Her ümmetin, devrine göre imtihanları vardı..
Kiminin demir taraklarla derisi soyuldu, kiminin bedeni testere ile ortadan ayrıldı..
Sümeyye'ler inci edip gerdanlarına taktılar mızrakları, Maşite'ler kucaklayıp yavrularını atladılar kızgın yağlara..
"Olur da bir kelam ederiz, bir harekette bulunuruz da gücenir Allah bize ve O'nu incitmektense Vallahi ölüm tatlıdır nefsimize” dediler de ispatladılar aşklarının samimiyetini.
İmtihanların ağırlığını idrak edebiliyor musunuz?
Kucağınızda süt emen bebeğiniz var ve "Madem sen Musa'nın Allah'ına inanıyorsun, o zaman ya firavuna secde edeceksin ya da evlatlarınla kızgın yağı boylayacaksın.." denildiğinde;
Sahi biz olsak ne yaparız?
Hadi, dürüst olalım..
Tevil üzerine tevil, bahane üzerine bahane değil mi..
Daha bizim boynumuza kimse imanımız için çökmemişken namazı terketmiş, tayyib gıdayı unutmuş bir ümmetiz biz!
Ne kızgın yağı Allah aşkına..
Rasulullah Aleyhisselam, Medine'ye hicret ederken O'nu sancılar içinde bekleyen sahabeleri düşünün..
İşkenceler, acılar, yokluklar görmüşler ama o gün ay doğacak üzerlerine..
Ve birbirleriyle yarışıyorlar Allah Rasulü’nü evlerinde misafir edip ona ikram edebilmek için..
Kasva yürürken “Nerede çökecek acaba!" diye her birinin kalbi yerinden çıkıyor..
Haydi, kendimizi koyalım onlardan birinin yerine..
Düşünün ki Kasva, sizin kapınızın önünde durdu ve kapıyı açtığınızda içeri Rasulullah girecek Aleyhissalatu ves selam..
Hangi erkeğin cesareti olur "Gel benim evimde kal ya RasulAllah” demeye?
Hele kredi üzerine kredi çekilip de alınmışsa o ev..
Eşyaların borcu, her ay kredi kartının faizleriyle birlikte ödeniyorsa bir de..
Allah Rasulü, o evin girişinde "Faiz yiyen Kabe’de annesiyle zina etmiş kadar büyük günah işlemiştir!" Hadisini okursa hangi er oğlu erin yüreği taşıyabilir bu yükü?
Hangi yüzle Peygamber buyur edilir bu eve?
Peki, biz soralım kadınlar olarak nefsimize..
Hangimiz o kapıyı açıp:
- "Hoşgeldin Ya RasulAllah, buyur!" diyebiliriz?
Üzerimizdeki tesettürün eksikliğinden, koltukların arkasına gizleniriz belki de değil mi?
Kaçımızın “tesettür" diye giydiği kıyafet ile Allah Rasulü'nün huzuruna çıkmaya cesareti var?
Ya "Giyinik çıplaklar" hadisini okursa gözlerimizin içine baka baka!..
O anı yaşamaktansa, o gözlerimiz kör olsa daha iyi değil midir!..
Soframıza buyur etsek onu, gördükleri karşısında sinirlendiğinde alnında beliren o mübarek damarı çıkar mıydı acaba!..
Bir tas yemeğimiz var mı ki sunup da:
- "Ye benim canım Peygamberim.. Helaldir, tayyibtir, şüphesiz tertemizdir! Buyur ye Ya RasulAllah…” diyeceğimiz!..
O çok güvendiğiniz sertifikalı bisküvilerin hangisini açıp da tayyibtir diye çayın yanında sunabilirsiniz Peygamberimize!..
Hiçbirini değil mi?
Evlerimiz Avrupa modasına göre döşenmiş, dolaplarımız İsrail ile bezenmiş; biz ise hristiyan adetleriyle yaşıyorken hangi halimizle, hangi yemeğimizle ağırlayabiliriz O'nu evimizde?
Ya evlatlarımız!..
Kızını cenazeden cenazeye zorla kapatan bir anne, oğlunun yırtık kotuyla youtuber fenomeni tipiyle nasıl ikna edebilir onu "Bunlar da senin ümmetin” diye!..
"Hani sen, çokluğumuzla övünecektin ya; bak çoğaldık Ya RasulAllah!.." diye evlatlarımızı verebilir miyiz onun kucağına!..
İftihar edebilir miyiz onlarla!..
"Bak bunlar da senin Enes'in, Musab’ın!.." diyerek feda edebilir miyiz?
Etsek, çocuğumuz Musab gibi kolları kopsa da omzu ve boynu arasında taşıyabilir mi bu İslâm sancağını!..
Mideleri İsrail ürünleriyle, kimyasallarıyla dolmuş bu çocuklardan Peygamberin ordusuna asker olur mu!..
"İnsan nasıl yaşarsa öyle ölür, nasıl ölürse öyle dirilir, nasıl dirilirse öyle de haşrolur!"
Biz bu şekilde yaşamaya devam edersek bugün değil ama yarın mutlaka yukarıda tarif ettiğim şekilde çıkacağız Allah'ın huzuruna..
Ve bizim için taşlanan, mübarek dişi kırılan, sakalı kan içinde kalan dünyanın en büyük sıkıntılarını çekmiş Peygamberimiz de olacak orda ve bize Allah'ın şahitliği ile sorarsa:
- "Siz bana, böyle mi karşılık verecektiniz?"
Var mı verecek cevabı olan?
Hangi yüz olacak ki bu soru karşısında bir de “Şefaat” dilenebilsin..
"Siz bana, böyle mi karşılık verecektiniz!" dediği an, var mı bir dağ arkasına saklanalım, var mı bir çukur içerisine gizlenelim..
Güneş bir mızrak boyu tepene inmiş, cehennem, “Payım!.." diye gürlüyor evladın yüzünü tırmalıyor, annen senden kaçıyor..
Peki var mı o gün, bir çaresi olan?
Krediyle ahiretini yaktığın evin, serap olmuş...
Uğruna insanları zora soktuğun eşyaların günahtan başka birşey yüklememiş…
Saçının teline kıyamadığın, hergün okula uyandırıp, bir sabah namaza uyandırmadığın evladın perişan olmuş…
Umursamadan yediğin her şüpheli yemek, midene ateş olarak dolmuş ve bu hale gelmenin yegane sebeplerinden biri olmuş..
"Keşke geri dönseydim de gerekirse bir hasır üzerinde bir kuru ekmek yeseydim…" diyeceksin ama iş işten geçecek..
Bu sebeple hala vakit varken beklemeyin artık..
Sonun sonundayız, artık bitti..
Ve ben, şu gidişatımıza bakarak diyorum ki:
- Ya Rabbi!.. Rasul’ün hürmetine toparla bizi..
.
Yağmur Mirzayeva, dikGAZETE.com