Toplumsal mutabakat (volonté générale) Mümkün mü!
İnsanların bir arada yaşayabilmeleri için birbirlerine tahammül etmeleri esastır. Uzlaşma arayışları sonucunda elde edilen kriterler değerlendirilerek toplumsal anlaşma metinleri (anayasa) oluşturulur ve bu halkın teveccühünü kazanıyorsa, yasalaşarak herkesi bağlayan ilkeye dönüşür. Mutabakat, her bireyi kapsayıcı güce sahip değilse, demokratik kurallar gereği; geriye kalanların, çoğunluğun kararına saygı göstermeleri gerekir. Bu durumda ulusal mutabakata erişilmemiş, genel mutabakat sağlanabilmiş demektir.
Toplumu oluşturan bireylerin renkliliği, kendine öz davranış ve düşünce yelpazesi toplumları çeşitlendirir, karşıt fikirler tek boyutlu strüktürlere izin vermez. Ulus bütünlüğü sadece coğrafya ile sınırlı kalır. Çünkü hiçbir toplum homojen değildir, olması da düşünülemez; toplumu oluşturan bireylerin ekonomik durumları, eğitim düzeyleri, inançları, coğrafik şartları vb. değişik (preference) tercihlere saha açtıklarından, genel bir eğilim yahut genel kanaat sahicilikten uzaktır. Toplumlar bu yüzden de facto heterojen yapıya sahip, nispi özgürlükler de, bireyselliği teşvik ederek daha çok aykırı fikir, farklı yaşam dünyaları inşa eder.
Rousseau’nun dünyası ontolojik toplum-birey kaynaşması rüyasıdır, reel dünya bu tür oluşumlara yer vermez, aksine çekişmeci toplumu dayatır. Toplumsal mutabakatın ehemmiyetli olduğu alanlardan biri kuşkusuz halkın kendi arasında gerçekleştirdiği oyun kurallarına sadık kalınıp uygulanmasıdır. Rasyonelleşen dünyada mantıksal ölçütlerin kabul edilebilirlikleri, gene kendi içerisinde gelişen argümanlar aracılığıyla, daha kuvvetli kanıtların ortaya çıkışına kadar geçerlilik içerir.
Komünikasyonun hâkim olduğu özgür toplum yapısında toplumsal mutabakata ihtiyaç göreceli, hatta hatalı bir metottur. Çoğunluğun temsiliyet bulduğu, sayıca az fikirlerin kaale alınmadığı sisteme denk düşen toplumsal yapıların üretecekleri sorunlardan başka şey değildir. Belki plüralist yönetimler daha iyi çareler sunarlar.
Demokratik-eşitlikçi-özgürlükçü dünya görüşlerinde, mutlak irade sahici değildir. Hükümranlık olarak dilimize geçen sovereign kavramı(lat.: superanus), Rousseau’ya göre her bireyin iradesinin toplamından doğan, yetkilendirmenin en üst düzeyidir. Fakat demokratik yönetimlerin hemen hepsinde, mutlak iradenin oluşumu nispidir, çünkü çoğunluk kuralı belirleyici öğedir. Öte yandan, eşitçilik anlayışına paradoks teşkil eder, çünkü temsili-yet kabiliyeti her kesimi kapsamaz, çoğunluğun onayladığı iradedir; mutlak irade değil. Özgürlükçü (liberal) anlayışa göre, mutlak irade sınırlıdır/sınırlandırılmalıdır. Zaten bu yüzden geliştirilen demokrasi teorileri; örneğin, delibratif (mütaalacı) demokrasi, yahut çoğulcu (plüralist) demokrasi modelleri mutlak iradeyi kırar, göreceli hale getirir. Gerçekçi bir anlamda, halkın iradesinin söz konusu olamayacağı sistemden mutlak irade çıkarmak eksik kalacaktır.