Bir varmış bir yokmuş / Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde…
Pireler berber iken, develer tellal iken / Ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken…
Çocukluğunu yaşamak konusunda şanslı bir kuşak bizimkisi.
Sokaklarda uzun süre, çoğu zaman akşam karanlığında bile güvenle, misket, çelik çomak ve daha bir çok doğal oyun oynamış, gazoz kapağı toplamış, büyüklerinden masal dinlemiş, birbirine masal anlatmış, çok şeyi olmayan fakat mutlu çocuklardık biz.
Bu tekerleme, bu yüzden bize yabancı değil.
Fakat “Kim Milyoner Olmak İster” programının bir bölümünde, üniversite öğrencisi bir yarışmacı, ilk soru olan “masalların başındaki tekerlemede develer ne iş yapar?” sorusunu bilemez.
Soru çok basit olduğu düşünülerek ilk sıraya konulmuştur.
Yarışmacı, heyecanından değil, hiç bilmediği bir konu olduğundan fazla düşünmeye gerek görmez ve seyirci hakkını kullanır.
Seyircilerin büyük çoğunluğunun verdiği cevabı son kararı olarak belirtir.
Fakat seyirci de bilememiştir.
Böylelikle elenir.
Yarışmacı yukarıdaki tekerlemeyi, hayatında hiç duymadığını söylediğinde o dönemde yarışmayı sunan Kenan Işık şaşkınlığını gizleyemiyor. (Bu arada Kenan Işık 7 yıldır yoğun bakımda. Kendisine şifa diliyoruz.)
Uzmanlara göre hem masalların hem tekerlemelerin çocukların gelişiminde önemli bir rolü var. Şöyle ki:
- Masalı anlatan ile çocuk arasındaki bağ kuvvetleniyor...
- Çocuğun, karakterleri hayalinde canlandırmaya çalışması onu zihinsel olarak geliştiriyor...
- İyiyi ve kötüyü, doğruyu ve yanlışı ayırt etmeyi öğreniyor...
- Sabredenin muradına erdiği...
- Yapılan iyiliklerin karşılıksız kalmayacağı...
- Zekanın çoğu zaman beden gücünden üstün olduğu...
- Sevginin birçok şeyden daha değerli olduğu...
- Hiçbir zaman ümitsizliğe kapılmamamız gerektiği ve bunun gibi kişiliğin oluşmasında büyük önem arz eden mesajlar içeriyor.
Tekerlemeler ise güzel konuşmayı ve diksiyonun daha iyi olmasını sağlıyor.
Diksiyon derslerinde bol bol tekerleme okuma pratikleri yaptırılmasının sebebi budur.
Fakat günümüzde anne - babalar olarak bizler, çocuklarımıza tekerleme öğretmek ve masal anlatmak için vakit bulamıyoruz.
Çocuklar da bu boşluğu bilgisayar oyunları, çizgi filmler ve diziler ile dolduruyorlar. Burada daha da vahim olanı, bu çizgi filmlerde ve dizilerde onların gelişimini olumsuz etkileyecek ve kişiliklerini zedeleyecek unsurlar bulunması.
Okuduğum bir yazıda “Büyüyünce ne olacaksın” sorusuna cevap olarak “Mafya babası olacağım” diyen bir çocuktan bahsediliyordu. Üstelik bu örneğe, azımsanmayacak bir sıklıkta rastlanmakta olduğu belirtiliyordu.
Bununla birlikte “akıllı” cihazların kullanımının artması, insanın akıl seviyesinde bir azalışa mı neden oluyor sorusunun cevabı çok önemli.
Küçük yaşına rağmen interneti ve bilgisayarı kullanabildiği için çocuklarımızın çok zeki olduğunu düşünüyoruz, fakat uzmanlar böyle olmadığı kanaatinde.
Biz çok akıllı, zeki ve farklı bir nesil yetiştiğine inanıyoruz fakat “Silikon Vadisi”nde teknolojiyi üreten en önemli firmaların yöneticileri böyle düşünmüyor.
Böyle düşünmedikleri için de çocuklarının eğitiminde kara tahtalı, tebeşirli eski tip ve doğal uygulamalar içeren okulları tercih ediyorlar.
“Akıllı” telefonların, tabletlerin ve bilgisayarların kullanımını öğrenmenin diş fırçalamayı öğrenmek kadar kolay olduğunu ve bu cihazların kullanımının zekâyı geliştirmediğini itiraf ediyorlar.
Çocuklarını gönderdikleri okullarda, problem çözme ve matematik becerisi, “örgü örmek, makas ya da bıçak kullanmak” gibi ufak el becerileriyle gelişiyor.
El becerileri ve atlama, zıplama, tırmanma gibi hareket becerileri, 7 yaşından sonra zekâya dönüşüyor.
Oysa pandemi nedeni ile son dönemde daha da artan teknoloji ağırlıklı eğitim, radyasyon emisyonu, obezite ve saldırganlık eğilimi gibi olumsuz sonuçlar doğurabiliyor.
Daha da kötüsü, değil evden, temel ihtiyaçlar dışında odasından bile çıkmayan ve kimseyle konuşmayan, internette dolaşmak, bilgisayar oyunu oynamak ve uyumak dışında bir şey yapmayan gençlerin sayısında önemli bir artış var.
Japonlar bu durumu “Hikikomori-Hayattan elini ayağını çekmek” olarak isimlendirmişler.
Japon yetkililere göre 1.5 milyon genç bu durumda.
İfadelerim yanlış anlaşılmasın fakat sormadan edemiyorum:
-Tavuğun bile kümeste yetişeni değil, gezeni makbulken ev hapsinde büyüyen çocuklarımızın sağlıklı bireyler olmasını nasıl sağlayacağız?
Sokakta oynayamayan, masal anlatılmayan, okula gidemeyen, devamlı elektronik cihazlara - radyasyona maruz kalan ve “mafya babası” olmak isteyen çocukların vebalini nasıl yükleneceğiz?
“Mesafe, Temizlik ve Maske” kuralını ihlal etmeden mutlaka bir şeyler yapmalı, hem kendimize hem çocuklarımıza yönelik çözümler üretmeliyiz.
Eskiden bazı şirketlerin personel alımları sırasında yaptıkları mülakatlarda sordukları esprili bir soru geliyor aklıma:
-Çocukluğunuzda sokak çocuğu muydunuz apartman çocuğu mu?
Dayanıklılık açısından bir avantaj kabul edildiği için sokak çocuğu olmak tercih sebebiydi.
Teknolojik gelişmeler, pandemi ve Hikikomori vakalarındaki artış böyle devam ederse yakın gelecekteki mülakatlarda aynı soru muhtemelen şu şekilde sorulabilir:
- Son bir yıl içinde evinizden dışarı kaç kez çıktınız?
.
Hüseyin Burak Uçar, dikGAZETE.com