TÜRK DÜŞMANLIĞINA DAİR BİR ARAŞTIRMA VE ARABİSTANLI LAWRENCE
Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde bir araştırma yapılır. 2007 yılında yapılan bu araştırma, Avrupa Birliği’ne üye ülkeler de dahil toplamda 27 ülkeyi kapsamaktadır. Bu 27 ülkenin okullarındaki ders kitapları incelenir ve Türklere yönelik öfke ve önyargı dolu ifadeler olup olmadığı araştırılır.
Sonuçta öncelikle ilkokul çocuklarına olmak üzere tüm kuşaklara, beklenenin de üzerinde bir düşmanlık aşılandığı ortaya çıkar.
Hatta Almanya’da imla kılavuzunda Türk kelimesi “sahtecilik yapan” olarak tanımlanmaktadır. Bu araştırmada, Finlandiya’dan ABD’ye Gürcistan’dan İtalya’ya kadar farklı ülkeler incelenir ve hakarete varan, düşmanlık tohumları eken onlarca ilginç kelime ve ifade tespit edilir. (Habertürk.com)
Affınıza sığınarak birkaç tane örnek vermek istiyorum:
Şeytanın askerleri,
Sahtekar, Manevracı, Asalak, Tecavüzcü,
İşgalci, Yağmacı,
Atilla’nın barbarları, Diktatörlük,
Seni kazığa oturturlar, derini yüzerler, annenin de ırzına geçerler.
1916 Haziranında, İngiliz belgelerinde “kurnaz, yalancı, kibirli, bilgisiz, arsız ve gaddar bir Arap şeyhi” olarak anılan Haşimi Araplarının önderi Mekke Emiri Şerif Hüseyin İbn-i Ali, kendisine, “Arapların bağımsızlığını sağlayacağını” iddia eden İngilizlerin vaatlerine kapılarak, bağlı bulunduğu Osmanlı Sultan-Halifesine karşı ayaklanıyor ve Halifeliğin Hıristiyan devletlerce bölünmesine araç oluyordu.
İngiliz yazar Robert Lacey’in deyimine göre, “Bu bir Arap ayaklanmasından çok bir İngiliz-Haşimi komplosu” idi ve bir milyon Sterline yaklaşan İngiliz altınlarıyla finanse edilmişti.
Haşimi Arap ayaklanmasının baş rolünü “Arabistanlı Lawrence” olarak bilinen Thomas Edward Lawrence oynamıştı. (ttk.gov.tr/Türk Tarih Kurumu)
Thomas Edward Lawrence, takma adı ile Arabistanlı Lawrence veya kendini Araplara tanıttığı ismi ile John Hume Ross, ^wikipedia’da şöyle tanımlanıyor: İngiliz ordu subayı, arkeolog, diplomat ve yazar.
Lawrence’ın bu şöhreti, savaştan sonra yazdığı “Bilgeliğin Yedi Sütunu” isimli kitabı ile ve bu kitabından uyarlanan ARABİSTANLI LAWRENCE isimli film ile daha da arttı. Filme, “En iyi film” başta olmak üzere 7 dalda Oscar ödülü verildi.
Bazı araştırmacılar, filme ve uyarlandığı kitaba eleştiride bulundular. Lawrence’ın başka ajanların başarılarını da kendine mal ettiğini ve kendisini övmekte aşırıya kaçtığını belirttiler. Yaptığı insanlık dışı uygulamaların sebebini bile gittikçe Araplaşmakta olduğuna yormasının akıl dışı olduğunu ifade ettiler.
Araştırmacılara göre Lawrence, hayali kurguları da kitabına dahil etmiş, örneğin en az üç günde aşılabilecek olan Sina çölünü iki günde aşması gibi olağandışılıklara ve birkaç tane olan savaş yarasının onlarca olduğu gibi abartılara da kitabında yer vermişti. (Bir Türk generalin kendisine tecavüz ettiğini bile iddia etmiştir.)
Üstelik filmde de aynen işlendiği gibi Arapların pis olduklarını, hep pis elbiselerle gezdiklerini ve ahmakça şeylere inandıklarını belirtmişti.
Filmde dikkatimi çeken birçok abartıdan biri de bir sahnede Ömer Şerif’in oynadığı bir karaktere, “kader diye bir şeyin olmadığını” anlatıyor ve onu hemen ikna ediyor.
Filmde batılı karakterler, iyi giyimli, entelektüel ve özgüveni yüksek kişiler olarak işlenmekle birlikte, doğulu karakterler ilkel şartlarda yaşayan, pis elbiseler giyen, kendisini ifade edemeyen insanlardır. Onları eğitecek ve adam edecek kişiler de elbette modern ve gelişmiş insanlar olarak, batılılardır.
Lawrence ise o batılı entelektüelin ta kendisidir. Bu konuda Türk ve Arap ayrımı yapılmamaktadır, bir insanın Müslüman olması, zaten onun vasatın altında olduğunu göstermektedir.
Kabul edelim ki, Lawrence’ın reddedilemeyecek bir başarısı var: Arapların bir kısmının da olsa Osmanlı’ya karşı isyan etmesini ve düşman olmasını sağlamak. Sinema severlere, 3.5 saat süren bu filmi izlemelerini tavsiye ediyorum.
Bu arada, “İngiliz Ajanı Lawrence’ın hazin sonuna” değinmeden de geçmeyelim. “Arabistan’daki çok başarılı çalışmaları” sonrası 16 yıl daha yaşamış ve henüz 46 yaşında geçirdiği bir motosiklet kazası nedeni ile “başarılarla” dolu dünya hayatı son bulmuştur.
İnanmadığı ve “onu tamamen ben yazıyorum” dediği kaderinde, kendisine neden böyle bir son yazdığını merak etmemek elde değil.
Çanakkale Savaşı sırasında İngiliz ordusunun başında olan ve büyük bir hezimete uğrayan, bu nedenle de “Türkler insan sayılmazlar, barbardırlar, yarı insan sayılırlar. Zehirli gaz sıkarak öldürülmeleri normal sayılmalıdır” diyen, ayrıca üstün ırkın, diğerlerine istediğini yapabileceğini savunan Winston Churchill’in, Lawrence hakkındaki şu sözleri de filmin fragmanında yer alıyor:
-Çağımızda yaşayan en büyük insanlardan biri olduğuna inanıyorum. Bir daha öylesi asla gelmeyecek. İsmi tarihte, savaş belgelerinde ve Arap efsanelerinde sonsuza dek yaşayacak.
Osmanlı orduları, I. Dünya Savaşında yedi cephede savaştı. Fransızlar Ermenileri, İngilizler Arapları isyana teşvik etmişti. Rusya, Yunanistan, Fransa, İtalya ve İngiltere savaş sonunda ülkemizi işgal eden ülkeler olmuştu.
Ders kitaplarında Türkleri kötüleyen 27 ülkenin içinde bizi işgal eden bu ülkeler de var. Fakat ne ilginçtir ki bütün bunlara rağmen Fransızlara, Almanlara, İngilizlere hatta Yunanlılara hayranlığımız hiçbir zaman kesintiye uğramadı. Bütün düşmanlıklarına, bizi hem göğsümüzden hem sırtımızdan vurmalarına rağmen onlara olan hoşgörümüz nasıl olduysa devam etti, aksine ecdadımızı ve Osmanlı’yı düşman görür bir hale geldik.
Buna ek olarak da dilimizden düşürmemizi istemedikleri bir slogan öğrettiler bize: “Araplar bizi sırtımızdan vurdu.”
Bu sloganın etkisi İsrail’in Filistin’de uyguladığı soykırımda da görülmektedir.
Dünyanın gözü önünde uygulanan, daha çok, kadın ve çocukların öldürüldüğü bu katliama, insanlık namına karşı çıkması gerekirken, “Onlar bunu hak ediyor. Topraklarını satmasalardı. Hem zaten bizi arkamızdan vurdular” şeklinde yaklaşanlar da var.
Oysa onlara zulmedenler, biz Türklerden de en az Filistinlilerden ve veya Araplardan nefret ettikleri kadar nefret ediyorlar.
Açıkladıkları planlarında, çizdikleri haritalarda sıranın bize de geleceğini hiç çekinmeden ifade ediyorlar. Buna rağmen biz “üç maymun”u oynamaya devam ediyoruz.
Üstelik onların hakkımızdaki kötü emellerine, onların markalarına ödediğimiz paralarla yaptığımız katkı ise cabası. Ürünleri, en çok tükettiğimiz, en çok satın aldığımız ürünler. Dolayısı ile bizi de farklı bir yolla işgal ettiklerini söyleyenler çok da haksız sayılmazlar.
Kanaatimce, bu konuda bu kadar başarılı olmalarını, öncelikle çok çalışkan olmaları ve her ürünün en iyisini üretmeleri ile, sonra, sık sık vizyona soktukları ARABİSTANLI LAWRENCE gibi filmler ile ve bunlara ek olarak da bizden sandığımız, “TÜRKİYELİ LAWRENCE’LAR” ile açıklayabiliriz.
.
Hüseyin Burak Uçar, dikGAZETE.com