatil cennetiyken bir de bundan olmak, işleri bizim için daha da zorlaştırabilir. Malum saç ektirme bahanesiyle ülkeye akın eden din kardeşlerimizin bıraktığı dövizler bizim için bir hayli önemli.
İsrail'in nükleer silah bulundurduğu iddiaları, bölgedeki diğer ülkeleri endişelendirmektedir. Keza bizleri de. Özellikle İran’ın bu konudaki animasyonlu videolarına bakılırsa durum oldukça ciddi bir hal almış gibi durmaktadır. Türkiye, bu konuda dikkatli bir şekilde hareket etmeli ve bölgedeki nükleer silah yayılmasını önlemeye yönelik çabaları desteklemelidir.
Nasıl mı?
Bunu hayattaki tek başarısı bir assolistin eski kocası ve amatör - madrabaz şakşakçılık olan uzmanlara sormamız lazım. Çünkü bu konuda benim bir fikrim yok!
Fakat bildiğim bir şey var; Türkiye, bölgedeki gelişmeleri yakından takip etmek ve olası tehditleri önceden tespit edebilmek için istihbarat faaliyetleri geliştirilmelidir. İran hakkında daha gerçekçi verilerle analizler yapılmalıdır hatta çoktan yapılmış olmalıdır.
İsrail’in son yaptığı açıklama ile İsrail Hava Kuvvetlerinin ne kadar ciddi hazırlıkları olduğu bilinmelidir. Yarın değil üç ay sonrası hatta on iki ay sonrası görülmelidir. İstihbarat kurumları arasında koordinasyon ve işbirliği artırılmalıdır. Dünkü yazımızda işlediğimiz “Askeri İstihbarat” olası bir savaş durumunda sınır ve toprak güvenliğimiz için “Milli İstihbarat Teşkilatımızla” bilgi ve taktik – manevra paylaşımlarında bulunmalıdır. En kötü senaryolar için dirsek temasında istihbarat ürünleri paylaşılmalıdır.
Siber güvenlik altyapısı güçlendirilmelidir. Zira hem İsrail’in hem İran’ın bu konuda ne kadar agresif ve başarılı olduğu bilinirken, oluşması muhtemel maddi ve manevi zararlar ancak bu şekilde önlenebilir. Politik ve siyasi karar alıcılara en doğru veriler iletilmelidir ki, akıllara zarar adımlar atılmasın. Ki bu konuda karar alıcıların istihbarat uzmanlarının analitik ve çözüm odaklı fikirlerinden çok, alakasız ama rahmani kişilerin tavsiyelerini dinledikleri tahmin edilirse çok çok önemli bir konudur bu.
Gerek İran gerekse İsrail’den alandan / sahadan cari istihbarat verileri elde edilmelidir. Kamuoyu, halkın tansiyonu, yerel ve lokal açık kaynaklar çok iyi incelenmelidir. Sinyal ve elektronik istihbarat yöntemlerinden maksimum düzeyde faydalanılmalıdır. Yurt içindeki aktif – pasif ya da uyur hücre olarak gizlenmiş birim ve unsurlara karşı operasyonlar daha aktif yürütülmelidir. Sosyal medya, sıkı bir şekilde takip edilmeli, mezhepsel – dinsel ve ırkçı provokasyonlara anında müdahale edilmelidir.
Tüm bu önlem ve karşı koyucu faaliyetler ile operasyonlar çok sıkı tutulmalıdır ki, bu krizden en az zararla çıkalım. Bunun da tek yolu; “Güçlü, realist, analitik ve mantıklı çözümler ve önlemlerle hareket eden istihbarat faaliyetleri”dir.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, Türkiye'nin Ortadoğu'da artan gerilim ve çatışmalara karşı dikkatli ve stratejik bir yaklaşım benimsemesi son derece önemlidir. Ülkenin sınır güvenliğini artırması, istihbarat faaliyetlerini güçlendirmesi ve bölgedeki aktörlerle açık ve yapıcı diyalog sürdürmesi gerekmektedir.
Türkiye'nin bölgesel ve uluslararası ortaklarla iş birliği yaparak, bölgesel istikrarı desteklemeye yönelik barışçıl çözümler araması hayati önem taşımaktadır. Ayrıca, bölgedeki gerilimin ekonomik ve sosyal etkilerini en aza indirmek için stratejik ve öngörülü önlemler alınmalıdır. Ancak bu şekilde Türkiye, ulusal çıkarlarını koruyarak bölgesel ve uluslararası alanda barış ve istikrar için yapıcı bir aktör olarak rol oynamaya devam edebilir. Mottomuz ise kesinlikle; “Yurtta barış, dünyada barış” olmalıdır.
.
Serkan Yıldız, dikGAZETE.com