Giovanni Boccaccio, Decameron’da, Büyük Veba’yı İtalya’nın en ünlü şehirlerinden biri olan Floransa’yı kırıp geçiren büyük salgını anlatırken bunun göksel yıldızların marifeti mi yoksa günahların bir sonucu mu olduğunu halkın tartıştığını ve önemli bir kesimin üzerinde kanaat getirdiği düşüncenin ise “Tanrı’nın kızgınlığı yerindedir ve Veba, Allah’ın, biz insanlara uygun bulduğu cezadır” şeklinde olduğunu haber veriyordu.
Kara Ölüm, önce şarktan girip yavaş yavaş büyüyerek Avrupa’ya doğru ilerledi. İnsanın en yakınındakileri, komşuları, ana babaları, dostları terk ettiler.
Ölümler hızla artıyordu, ev işlerini yapacak hizmetçi kıtlığı baş göstermişti, öyle ki artık ev sahibi, hizmetçisinin sadece hizmet etmesini değil mezar kazıcılık da yapmasını bekliyordu, yine Toprak Ağaları, Hanımefendileri hizmetçinin önünde vücudunu açmakta hiçbir sakınca görmemekteydiler çünkü hizmetçiler, seçme lüksüne sahip değillerdi.
Kast sistemi tümüyle bozulmuştu.
Lordlar aciz halde hizmetçiye muhtaç kalırken aynı anda da yönetimde eşitlenme yani demokratizasyonun kendiliğinden oluşmakta olduğunu görüyoruz.
Bir zenci yahut ikinci sınıf insan, öyle değerli hale gelmişti ki kişilerin uyruklarına ya da derisinin rengine bakılmadan tercih sebebiydi.
Tarihte ilk defa insanı eşitlemenin temellerinin atıldığı dönemdir.
Gece gündüz ölen insan sayısı artışı hızlanınca bu sahnelere şahit olanların akıllarını yitirdikleri ve yeni adetlere sarıldıkları görülüyor, kimi ağaçlara, kimi ölülere adaklar adıyor, kurban kesme ritüelleri, çeşitli hurafeler belirginleşerek bunlarla avunulmaktaydı.
Ellerinden hiçbir şey gelmiyordu…
Kilisede toplanan cesetler hemen her yere saçılmıştı, çünkü mezarlıklarda yer bulunamıyordu, bu nedenle kiliselere bitişik mezarlıklar ve hatta derin çukurlar kazıldı.
Ölüleri içine üst üste yığıyorlar, üzerine de kürek kürek toprak atıyorlardı.
1348 yılında her iki insandan biri ölünce emekçilere daha fazla ihtiyaç duyuldu.
Bununla birlikte iç içe yaşamak zorunda olan emekçi tayfadan insanlar daha fazla öldü.
Mezar kazıcı bulmak da bir süre sonra imkansız hale gelmişti.
Evlerde, ölenlerin ceset kokularından kimse içeriye girmeye yanaşmıyordu.
Serseri ve haydutlar durumdan fırsat buluyor Lordların evlerinde yağmaya başlıyorlardı.
Sınıfların hiçbir önemi kalmadığı bu yıllarda büyük toprak sahipleri, hizmetli ücretlerini görülmemiş ölçüde arttırmak zorunda kaldı.
Hiç kimseyi bulamayanlar topraklarını bırakıp kaçmak zorunda kaldılar.
Toplumsal düzen kuralları bozulunca düzensizliklerin ve köylü isyanlarının patlaması da beraberinde geldi.
Açlık ve sefalet baş gösterdi.
Aklını yitiren insanlar sokaklarda yürüyor, şarkı söylüyor ve ölülerle dans ediyorlardı.
Sevgi, korku, çaresizlik, tutku ve ölüm sınıflar arasındaki farkları tümüyle ortadan kaldırarak herkesin delirmesine sebep olup, yeni hal “Dance Macabre” yani ‘ölüm dansı’yla kabullenilmeye çalışılıyordu.
Tanrı’dan yardım bekleyen Rahipler de birer birer gidiyordu. Veba’nın Tanrı’nın cezası olduğuna kanaat getirildi.
İlahiler söylenerek kendi kendine işkence yapan din adamları ve her kesimden onlara katılan insanlar Topuzlu iğneleri vücutlarına saplayıp çekiyor, kan fışkıran bedenlerini Tanrı’ya sunuyor, günahları için yalvar yakar ağlıyordu.
Günahların esiri olmak yerine ölümü daha fazla arzuluyorlardı.
Günah korkusunun ölümün yerini aldığı çağdayız.
Kendi cezalarını kendilerine keserek, fiziksel acı ile rahatlıyorlardı.
Tanrı’nın ölümden sonra merhametinin hepsini kuşatacağını düşünüyorlardı.
Ruhlarını, çektikleri acı sonrasında huzur içinde ölüme hazırlıyorlardı.
Tanrı’nın böylece cezalandırmasına gerek kalmamıştır. İşi kolaylaştırıyorlardı.
Veba’dan sonra rahip sınıfı yok olunca okuma yazma oranı düşüyor, bilgili rahipler giderek yerine kalan cahiller ise boşluğu doldurarak din adamı olmuşlardı.
Hiçbir şey bilmeyenler öğretemiyor, halk daha da aşağıda, kara cehaletle boğuşuyordu.
İşte bu dönemde Mistisizm yaygınlaşmaya başladı.
Falcı, rüya tabircileri, sahte peygamberler ve büyücüler ortaya çıkmaya başladı.
Belirli aralıklarla gidip gelen Veba ve korkusu, kendilerine tutunacak dal, korkularını azaltacak teselliler bakınıyor ve fal ile teskin edilmek istiyorlardı.
Demek ki salgınlar sonrası orta çağda artan korku ve cehalet, eğitimin kalitesinin düşmesine ve bu yolla da dindar insanların birdenbire düşünmeyi bırakıp “cahiliye” dönemine geçtiğini tespit edebiliyoruz.
Rağbet arttıkça daha o çağda da sektör haline geliyordu. Fazla kazanmak isteyen meslek erbapları, kişilerin duygu ve düşüncelerini manipüle edebilmek için zanaatlarını bir kenara bırakarak kolay yoldan para kazanmaya başlamış, hemen her siyasetçinin yanında bir kahin belirmeye başlamıştır.
İnsanların korkularıyla uğraşmak, hayal satmak, Veba tecrübelerinin pazarlanması ve salgın korkusunun satılması güzel işler getirmiş, sektör halini almıştır.
Orta Çağ’da durum budur; aniden gelen salgın, çaresiz insanın mistisizme yönelmesinin yolunu açmıştır, çaresizlik içindeki yöneticiler tutunacak dal aramış ve bulmuştur.
Falcılık ve kahinlik toplumun ayakta kalmasını sağlamış, zaman kazandırmıştır.
Eğlence maksadıyla, çaresiz, muhtaç, moralsiz ve çıkış yolu bulana kadar oyalanması gereken bir toplumda kahve falı, el falı bakmanın, baktırmanın bir sakıncasını görmüyorum, çünkü siyasal ve toplumsal düzen bozulursa, eski haline getirmek için konulan toplumsal düzen kurallarını tesis etmek için toplumun desteğine ve inanmasına ihtiyaç duyulmasından daha doğal bir şey görmüyorum.
Misal, ben çok güzel fal bakarım.
Bir ara mutlaka bana “Dance Macabre” çalarken kahve ısmarlamalısınız. Orta şekerli. Sade Türk Kahvesi severim.
Saygılarımla.
.
Av. Mustafa Çelik, dikGAZETE.com