Çoğaldıkça yalnızlaştırıldığımız bir dünyada yaşıyoruz. Algı, saflarını sıklaştırmada tereddüde yer bırakmadan varlığını sürdürmeye devam ediyor.
Toplumların a sosyal bir varlığa dönüşüp, evlere tıkılmasına neden olan mücbir sebep, çözüm olarak tasarlanan sosyal medya aracılığıyla, sosyalleşme de dâhil, her türlü ihtiyacın giderilmesine katkı sunuyor.
Özgürlükler kısıtlandıkça aklıyla başına iş açanların sayısı giderek azalırken Sosyalleşme isteğine gem vuramayanlar cezai işleme tabi tutuluyor.
Özelleştirmeler aracılığıyla, devletin küçülüp, bireyin saygın olduğu çağa kapı aralama iddiası ile ortaya çıkan liberalizmin rolünü tamamlayıp, sırra kadem bastığı görülüyor.
Toplum ise, hangi düşün peşinde koşsa, sonunda kendini gerçeğin ayakları dibinde bulmaktan bir türlü kurtulamıyor.
Bu kez, liberalizm aracılığıyla dolmaya getirilip, küresel sermayenin ayakları dibinde kendini bulmuş ve şimdilerde kişisel hak ve özgürlükler bir yana yaşam savaşı vermektedir.
Yüzbinlerce yazar kasa işlevsiz hale gelmiş, kapatılan kepenkler, açlık korkusuna kapı aralarken, hayata kaldığı yerden başlamanın mümkün olamayacağı anlaşılmaktadır.
Kahredici bir çaresizliğe terkedilen esnaf, sokağın sükûnetine halel getirmeme adına, muhatap bulamadığı için, öfkesini karanlığa haykırıyor.
Ve varsa, gidişat mevcut hevesleri de tükettiğinde, artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı görülüyor.
Hülasa, soluksuz kalmayla başlayan bir belanın sancağı tepemizde dalgalanmaya, küresel şirketlerin bu sancağı göndere çekmedeki katkısı tartışılmaya devam ediyor…
Anketlerde umulan ile bulunan arasındaki farkı gidermek için, önce reform, sonra yeni anayasa, yetmedi bir de kahramanlık öyküsü derlemeye çalışıp müjdeye hazırlanırken yaşanan hüsran, toplumu derinden etkilemiştir.
Yıllardır denenmiş olan, muhalefeti sindirip yıldırarak başarılı olmanın cazibesi, en kaba şekliyle varlığını hissettirirken bu maceraya atılmak yanılgıları her daim taze olan ‘saray aklı’nın ürünü olsa gerek…
Tam bir akıl tutulması…
İleri doğru atılan adımların, mevcudun gerisine düşmemize katkı sağlamasının sorgulanmaya muhtaç olduğu açıktır.
Maalesef, bedelsiz olan bu düş kırıklıklarının sonu gelmediği gibi sorumlusu da bir adım öne çıkarak, kendini görselleştirmekten imtina etmektedir.
Övünme payı çıkarılan olguları, erişilmez bir gurur ile sergilerken, yerinilecek olaylarda karanlığın sırlarına kavuşmak, adil insancıl ve Vicdani olmasa gerek.
Değer yargılarını nereye koyup, nereden kaldıracağının hesabını sürgit ikbale endekslemeye meftun olanların, bu durumun, toplumun gözünden kaçmadığını da bilmelerinde yarar var.
Beklentilerin bilinmezliği önceden kurgulanır, umut kafa karıştırmaya, medya berberi tıraşa devam eder…
Geldiği yere kendi isteğiyle gitmeye yanaşmayanı gönderme zarureti, vicdanları rahatlatma adına bir zorunluluktur.
Yetersizliğiyle göz dolduran kişilere, aşağılama hevesini körükleyen makamların bahşedildiğini görünce, kapasitenin sorgulamadan muaf tutulduğu kanaatine varıyor insan.
Eş, dost, akraba ve okul arkadaşlarıyla salt direktife göre hareket edilen sistemle maalesef, işler yürümüyor, yürüyemiyor…
Gücünü ve toplum nezdindeki güvenirliğini giderek yitiren sistemin, hayal gücüyle varlığını sürdürmeye çalışması, giderek azalmakta olan coşkunun frekansını yükseltmeye matuf bir girişimdir.
Suni amaçlar üreterek meşgale bulmakta zorlanmayan iradenin, çöp yığınları ve kuyruklar ile geçmişe, aya çıkma vaadiyle geleceğe götürme iddiası, hayal gücünün somut bir kanıtıdır.
Sonuç olarak, gelecek ufkundan işkillenen vatandaşın bakkala markete gidemediği, simidin askıya çıktığı bir zamanda aya çıkma düşüncesi, mantığın bozguna uğramış hal-i pür melalidir.
Ancak, aya uzay aracı gönderme fikri, tasavvurumun ötesinde bir olgu ve mevcut olanaklardan da bi haber isem, size bir müjdem var.
Sema esnasında bir semazeni tıraş ederek ‘Guinness’e adını yazdırmış bir berber olarak, ayda ilk tıraşı gerçekleştirmek için gönüllü yazılacağım.
Şimdilik, attığımız her adımı borçlu olduğumuz yer çekimine bağlı medya berberinden hepinize sıhhatler olsun efendim.
***
ENSE TIRAŞI
Biz eskiden yeşili çok severdik.
Hatta bazı ülkücüler; “Bunların dışı yeşil içi kırmızı” derdi.
“Karpuz” benzetmesine kızardık.
Gözümüzde canlandırır, gülerdik.
Biz eskiden yeşili çok severdik…
Gün gelip, mücahitler doğaya karşı mesafeli bir müteahhit
Yeşil de sermaye olunca
Yüzüm kızardı…
Ve bu süreçte, kümbetli mimarisine zıt, köşeleri olan camia öyle büyüdü ki her köşesi yalan, dolan, dalavere…
Günahkârlık, kalabalığa karışıp, camia içerisinde adeta buharlaştı.
.
Medya Berberi
Ahmet Beyaz, dikGAZETE.com