TOPLUM MÜHENDİSLİĞİ -ULUSALCILIK- SERÜVENİ
VE
DİLİMİZİ BEKLEYEN TEHLİKELER
Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki bir insanı bir günde vezir, ya da rezil yapmak mümkün… Günümüzde en namuslu insanını bile bir gün içinde toplum nezdinde perişan edip, devreden çıkarabilirsiniz… İnsanların duygularını, düşüncelerini ve davranışlarını bir piyon gibi değiştirebilirsiniz. Bu yöntem, bireysel olduğu kadar toplumsal olarak da uygulanmaktadır… Kitlelerin neyi seveceğini, neden nefret edeceğini siz tayin eder, toplumu istediğiniz şekilde kontrol edebilirsiniz…
İnsanları sömürmek ve kontrol altına tutmak için yapılan bu uygulamalarda çeşitli yöntemlere başvurulur. Bu yöntemler, kimi zaman çok acımasız da olsa, amaca ulaşmak için meşru sayılır. Bir toplumun, tarihini, demografik ve sosyal yapısını değiştirmek için kitlelerin duygularını, düşüncelerini, sevgi ve nefretlerini yönlendiren uygulamalara toplum mühendisliği diyebiliriz…
Toplumu yönlendirmek, bir zihin mimarlığı yapmaktır. Toplum mühendisliği tam da bu işleri yapmak için organize bir sektördür. Toplum mühendisliği, toplumdaki sevgi ve nefret kontrolünü elinde tutmak için her türlü aracı kullanmaktan çekinmez. Her ne kadar hayalet bir kurum özelliği taşısa bile Toplum Mühendisliği, siyasi hayatımızı, ekonomimizi, sosyal hayatımızı, kültürümüzü yönlendiren bir etkiye sahiptir.
Toplumu yönlendirmek, çağlar üstü bir özelliğe sahip olup, insanların bulunduğu her ortamda devrede olmuştur… Toplum mühendisliği, İnsanların bulunduğu her yerde yöneticilerin toplumu biçimlendirmede uyguladıkları sürecin adıdır. İnsanlık tarihiyle başlayan toplum mühendisliğinin asıl kahramanları aydınlardır.
Toplum mühendisliğinin hedeflerinin iyi niyetle yapıldığı düşünülse bile, kitleleri belli amaçlara yönlendirmelerin kaçınılmaz kötü sonuçlarını da görmekteyiz… Şeffaflıktan uzak ve entrikalarla dolu olan dönüştürme süreçleri, karşı fikirlerin sindirildiği ve gerçek doğruların saklandığı için sakıncalı olması da söz konusudur… Kısacası, siz ideolojiniz uğruna algılarla oynayarak, kitleleri gereksiz çatışmalara da sürükleyebilirsiniz. Bu yanlış uygulamalara günümüzde bile şahit oluyoruz.
Özellikle, Ulusalcıların organize ettiği “Cumhuriyet Mitingleri” bunlara örnek olarak verilebilir. Ülkemizde cumhuriyete karşı olan kimse olmadığı halde cumhuriyetin tehlikede olduğunu söyleyerek gündeme gelmiştir… Bu yalanın abartılarak toplumu ajite etmesinin gerçek hedefi ise, Müslüman kesimin kazanılmalarının önünü keserek, etkisiz hale getirmekti… Gezi olayları ve Kobani olayları da gerçek görünümünden uzak bir toplum mühendisliği klasiğidir…
Yapılan birçok devrim ve reformlar toplum mühendisliğinin alanı içindedir… Toplum mühendisliği askeri planlar ve hedefler için de kullanılmaktadır. Aslında, günümüzdeki bu algı operasyonlarının ve yönlendirmelerin her alanda yapılmakta olduğunu görüyoruz.
Toplum mühendisliği, yakın tarihimizde de çok etkili yöntemlerle kullanılmıştır. Sovyetler Birliğinde, Çarlık Rusya’sının toplumsal yapısı tenkit edilmiş ve yerine yeni Sovyet kültürünü getirilmesi amacıyla etkili propagandalarla uygulanmıştır… İdeal Sovyet vatandaşı adına kampanyalar düzenlenmiş ve bunun için gazeteler, kitaplar, filmler vb. araçlar kullanılmıştır. Benzeri uygulamalar, Çin'de Kültür Devrimi programında da uygulanmıştır.
Totaliter devlet idarelerinde daha etkili olan toplum mühendisliği, liberal sistemlerde de inanılmaz işler başarabilmektedir. Tüm bilgi ve haber alma kaynaklarını elinde tutan diktatör ve despot idareciler, toplumu biçimlendirmede hep bu yöntemlere başvurmuşlardır. 19.yüz yıldan itibaren kitle iletişim araçlarının artmasıyla birlikte topluluklara yön vermek için yönlendirici politik ve ideolojik söylemlerin geliştiğini görmekteyiz. Dünyamızdaki küresel çaptaki gelişmeler, toplum mühendislerini daha geniş alanlara taşımıştır.
Toplum mühendisliğinde amaç önemlidir, amaca giden bütün yollar meşru kabul edilir. Bu açıdan bakıldığında yalanlar, cinayetler, sahtekârlıkları da bünyesinde taşıyan, toplum mühendisliğinin etik değerlerinden bahsedilmesi söz konusu değildir.
Aslında, ekonomimiz de, siyasetimiz de, sosyal hayatımız da kısacası, her şeyimiz Toplum Mühendisleri tarafından belirlenmiştir. Küreselleşen dünyada toplum mühendisliği daha sofistike çalışmalarla ortaya çıkmaktadır. Kitaplar, dergiler, gazeteler, tiyatrolar, radyolar, televizyonlar, medyaya ait her şey onlar tarafından kontrol edilir.
Aslında, toplum mühendislerinin yalanlarını yakalamak dikkatli ve bilgili bir insan için çok kolaydır. Büyük firma reklamlarına dikkat edilirse, rekabetten dolayı fiyatlarında çok küçük düşüşlere rağmen televizyonlarda çok önemli fiyat indirimi algısı abartılarak verilir.
Özellikle rakibi fazla olmayan, bir nevi tekelci sayılan cep telefonu şirketleri bunu çok sık yapar. Hatta çoğu kez kampanya reklamlarında algı operasyonuyla sizlere avantaj sağlar görüntüsü vererek, talep ettikleri parayı sizden fazlasıyla ve tam olarak alırlar.
Kapitalist sistemde paranızın olmaması çok da dert değil, geleceğinizi satın almak için taksitle yeni bir dünya kurulur ve ödemenizi faiziyle birlikte yapmak zorunda kalırsınız. Zaten, günümüz insanı taksitle yaşayıp, borçlu ölmektedir. Taksitle yaşamak, bir yaşam tarzı şekline getirilmiştir… Bu çarpık durum, insan zaafının toplum mühendisleri tarafından kullanılmasıyla gerçekleşir.
İletişimin çok pahalı olduğu Türkiye’de nedense özel sektöre müdahalenin yapılmaması, dikkat çekicidir… Son yapılan yasal değişiklikler de yine bu cep operatörlerine yaramıştır. Cep telefonunda taksitlendirmelerin yasaklandığı günümüzde bu cep telefonu operatörleri rakipsiz kalınca tüm telefonları taksitle ve pahalı olarak satışını yapan tek firma haline gelmiştir…
Bankalara tüketiciyi korumak için yapılan yasal müdahaleler de dönüp, dolaşıp vatandaşın cebine yansımaktadır.
Bazen bir yalan haberle, faizler, dolarlar, bankalar hareketlenir. Ortalık yatıştığında yine birilerinin paraları daha çok bankalara, kısacası büyük firmalara doğru aktığını görürsünüz. Bazen hükümetler piyasalara müdahale ettiğinde, resmi yöneticiler bile tehdit edilir; daha da olmadı, iktidarlara darbeler yapılır.
Bu darbeler için önce toplum gözünde hükümetlerin itibarlarının düşürülmesi gerekir. Yurtiçi ve yurtdışı destekler, derhal devreye girerek, gitmesi gereken hükümetin aleyhine bütün dünyada kampanyalar başlatır ve ardından hükümet düşürülür…
Bu noktada yaşanmış bir örnek verelim. 1971 de iş başına gelen İdi Amin ismiyle tanıtılan Uganda devlet başkanını İsrail ve İngiltere çıkarlarına karşı çıktığı için Tanzanya güçleri ve yerli iş birlikçileriyle darbe yaptırarak görevden uzaklaştırdılar.
Oysa, ismi “İydi Emin” olan bu Müslüman lider, ülkesinde birçok reformlar yaparak, hem Müslümanlara hem diğer din mensuplarına büyük katkılar sağlamıştır… Olayın nasıl yapıldığına bakıldığında toplum mühendisliğinin ince zekâsıyla karşılaşıyoruz.
Öncelikle, ülkesinde İslami çalışmalara hız kazandıran devlet başkanı İydi Emin’in ismi Batılılar tarafından değiştirilerek “İdi Amin” yapılıyor ve dünyaya bu isimle tanıtılıyor. Oysa gerçek İsmi Arapça kökenli İydi Emin’dir. Kısacası “İyd” Bayram anlamı taşıdığı için bu liderin ismini “Bayram Emin” gibi anlamlandırmak mümkündür…
İydi Emin’in hem yurtdışı hem yurtiçi desteğinin kesilmesi için önce itibarının düşünülmesi planlanıyor. Halkı Müslüman olan ülkelere İydi Emin’in ismi değiştirilerek, onun Müslüman olmadığı algısı veriliyor. Bu ülkelerden biri de Türkiye olmuştur.
İydi Emin isimli bu lider Türkiye’de de İdi Amin diye tanıtıldı. Yani verilmek istenen algı, Afrika’nın bir yerinde Müslümanlıkla ilgisi olmayan bir lider… Bu algı, bizim büyük gazetecilerimiz tarafından bilinçli bir şekilde yapılmıştır.
Toplum mühendisliğinin ilk aşaması tamamlanmış, ikinci aşamasına geçilecektir. İnsan aklının alamayacağı bir yöntem geliştirilir. İsmi değiştirilen İydi Emin’in yamyam olduğu ve çocuk yediği, buzdolabında çocuklara ait parçaların olduğu resimleri gazetelerde boy gösteriyor. Üstelik bu haber Türkiye’deki büyük gazetelerinde yayınlandı. Böylece bu yamyam vahşi adamın devrilmesine karşı hiçbir ülke ve topluluk sahip çıkmayacaktı!… Üstelik, Müslüman topluluklar olarak bizler de “iyi oldu” diyerek darbeci Batı’nın tuzağına düşmüş olduk…
Hiçbir insan, devlet başkanı olan ve her imkâna sahip bir liderin insan eti yemeyeceğini düşünmemişti. İsrail ve İngiltere de darbesini rahatça yaptı ve Uganda’da kendi çıkarlarına uygun bir hükümet kurmayı başardılar. İsrail kendisi gibi düşünmeyen dünya toplumlarını değiştirmede çok sofistik yöntemler geliştirmektedir. Tehditle elde edemediklerini başka yöntemlerle yok etmek için her türlü entrikayı çeviren İsrail’in dünyadaki en büyük medya silahına sahip olması, onun etkinliğini daha da artırıyor.
Bunlardan en önemlisi, Yahudi karşıtlığını kendi lehine çevirmeyi başarmasıdır…2004’de İsa’nın Çilesi ismiyle yapılan film, Yahudilerin İsa’ya işkence çektirerek öldürdüklerini ortaya koyuyordu. Amerika’da Hollywood yapımı böyle bir filmin ortaya çıkması hemen hemen imkânsızdır. Olağanüstü kariyere sahip, Oscar ödüllü Aktör ve Yönetmen olan Mel Gibson çılgın birisi olarak bütün engellemelere rağmen bu filmi yapmayı başarmıştır. Film yapım aşamasında ise, senaryonun konusuyla ilgili dışarıya hiçbir bilgi sızdırmamıştır…
Bu film ortaya çıktığında, Yahudilerin tepkisini çekiyor ve toplum mühendisleri devreye giriyor. Mel Gibson kendini bilmez, alçak sarhoşun teki olarak tanıtılıyor. Birçok ünlü firma Mel Gibson'a dava açıyor ve 7 yılda kendisi aleyhine açılan 47 tazminat davasını da kaybediyor. Yahudilerin kara propagandasının arkasından her sene 10 film teklifi alan ve yılda 39 milyon dolar kazanan Mel Gibson’a teklifler kesiliyor.
Mel Gibson ekonomik olarak iş yapamayacak hale getiriliyor ve ABD'yi terk etmek zorunda kalıyor. Avustralya'nın Sydney kentine yerleşen Gibson, "Yahudiler, paranın gücüne inanır. Onlar savaş çıkartır, büyük para kazanır" diyerek mücadelesini sürdürmektedir.
Aslında Hristiyanlar, Yahudileri çevirdikleri entrikalar yüzünden sevmezler. Her devlet içinde ekonomiyi ve siyaseti eline geçiren Yahudilerin İsa peygamberi de öldürmeleri Hristiyan dünyada Yahudi nefretini körükleyen bir sebep olarak görülür. Hristiyanların bu nefretini son zamanlarda değiştirmeleri, Yahudilerin toplum mühendisliğinde ne kadar uzmanlaştığını göstermektedir.
Amerika’da Evangelist Hristiyanların, Yahudileri ve İsrail’in yaptığı zalimlikleri desteklemelerinin sebebi nedir? Evangelist Hristiyan adıyla anılan saf Hristiyanlar, Yahudilerin Allah’ın seçkin milleti olduğu ve kıyamet günü Hz.İsa’nın İsrail’e ineceği yalanıyla kandırılmışlardır. Kısacası, Evangelist Hristiyanlar “Yahudiler dünyada ne kadar haksızlık yaparsa yapsın, üstelik birleşmiş milletler kararlarına uymamış dahi olsa desteklenmesi şarttır…” demektedir.
1867 Kiliseler konseyi kurarak çığ gibi büyüyen Evangelizm şimdiden Amerika’da sayıları 70 milyonu geçmiştir. Bütün dünyada hızla büyüyen bu topluluk, daha şimdiden Irak’da 9 kilise kurmuş ve misyonerlik faaliyetleri yürütülmektedir.
Evangelislerin Irak’da etkin olması, Irak işgalinden önce planlamış, İsrail güvenliği için önemli bir çalışmadır. Evangelisler, Türkiye’de de, misyonerlik faaliyetlerini sürdürülmektedir…
Bush'u Afganistan'a yönelten, Irak'a saldırmasını teşvik edenler de Evangelistlerdir. Bu arada Amerika’daki ikiz kulelerin kim tarafından vurulduğu ve arkasındaki entrikalar da bir sır olarak kalmış görünüyor. Hristiyanları şimdiden devre dışı yapan Evangelislerin gelecekte tek rakibi ve düşmanı Müslümanlar olacaktır. İsrail, Birleşik milletlerin kararlarına uymasa da mazlum ve haklı olarak şimdilik dünyada saltanatını sürdürmeye devam ediyor...
Bütün bu olayların arkasında Toplum Mühendisliğinin ince zekâsı yatmaktadır. Toplum mühendisliği, toplum algısını yönetmek üzere siparişi yapılan işleri başarmakta uzmanlaşmıştır.
Günümüzde her alanda toplum mühendisliğinin izlerini görmekteyiz. Renklerle zevklerin tartışılmayacağı, kadın erkek eşitliği, moda saçmalığını da yöneten hep bu esrarengiz odaklardır.
Oysa çocukluktan itibaren farkında olmadan yönlendiriliriz. Türk insanının ayak şeklini bozan sivri burunlu ayakkabının tercih edilmesi bile, çocukluktan itibaren rol model insanlar tarafından sunulan tercihlerdir… Moda olduğunda yamalı ve yırtık giymenin modern giyim kabul edilmesi saçmalığına kadar uzanan bir toplum kontrolünün yapıldığı dünyamızda darbelerin bile haklı gösterecek ön saptırma çalışmaları toplum mühendisleri yapmaktadır…
Günümüz medyası, yönlendirme hareketlerinin başını çekmektedir. Peygamberimiz zamanında yalan “bütün kötülüklerin anası” olarak kabul edilmekteydi. Çünkü, yalan söyleyen insanlar, her türlü kötülüğü yapabilecek kabiliyettedir… Şimdilerde menfaatlere göre yalan söylemek, neredeyse meşru hale geldi. Kişileri kandırmak için yalanın fark edilmemesi esastır. Bu sebeple, yalanların etkisini artırmak için yalanın içine bir miktar doğru katmak gerekiyor. Bu şekilde üretilen yalanlar daha etkili ve daha inandırıcı olmaktadır.
Okullar, özellikle toplum mühendislerinin devlet adına en kolay ve etkin adımlar attığı yerlerin başında gelir... Okullarda bir milletin tarihi, bilime bakışı, medeniyet yorumu ve dili kolayca yönlendirilmektedir... Türkiye örneği verildiğinde, tarihimizin bize anlatılanlardan daha farklı olduğu bariz olarak ortaya çıkıyor.
Tarihten örnek verecek olursak, 1.Dünya Savaşında hiçbir hayati neden ve işgal gibi bir eylem söz konusu değilken, Ülkeyi savaşa sokanların ittihatçı oldukları ön plana çıkarılmamıştır. Bu savaş sonucunda Türkiye Mondros mütarekesi ve Sevr anlaşmalarıyla tamamen işgal edilmiştir…
Oysa, 1. Dünya savaşında padişahın hiçbir etkisi söz konusu değildir. Hatta o zamanın ittihatçılar tarafından tutuklanmış devrik padişah olan, tecrübe ve yetenek sahibi Abdülhamit’in “sakın bu savaşa girmeyin!” tavsiyesine rağmen savaşa girilmiştir… Oysa, büyük devletlerin birbirlerine düştüğü bu savaşta, Osmanlı devletinin savaşa girmemesi, hem insan kaybına sebep olmayacaktı, hem de günümüzdeki ekonominin can damarı olan petrolümüzü kaybetmemiş olacaktık. İttihatçı toplum mühendislerinin ideolojisi ve kararlarının faturası, ne yazık ki milletimiz tarafından hala ödenmektedir.
1.Dünya Savaşı’nda ülkemize ait fedakâr genç insanlar Çanakkale’de 100 binlerce şehit düşmüş ve savaş sonrası ülke işgal edilmiştir. Aslında bu yenilgi, müttefikimiz Almanya’nın savaşı kaybetmesiyle gerçekleşmiş ve ülkemiz işgal altına alınmıştır. İşgalden kurtulmak için verdiğimiz İstiklal Savaşı’nda ise Yunanlarla bizleri savaştıran ve de işgalci ülkelerin başı olan, İngilizlerle savaş yapılmaması gözden kaçırılmıştır. Oysa topraklarımızı işgal eden İngilizlerdi…
Dünyada sömürgeciliğin başını çeken ve Osmanlıyı entrikalarla yıkıp, Türkiye’ye ait kıymetli toprakları koparan, İsrail’i Ortadoğu’ya yerleştiren İngilizler’ den neden Türk insanı olarak nefret etmiyoruz? İşte, bu noktada Toplum Mühendisliğinin devreye girdiğini görüyoruz, İngilizler bizi komşu ülkelerle savaştırarak nefretimizi komşularımıza yönlendirmeyi de başarmışlardır…
Batı’ya açılma isteği sadece kıyafetlerimizi değil, tüm kültürümüzü etkilediği gibi tarih anlayışımızı da etkilemiştir. Batılıların etkisiyle tarihimiz de birçok çelişkili durumla karşı karşıya bırakılmışız. Tarihin babası olan İbni Haldun Müslüman olduğu için tarihte bahsedilmezken “Homeros dan tarihin babası” diye söz edilmesi bu kitaplar üzerinden insanlarımıza Batı’ya ait değerleri benimsetmek gayretini ortaya koymaktadır.
Cumhuriyet döneminden itibaren Osmanlı’dan kalan kültürü kökünden değiştirmek için büyük gayretler sarf edilmiştir. Bu noktada yapılan reformlarda bilimsel çalışma ve keşifler ihmal edilirken kültürel değişim hızlı bir şekilde uygulanmıştır. Yaşam tarzı Hristiyan, ismi Müslüman olan yeni bir ulusalcı Türk tipi oluşturulmuştur.
Bu Türk tipinin ulusalcı kimliği diğer Türk kökenli toplumlardan faklıydı. Kendine özgü, geçmişi olmayan, dini sadece inanç olarak algılayan bir Türk tipi oluşturuldu. Din kavramı, toplum mühendisleri tarafından inanç kavramıyla yer değiştirmiş, sosyoekonomik alan, siyasi ve askeri alanlar dine kapısını kapatmıştı. Oysa, inanç kişisel, dışa kapalı ve sessiz bir kavram özelliği taşırken din sosyal ve ekonomik alanları da kapsıyordu.
Toplum mühendisleri dini kontrol altına alacak etkili formülü bulmuştu; sadece devlet politikasına uygun olan dini ibadet şekillerine müsaade edilmeliydi. Böylece din hayatın dışına itilerek, bütün alanlar toplum mühendisliğine etkisi kapsamına alınacaktı… Artık, din sosyal alandaki içkiye de kumara da ekonomik hayattaki faize de karışamayacaktı…
Gün gelecek, dini benimseyen İslami ailelerin kızları da eğitime yoğun olarak katılmaya başladığın da başörtü yasağıyla karşılaşacaklardı. Bu durum da din anlayışının sosyal hayattaki bir yansımasıydı. İslami giyim ve davranışların toplum mühendislerinin ortaya koyduğu sosyal ulusal tipleme modeline muhalif olarak izinsiz ortaya çıkışı her şeyi altüst edecekti. Bu ezber bozanlara izin verilmemeliydi; nitekim öyle de oldu…
Savaşta başörtüsüyle mermi taşıyan kadınlardan bu yana yapılan toplum mühendisliği sayesinde başörtünün olağan dışı bir örtü olarak hem de üniversitelerde tekrar ortaya çıkması bir sürprizdi ve de bu duruma asla müsaade edilemezdi. Çünkü bir doktor, bir öğretmen gibi eğitimli kişilerin topluma rol model olması asla söz konusu olamazdı. Aslında yapılmak istenen Türkiye’nin geleceğini istem dışı değiştirmekti… Kısacası, toplum kendi karar ve görüşlerini toplum mühendisliğini dışlayarak gündeme taşıyacaktı. İslamcı kesimler tarafından yapılmak istenen ulusalcı Türk modeline aykırı bir gelişmeydi.
Kontrolü elinden kaçıran resmi ideolojinin şabloncu aydınları şiddetle bu duruma karşı çıktılar. Üniversitelerdeki başörtüsü, aslında başörtünün ifade ettiği anlamı çok ötelere taşıyacak muharrik bir güç olmuştu. Başörtüsünün senelerce tartışma konusu yapılması, yalnızca başörtüsünün inanç ve özgürlük kavramları için değil, dayatılan rejimin ulusalcı kimliğine başkaldırmasında yatıyordu.
Toplum mühendisliği bu konuda bir şeyler yapması gerektiğinin bilincindeydi. Direk olarak başörtüye karşı çıkmak toplum tarafından hoş karşılanmayacaktır. Bu bilinçle hemen gerekli malzemeleri toplayarak yeni bir paradigma oluşturma yoluna gitmiştir. Önce başörtünün isminin değiştirilmesinde öncülük eden Bilkent Üniversitesinin kurucusu İhsan Doğramacı’nın ürettiği “Türban” kelimesini devreye sokmuştur. Resmi ideolojinin Toplum mühendisliği yapanlar, daha sonralar bu tür giysinin İslam diniyle ilgisi olmadığı yalanını her programda gündeme taşımışlardır.
Aslında, köylü kadınlarının geleneksel baş bağlaması, ulusalcı bir tip için çok da önemli değildir. Çünkü bir köylü kadının resmi ideolojiye karşı çıkma gibi bir eğilimi veya bilgisi söz konusu değildir. Bu açıdan Toplum mühendisleri için bu bir tehdit sayılmazdı. Cumhuriyetin kuruluşuyla yetiştirilen ve köşe başlarını tutan bu oligarşık laikçi grup temsilcileri, Daha sonraları kamu alanı gibi yapay kavramlar ve dayatmaları devreye soktular…
Kamu alanı kavramlarını bir alternatif olarak ortaya atanlar, konuya akademik ve hukuki bir hüviyet kazandırarak, başörtüsünü evlere hapsetme kurnazlığına başvurdular. Ancak mızrak çuvala sığmayacak ve Türkiye aslına rücu edecek adımları atmaya başlayacaktı.
Yeni Türkiye’nin ayak sesleri 1975’lerden sonra her alanda kendini göstermeye başlamıştı. Ancak, düzeltilecek çok şey vardı… Siyasetten sosyal ve ekonomik alanı içine alan reformlara ihtiyaç vardı. 1400 yıllık bir kültür birikiminden tekrar faydalanmak mümkün müydü? En büyük uygulamalardan biri olan, Türkçe dilindeki kelimelerin değiştirilmesiyle meydana çıkan olumsuz etkileri geriye çevirmek, o kadar da kolay olmayacaktı…
Türk diline sahip çıkması ve dil çalışmaları için kurulan Türk Dil Kurumu kendi asli işini bir kenara bırakıp, milletin üretmesi gereken kelimeleri kendisi üretmeye başlamıştır. Üstelik iki kelimeden bir kelime üretmek gibi çağımızda hiç de pratik olmayan kelime ve kavramlar ortaya çıkarması akademik bilinç eksikliğini de ortaya koymuştur. File bekçisi, köşe vuruşu vb gibi yüzlerce kelime ve kavram üretilmiştir. Bu sadece yeni gelişmelerle ihtiyaç duyulan kelime ve kavramlarda yapılmamış mevcut kelimeler de değiştirilmiştir…Bu değişiklikler ise, önce okul kitapları ve diğer iletişim vasıtalarıyla yaygınlaştırılmıştır.
Başta Azerbaycan olmak üzere diğer Türk kökenli toplulukları anlayamaz hale getirildik. Günümüzde dini hassasiyeti olan aydınların bile bu yeni uydurulan kelimeleri kullanması toplum mühendisliğinin ideolojik baskısının etkisini göstermektedir. Şartlar yerine, koşullar, ihtimal yerine, olasılık, imkan yerine, olanak gibi kelimelerin yaygınlaşması hangi amaca hizmet edebilir? Üstelik, edebiyatımıza renk vermiş kültürümüzün büyük bir parçası olan kelimelerin tamamen unutulması ve de genç kuşakların farklı konuşması kimin işine yarayacaktır? Geçmiş kültürümüzden ne kadar yararlanabileceğiz? Kültür ve dil değişimi, ulusalcı toplum mühendislerinin insanlarımızı asimile etmede en çok kullandıkları bir araçtır.
“Bir ihtimal daha var o da ölmek mi dersin” şarkısını “Bir olasılık var a da ölmek mi dersin” olarak mı söyleyeceğiz? Hadi diyelim, edebiyatımızı aynı şekilde koruduk, bu kelime kullanılmadığında piyasadan tamamen kalkmayacak mı? Yani gelecek kuşak “ihtimal” diye bir kelimeyi hiç bilemeyecek. Çünkü, Türk Dil Kurumu diğer bir çok kelimeyi sözlükten çıkardığı gibi onu da çıkaracaklardır. Cumhuriyetin ilk kuruluşunda meclisteki konuşulanları anlayamaz hale gelmemiz, yakın tarihin bile toplum mühendisleri tarafından ne kadar değiştirildiğini bize göstermektedir.
Günümüze baktığımızda Japonya gibi büyük bir devlet, bin sene önce kitabını okuyabilmektedir. Türkiye toplumu ise 60 sene önceki kitabını okuyamaz hale gelmiştir. Türk Dil Kurumu Batı kökenli kelimelerden çok özelikle Osmanlı zamanında kullanılan Farsça ve Arapça kökenli kelimelere savaş açmıştır. Ulusalcılığın gereği olarak, sadece yaşam biçimi değil, Türkçe dilinin de değiştirilerek tarihi bağların ve geleneksel kültürümüzden uzaklaştırılmamız bilinçli bir şekilde yapılmıştır.
Unutmamak gerekir ki bütün dünya dilleri melezdir. Melez olması dilleri zayıflatmaz, aksine zenginleştirir. Diller, uluslar arası etkileşimle kelimeler alır veya başka dillere kelime verir. Dil sadece bir kültür değil, aynı zaman da bir iletişimdir. Uluslar arası ne kadar kelime yakınlığı olursa o kadar kolay diğer milletlerle iletişim sağlanabilir. Bir “Şoför” kelimesini kaldırarak, at arabası kullanan birisi gibi sürücü demek veya bir sinema “Rejisörü’nü” sanatla ilgisi olmayan bir yönetici gibi “Yönetmen” ismiyle anmak, akıllı ve bilimsel bir yaklaşım olamaz. Burada hem mevcut kelime kaldırılıyor hem de anlamına uymayan bir kelime üretiliyor.
”Bilgisayar” kelimesi bile yoruma muhtaç. Bilgisayar bilgi sayan bir cihaz değil ki. Bilgisayar iletişimden, görüntü ve ses çalışmalarından basım ve medyayı da kapsayan çok geniş bir çalışma alanına sahip bir cihaz. Bilgisayar kelimesi verileri işleyen bir beyin anlamı taşımıyor.
Üstelik bilgisayarı bile ele geçiren toplum mühendisleri burada da aynı şekilde kelimeleri topluma ezberletmeye çalışmaktadırlar. Bilgisayarda Türk Dil Kurumunun ürettiği kelimeleri topluma kabul ettirmeye çalışanlar da aynı ulusalcı toplum mühendislerinden başkası değil.
Bazen okuduğumuz parçaları bile anlayamıyoruz. Bir örnekle açıklayalım: Dijital medya dosyalarını çevrimiçi mağazalardan sezgisel ve kullanımı kolay bir arabirim sağlayarak disklerinizi yürütebilirsiniz... Bu yazıdan ne anladınız?
Ara birim’in ne olduğunu geçelim, şu yüklem kısmındaki yürütme kelimesi çok daha dikkat çekici… Disklerinizi oynatabilirsiniz veya çalabilirsiniz yerine “yürütebilirsiniz” kelimesi ne kadar tuhaf…
Bilgisayarda kayıt ve üyeliğin anlamını bile değiştirerek, “hesap açma” diye kavram üretilmesi aydınlarımızın bilgi eksikliğini ortaya koymaktadır. Bu durum, bilgisayarlardaki tercümelerin ne kadar bilinçsiz ve özensiz yapıldığını göstermektedir.
“Feyisde hesabın var mı ? ne demek.” Facebook’a üye misin? yerine Facebook’da hesabın var mı?... Sanki bankada hesap açtırıyor. Account’ un İngilizce kelime karşılığı hesaptır. Ancak, Türkçe’deki anlam karşılığı üyelik ve kayıt değildir. Hesap kelimesinin Türkçe’de üyelik ve kayıt anlamında kullanılması yanlıştır. “Hesap açmak”ın Türkçe’deki anlamı, bankada hesap açmak olarak kullanılır. Bir formda veya facebook’da hesap açılmaz ya kayıt yapılır veya üye olunur. Bütün bunların akademik hatalar olması ulusalcılar için çok da önemli değil. Yeter ki toplum geçmişteki kültüründen ayrılıp kendilerinin modellediği şekilde yoluna devam etsin.
Toplum mühendisleri yazılı ve görsel medyayı da sofistik bir şekilde kullanmaktadır.
ve tercihlerini yönlendiren moda ve zevkler olduğunu
Bütün mağazalarda ki 9’lu fiyatlandırmaların da kaynağı toplum mühendislerinin insanları kandırmak için yaptıkları
Tanzimat fermanından (tarih) itibaren topuma yön verme hareketi el değiştirmeye başlamış, 1876 da kurulan ittihatçılar 1909’dan itibaren sadece yönetimi ele geçirmekle kalmamış toplum mühendisliğine de soyunmuşlardır. Günümüze kadar devlet içinde yapılanan çeşitli örgütlemelerle devam eden toplum mühendisliği günümüzde özel sektör olarak global sermeyenin algı yönetimi olarak devreye girmiştir.
Medyanın gelişmesiyle toplum mühendisliği daha uzman ve sofistike bir çalışma alanı yakalamıştır. Özellikle, siyasi ve sosyoekonomik alanı yönetmede sermaye sahipleri ön plana geçmişlerdir.Reklamların bir çoğunun aldatmaya yönelik olduğu gibi mağaza ve avm’lerde fiyatlarda 9 rakamlarının yaygın olarak kullanılması aldatmacanın ortak ve global seviyeye ulaştığını göstermektedir.
SİNEMA, TOPLUMLARI YÖNLENDİRME ARACI MI!
Silahlı yapılan işgallerde olumlu neticeler alınamıyor. Riskli ve masraflı olan bu işgaller şekil değiştirerek daha etkili stratejiler üretiliyor. Günümüzde, işgalde elde edilen kültürel ve ekonomik sömürü silahsız elde edilebilmektedir.u sömürü, aynı zamanda ekonomik,iyasi ve askeri bağımlılığı da beraberinde getiriyor...
Sömürünün devamı ise toplulukların duygu ve düşüncelerinin kontrol altına alınmasına bağlıdır. İşte bu noktada kitle iletişim araçları devreye giriyor... Gazete, kitap, radyo, televizyon, tiyatro ve sinema bunların başında gelmektedir. Günümüzde en önemli araçların başını sinema çekiyor... Sinema piyasasını elinde tutan Amerika, bütün dünyaya sinemayla ulaşıyor. Sinema, toplumların düşünmeleri ve yönlendirilmesinde büyük rollere sahip.
Amerika,dünyadaki film sektörünün başını çekiyor ve bu iş için kendisi için kaçınılmaz bir sektör oluşturmuştur. Bu konuda Jean-Michel Valantin'in yazdığı önemli bir kitap mevcuttur. Küresel stratejinin üç aktörü: HOLLYWOOD-PENTAGON ve WASHINGTON
Amerika'nın film sektörü, askeriye ve siyaset üçlüsüyle dünyayı yönlendiriyor. Bu üçlünün iki ayağı olan Hollywood ve Washington Yahudilerin elinde, Pentagon ise, sinema sektörüne bütün gücüyle destek vermektedir. Üstelik, ordu bunu bedava yapmaktadır.
Böylece bütün önemli filmler, Amerika'nın Milli güvenliği için çalışmaktadır. Yahudilerin her filmde masum ve horlanan, ezilmiş gösterilmesi de bugünkü İsrail'in yaptığı zulümleri örtbas etmeye yarıyor... Hiç bir ülke maalesef Yahudilerin aleyhinde bir şey söyleyemiyor.
Müslümanların 800 ve 1400 yılları arasındaki bilimsel çalışmalarla hemen her dalda dünya öncülüğü yaptığı dönemi devam ettirememesi bir yana o dönemi anlatarak yeniden atılımları başlatacak filmlere de imza atamadık.Bu tip filmleri Batı’lılar yapmaktadır.Tabi ki Batılıların yaptığı bu filmler Müslümanları ve Türkleri olumlu göstermemektedir.Dünya insanlarına örnek olmadan önce onların algılarını değiştirmek sinemayla mümkün olmaktadır. Sinema için yatırımların yapılmasının zamanı gelmiş ve geçmektedir. Sinemanın etkisinin büyük olduğu inkar edilemez. Sinemanın da dahil olduğu medyanın tümünün ağırlıklı olarak kullanılması kaçınılmazdır.
Sanal dünyanın araçlarının kullanılmasının önemini kavramak zorundayız. Kültürel çalışmalar olmadan bağımsızlık ve bilimsel çalışmaların önü açılamaz...
Teklif:
1. Devlet tarafından ücretsiz platoların kurulması.
2. Her türlü sinema malzemesinin ucuz bir kirayla devlet tarafından kiraya verilmesi.Bu konuda TRT’den destek alınabilinir. Ancak TRT’in kendi politikasının bu özgün çalışmalara katılarak önüne geçmesini önlemek için uygun bir yönetimsel farklı bir kurum kurulmalı.
3. Bilime öncülük yapacak insanların sadece eğitimli olması yeterli değildir. Günümüzde havayı, suyu, toprağı kirleten ve ozon tabakasını delen teknolojiyi üretenler de eğitimli bilim adamlarıydı. Çevreyi kirleten, şehircilikte betonlaşmayı önceleyen, metaryalist anlayışla dünyayı değerlendiren kabiliyetsiz şabloncu insanların dünyamıza zarar verdiğini hepimiz biliyoruz.
Bu yüzden öncü bilim adamlarının değerlendirmesinde kesinlikle materyalist yaklaşımlı olmamalı… Bilim adamları doğal dünya düzenini savunan din,bilim ve sanat üçkeninin bütününü savunan çevreci olduğu kadar taklitçilik ve şabloncu anlayışlardan uzak, özgün kişilik ve aynı zamanda kabiliyete sahip insanlardan olmamalı… Raşit Anaral, dikGAZETE.com