İktidarın Suriye politikası değişmiş; Suriye’deki rejimle görüşmek gündeme gelmeye başlamış, Esed yine Esad olmuş. Haklı olarak bu büyük değişim, dikkat çekiyor, dün yapılanlar, söylenenler hatırlatılıyor.
Dün ne yapıldı, söylendi, biz de kısaca hatırlayalım.
2011 yılında başlayan ve ‘Arap Baharı’ adı verilen süreçte, Suriye’de rejim karşıtı gösteriler hızla silahlı bir ayaklanmaya dönüşmüştü.
‘Arap Baharı’nın Batı dünyasında alkışlandığı, desteklendiği bir dönemdi.
Özellikle, Suriye’deki ayaklanma, ‘özgürlük mücadelesi’ olarak tanımlanıyor, en küçük bir sorgulama ‘Esad’cılık’ olarak damgalanıyordu.
Oysa, genel olarak ‘Arap Baharı’ tartışması bir yana, özellikle Suriye’de yaşananlar, dışardan destekli bir ‘rejim tasfiyesi’ süreci haline gelmişti.
Türkiye’de iktidar, bu süreçte aktif rol oynamaya, hatta öncülük etmeye girişti; Suriye’deki muhalifler, Türkiye’de toplantı üzerine toplantı yapıyor, Özgür Suriye Ordusu, Türkiye’de kuruluyor, ‘küresel cihatçılar’ın Türkiye üzerinden Suriye’ye giriş yaptığı söyleniyor, daha neler neler oluyordu.
Bu arada, Arap Baharı rüzgârı ters dönmeye başladı; ABD, Suriye’de rejim değişikliği siyasetinden uzaklaşmaya, bölgedeki müttefikleri de yavaş yavaş Suriye’den el çekmeye başladı, ama Türkiye vazgeçmedi.
İşin içine, Suriye’nin kuzeyinde oluşan Kürt otonom bölgeleri girdi, Türkiye bu gelişmeyi ‘tehdit’ olarak gördü, ‘güvenli bölge’ oluşturdu.
Sonuçta, İran’ın Suriye rejimine desteği ve Rusya’nın doğrudan müdahalesi ile hesaplar bozuldu, bu arada Suriye harabeye döndü, çoğu Türkiye’ye gelen milyonlarca insan göç etmek zorunda kaldı.
O günlerden bugüne kadar, Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler, Ukrayna savaşı derken, en son, Soçi Zirvesi ardından, Rusya’nın Türkiye’ye Suriye rejimi ile görüşmeyi ‘tavsiye etmesi’ ile iktidarın Suriye politikası değişmek, daha önce söylenen sözler yutulmak zorunda kaldı.
Olan biten bu ve muhalefetin bu durumu diline dolaması son derece doğal.
Ancak, unutmayalım ki; Suriye mevzusunda tavır değiştiren sadece AK Parti iktidarı değil.
Öncelikle, Suriye’de rejim tasfiyesi stratejisi, ABD öncülüğünde Batı İttifakı’nın Ortadoğu politikasının ürettiği ve desteklediği bir strateji idi.
İran devriminden sonra, Batı’nın Ortadoğu siyaseti, bölgede İran ile ittifak eden ki Batı karşıtı rejim (Irak, Suriye) ve hareketlerin (Lübnan Hizbullah’ı) gücünü kırmak çerçevesinde şekillenmişti.
Suriye’de ‘rejim tasfiyesi’ de, bu politikanın 2011 itibarıyla ulaştığı nokta idi.
Diğer taraftan, İran ve müttefikleri, bölgedeki Batı müttefiki ülkeler için de tehdit oluşturuyordu; başta Suudi Arabistan olmak üzere bölge monarşi ve emirlikleri de sürece, sadece Batı teşviki ile değil, aynı zamanda bu çerçevede dahil oldular.
Türkiye’de ise iktidar, bir yandan ABD’nin teşviki, diğer yandan ise ‘bölgesel liderlik’ hayali peşinden koşmak adına bu sürece dahil oldu.
O zamanlar, ABD/Batı dış politikalarında hep bir keramet arayan liberal çevreler de iktidarın bu siyasetine alkış tutuyordu, hatta CHP’nin Esad ile görüşme fikri, ‘Esadcılık’ olarak görülüyordu.
Hakkını yemeyelim, o süreçte, Saadet Partisi de, Suriye konusunda barışçı diyalog yanlısı idi.
Hatta, ben de son olarak Şam’a, Saadet Partisi Genel Başkanı Mustafa Kamalak ve Temel Karamollaoğlu’nun düzenlediği bir ziyaret vesilesi ile gitmiştim.
İktidar partisi, heveslendiği gibi Emevi camisinde Cuma namazı kılamadı, ama biz kıldık.
Cuma imamı da, geçmişte İslamcı çevrenin itibar ettiği bir din adamı olan Ramazan el-Buti idi.
O dönemde, Buti, silahlı muhalefete itiraz etmiş olduğu için, AK Partililer’in görmezden geldiği bir isim haline gelmişti.
Bu arada, doğrusu, sahiden Esad’cı olan da yok değildi; ABD’ye karşı ne olursa olsun, kaba antiemperyalizm adına, desteklemek gerektiğini düşünenler çok değil ama eksik de değildi.
Bunların başında gelen Doğu Perinçek şimdilerde, Ethem Sancak ile kol kola Suriye’ye gitmeyi planlıyorlar.
Buna karşın, Suriye konusunda ‘barışçı çözüm’den bahsedenleri, ‘diktatör sevdalısı’ olarak itham edenler, geçmişte iktidar partisinin Suriye’de rejim tasfiyesi çabalarını, zamanında desteklediklerini unutturmuş, muhalifler haline gelmiş durumda.
2017’de, aralarında benim de bulunduğum ‘barışçı çözüm için üçüncü yol’dan yana bir imza kampanyası, iktidar yanlısı medyada ‘muhaberat ajanlığı’ damgası yemişti. Ancak, diğer taraftan, şimdilerde, iktidarın geçmiş politikasını eleştirenlerin hemen hiçbiri bu tür girişimlere dahil olmayı düşünmediği gibi, bazıları zaten o dönemde iktidarın dış siyasetini destekliyor idi.
Önemli olan geçmiş değil, bugün ise, iktidarın geçmişte izlediği politikaları da dile dolamaya gerek yok.
Bunları, kimse iktidara bu konuda muhalefet etmesin diye değil, zamanında ve barışçı politikalardan yana muhalefet edenler, bizim gibi bir avuç değil, daha çok olsaydı daha anlamlı olurdu diye söylüyorum.
Diğer taraftan, bence şimdi de asıl önemli olan, iktidar partisinin Suriye politikasında yaşanan değişimin en önemli itici nedeninin Suriye’ye askeri operasyona yönelik olması.
Son olarak, Suriye’ye ilişkin olarak yaşananların benzerinin bugün Ukrayna konusunda yaşanmakta olduğuna dikkat çekmek isterim.
Şimdilik, mevcut iktidar ABD ve Rusya arasında denge kurmak adına, geçmişte Suriye konusundaki tavrının aksine, Ukrayna’da ABD dış siyasetine mesafeli duruyor.
Yoksa, ‘Özgür Kırım Ordusu’ hevesi bile söz konusu olabilirdi.
Bu arada, iki farklı çevrenin ezberi değişmedi; birincisi, ABD’ye karşı, başta ‘Avrasyacılar’ olmak üzere Rusya’yı destekleyenler. Diğeri ise, ‘Arap Baharı’ sonrasında yaşananlara rağmen, ezberleri değişmemiş olan liberal sol, o kadar ki, Ukrayna’ya ağır silah yardımını savunmayanı ‘Putinci’ ilan eden sosyalist bile çıktı.
Tüm bunları, ‘büyük sol düşünür’ sayılan Zizek’in de, Ukrayna’da pasifizmi yerden yere vurduğu, liberallerin militarist şahinlere dönüştüğü son günlerde, bu konularda yeniden düşünmek için Suriye konusu da bir vesile olsun diye yazıyorum.
.
Nuray Mert, dikGAZETE.com