Olay, filmlerin siyah beyaz olduğu yıllarda Fransa’da geçmektedir.
Yeni çekeceği film için yeni bir yüz arayışına giren ünlü yönetmenimiz, gazetelere ilan verir.
Adaylarda eli yüzü düzgün olmanın yanında, kendisini iyi ifade edebilmesini ve hayal gücünün gelişmiş olmasını aramaktadır.
Yoğun bir talep olmuş, birkaç günde onlarca kişiyle görüşmüş fakat henüz aradığını bulamamıştır.
O gün paydos edeceği sırada asistanı, bekleyen çok kişinin olduğunu belirtince, hemen bir kişi daha almasını söyler ve ardından diğerlerine yarın devam edileceğinin bildirilmesini ister.
Görüşmeler stüdyoda yapılmakta ve bir kameraman da aynı anlarda çekim yapmaktadır.
Asistan içeriye Emilie Müller adındaki adayı getirir ve diğerleri ile ilgilenmek için tekrar dışarıya çıkar.
Emilie, paltosunu ayaklı askılığa asıp yönetmenin karşısındaki koltuğa oturur.
Tanışma bölümünden sonra yönetmenin aklına farklı bir fikir gelir.
Emilie’den çantasını askılıktan almasını ve içindekileri tek tek çıkarıp anlatmasını ister.
Emilie denileni yapar.
Çantasından ilk çıkarttığı şey, yolunun üzerindeki manavın hediye ettiği elmadır; “Manav elmaları parlatırken nasıl hayranlıkla bakmışsam artık” diyerek hediyenin sebebini de gülümseyerek açıklar.
Anne ve babasının evliliklerinin ilk yıllarında çekildikleri fotoğrafı çıkartır ve kendisine şans getirdiğine inandığını, bu yüzden hep çantasında taşıdığını söyler.
Onların aralarındaki, yıllara yenik düşmeyen sevgiye olan hayranlığından bahseder.
Çantadan bir kitap çıkartır ve daha ilk sayfalarda olmasına rağmen etkisi altında kaldığından söz eder.
Bir gazete çıkartır ve buradaki ilan ile başvurduğunu söyler.
Diğer iş ilanlarından da birkaç tane işaretlediğinden bahseder.
Bu şekilde 10’dan fazla obje çıkarır ve çoğunu yönetmenin ilgisini çekecek kadar ayrıntılı ve ilginç hikayeleriyle birlikte anlatır.
Yaklaşık 15 dakika süren bu sohbette adayın hal ve tavırları yönetmenin hoşuna gider. Fakat aradığının bu aday olduğuna tam olarak karar veremez.
Teşekkür eder ve kendisini arayacaklarını belirterek görüşmeyi sonlandırır.
Emilie odadan çıktıktan sonra ve asistan içeri girdiğinde, kameraman ve yönetmen çıkmaya hazırlanmaktadır.
Tam o sırada yönetmenimiz Emilie’nin çantasını askılıkta unuttuğunu fark eder.
Asistanına “hemen peşinden yetiştirin, çantasını unutmuş” deyince, asistanı şaşkın bir halde itiraz eder ve çantanın kendisine ait olduğunu söyler.
Yönetmen aradığı oyuncuyu bulmuş olmanın sevinciyle ona binadan çıkmadan yetişmek için dışarıya fırlar.
Bu gerçek hikaye, 1994 yılında 8 ödül almış 20 dakikalık “Emilie Müller” isimli kısa bir filme de konu olmuştur. -Dileyenler “YouTube”dan izleyebilirler.-
Geçenlerde bir yakınım bir mühendislik fakültesinden yeni mezun bir gencin işe ihtiyacı olmasına rağmen mülakatlara giremediğinden, onun için bir ‘fobi’ye dönüştüğünden ve buna ilk girdiği mülakatta başarısız olmasının sebep olduğundan söz ettiğinde, bu kısa film aklıma gelmişti.
İstisnalar kaideyi bozmaz elbette fakat bu sorunun, üniversiteden mezun olmuş gençlerimizin önemli bir çoğunluğunda olduğu kanaatindeyim.
Meslek hayatımda onlarca kez mülakat yapmış birisi olarak bunun çok örneğini müşahede ettiğimi söyleyebilirim.
Hikayemizdeki yönetmen gibi, hayal gücüne çok önem veren bazı büyük şirketlerin ve üniversitelerin mülakatlarında, adayın hayal gücünü ölçen soruların kitap haline gelmiş olması, bu gücün bilgiden daha önemli olduğunu gösteriyor.
“Oxford ve Cambridge Mülakat Soruları - John Farndon ve Google Mülakat Soruları - William Poundstone” isimli kitapları bu konuya örnek verebiliriz.
Adayların hangi okul mezunu olduğu ile ilgilenmediğini söyleyen Elon Musk’ın mülakatlarda “Üzerinde çalıştığın ve çözdüğün en büyük sorun neydi ve nasıl çözdün?” şeklinde bir soru sorduğunu da dip not olarak ekleyelim.
Bizde 16 yıl eğitim gören birinin kendisini ifade etmekte zorluk çekmesi sadece o kişi ile açıklanamayacak kadar önemli bir konu aslında.
Sebeplere inildiğinde her zamanki gibi aile, eğitim sistemi ve teknolojik gelişmeler ilk üç sırayı alıyor.
Sosyal medyada herkes çok sosyal, çok aktif, çok düzgün, çok bilgin bir imaj çizmekte. Fakat bir araya geldiklerinde iki kelimeyi bir araya getiremeyenler, konuşacak sohbet edecek bir şey bulamayanlar, bulsalar da söze, dile dökemeyenler de çoğunlukta maalesef.
Tüm bunların yanında çok daha derin bir konu var ki, o da hayal kurmanın ve dolayısı ile hayal gücünün öneminin tam olarak idrak edilememiş olması.
Çocuklarımızın ilkokula kadar ileri düzeydeki hayal gücü, okul hayatı başladıktan sonra ve yaşı ilerledikçe artması gerekirken azalan bir seyir izliyor.
Ebeveynler de çocukları büyüdükçe onlardaki önceden hoş karşıladıkları hayal gücünü, saçmalamak olarak değerlendirmeye başlıyorlar. Böylece çocuklarımızın elinden aldığımız ilk özgürlük saçmalama özgürlükleri oluyor. “Başımıza icat çıkarma!.. Eski köye yeni adet getirme!.. Böyle bir şey imkansız!..” gibi daha onlarca “çok ünlü” cümlemiz var hayal gücünü zayıflatan.
Batıda şirketler çalışanlarının hayal gücünden azami istifade etmenin yollarına bakarken, bizde tam tersi uygulamalar yer bulabilmekte ve yöneticilerde “düşünmek bizim görevimiz, sizden düşünmenizi değil bizim bildirdiklerimizi uygulamanızı bekliyoruz” mantığı hakim olabilmektedir.
Şirketlerimizin yüzde 95’inin küçük ve orta ölçekli olmasında bununda payı var. (Üzücü bir haber: Borsa İstanbul’da işlem gören bütün şirketlerin toplamı APPLE’ın dörtte biri etmiyor.)
Hayal gücü, hepimizin doğuştan sahip olduğu fakat tüm bu sebeplerle yeterince kullanamadığımız bir süper güç aslında.
Bu güç de diğer güçler gibi yanlış kişilerin ellerinde insanlığa zararlı hale gelebiliyor.
Sahte Cennet - Metaverse haberinden sonra, geçen haftaki ürkütücü haber “insan eti tadında üretilen vegan burger” haberiydi.
Hayal gücünün bilgiden daha önemli olduğunu, akıl ve mantık ile belli bir yere kadar gidebileceğimizi fakat hayal gücü ile her yere gidebileceğimizi söylüyor Einstein.
Fatih Sultan Mehmet ise bunu Einstein’dan 500 yıl önce “İmkânın sınırlarını görmek için imkansızı denemek lazım” diyerek ifade etmiş ve 1100 yıldır süren bir çağın kapanmasına neden olacak kadar büyük bir hayal kurup, gerçekleştirmeye muvaffak olmuştur.
Tarihimiz, büyük hayaller kuran ve gerçekleştiren komutan, lider, sanatçı ve bilim adamı ile dolu.
Okullarımızda, onların hayallerini, nasıl kurduklarını ve nasıl gerçekleştirdiklerini öğrencilerimize doğru bir üslup ile anlatan ve onları insanlığa faydalı olmak için büyük hayaller kurmaya teşvik eden “Hayal Kurma Dersleri” işlenmesini öneriyorum.
Çünkü; yazımızın başındaki çanta hikayesinde olduğu gibi, birileri kendisine ait olmayan şeyleri bile, kendisininmiş gibi anlatabilecek bir hayal gücüne sahipken, biz, bize ait olanları bile anlatamazsak çok yazık olur kanaatindeyim.
.
Hüseyin Burak Uçar, dikGAZETE.com