Şeytanın çalışma odası ve dağınık zihin sendromu

Hüseyin Burak Uçar

2 hafta önce

ŞEYTANIN ÇALIŞMA ODASI VE DAĞINIK ZİHİN SENDROMU

60 yaşında lise okumaya karar veren ve 90 yaşında El-Ezher Üniversitesinde Rektör olan Zekeriya El-Ensari isminde bir adamın hikayesini okumuştum uzun yıllar önce. (Genç Beyin/Kasım 2003) Hayata bakış açısından çok etkilendiğim bu adam, Üniversitenin kapısındaki bekçiyeburasını kim yönetiyor” diye sorar ve o yöneticinin “Rektör” olarak anıldığını öğrenir.

Kendisinin nasıl rektör olabileceğini sorunca da bu soruya oldukça şaşıran bekçinin alaylı tavrı ile karşılaşır. Onun ilkokul mezunu olduğunu öğrenen bekçi, rektör olabilmek için gereken eğitimleri almaya başlamak için çok yaşlı olduğunu söyler. Fakat adam ısrar edince, bu görev için çok uzun bir tahsil hayatı gerektiğinden bahseder.

Ortaokul, lise ve üniversiteden mezun olup doktora yapması gerektiğini ve ardından doçent ve profesör unvanlarını alması gerektiğini bir bir anlatır ve sonunda ona kendi anlayışı ile “acı gerçeği” söylemeyi ihmal etmez:

- Senin gibi 60 yaşında birisi için bütün bunları başarabilmek mümkün değil.

Adam yine de ümidini kaybetmez, yalvara yakara idare amiri ile görüşme izni alır ve hizmetli olarak üniversitede göreve başlar. Çalışırken bir taraftan da ortaokulu ve liseyi dışarıdan bitirir. Sınavlara girip, kendi üniversitesinde okumaya hak kazanır. Bu arada, büyük kültür hizmetlerinde bulunur, sosyal faaliyetlere öncülük eder. Üniversiteyi bitirdikten sonra yüksek lisansını, doçentlik çalışmalarını yapıp 90 yaşında profesör olur. Üniversite heyeti, büyük başarı ve çalışmalarından duydukları memnuniyetten dolayı bu 90’lık ihtiyarı üniversiteye rektör seçerler. Birkaç sene görevini titizlikle yaptıktan ve nice talebeler yetiştirdikten sonra görevinden ayrılan bu güzel insanın yaşama azmi ve başarma aşkı ile dolu hayatı 120 yaşında iken noktalanır.

Bu tam bir “hayatta hiçbir şey için geç değildir” hikayesi. Fakat bu hikayede sizinle paylaşmak istediğim çok önemli üç husus daha var:

1- BAŞARILI İNSANLAR “NE İSTEDİĞİNİ BİLEN” İNSANLARDIR.

Ne istediğini bilen ve bunun için yılmadan çalışan insanların mutlaka başardığına yönelik hem ülkemizde hem dünyada yaşanmış örnekler saymakla bitmez. Başarılı insanların hemen hemen hepsi “ne istediğini bilen” insanlardır. Onlar bunun için nelerden fedakârlık yapacağını da bilirler. “Ermiş” isimli kitabı ile dünyaca tanınan Halil Cibran, ne istediğini bilmenin önemine şu sözlerle değiniyor:

- Kişinin hayal gücü ile düşlerinin gerçekleşmesi arasındaki mesafe, yalnızca onun yoğun isteği ile aşılabilir.

Burada ‘isteme’nin de bir “yeterlilik seviyesi” olduğunu görüyoruz. Bu seviye, “yoğun istek” kavramı ile ifade edilmiş. Çoğu zaman bu seviye “tutku” kelimesi ile de ifade edilmektedir.

Denilebilir ki; istemek sihirli bir kelimedir. İnsan bir şeyi gerçekten isterse, yılmadan çalışır ve “başarana kadar bana rahat yok” derse, herkes uykularda, eğlencelerde iken o buna odaklanırsa, ne yapar ne eder o hedefi, amacı veya davayı gerçekleştirir. Elbette ki bunun istisnaları olabilir ve elbette ki bu gerçekleşme Allah’ın (cc) izni ile olmaktadır.

Güncel konu olması hasebi ile bu saydıklarıma bire bir örnek olarak aklıma Kudüs Fatihi Selahattin Eyyubi ve onun günümüz dünyasında kendisini “Müslüman” olarak konumlandıran herkesi utandıracak şu sözleri geliyor:

- Kudüs, zalimlerin elinde oldukça ben nasıl gülerim? Kudüs işgal altındayken bir Müslüman nasıl gülebilir, nasıl rahat bir uyku uyuyabilir. Onu fethetmeden gülmek de rahat ve rehavet de haram olsun bana.

2- BOŞ BİR ZİHİN “ŞEYTANIN ÇALIŞMA ODASIDIR”

Kanaatimce hikayedeki diğer önemli hisse 60 yaşından sonra bile öğrenme fiilinin devam etmesinin çok önemli olduğu ve “zihni canlı tutmak için mutlaka yeni bilgiler ve yeni uğraşlar edinmek” gerektiğidir. İnsan kaç yaşında olursa olsun yeni şeyler öğrenmek ve zihni meşgul edecek yeni hobiler ve uğraşlar edinmek zorunda. Bunun aksi olursa hem zihnen hem bedenen zayıflama hasıl oluyor ve erken yaşlanma kaçınılmaz oluyor. Ayrıca boş bir zihnin şeytanın çalışma odası olduğu unutulmamalı.

Hikayemizde 60 yaşında ortaokula başlayan ve sonrasında tüm aşamaları geçerek profesörlüğe kadar yükselen kahramanımız hem zihnen hem bedenen çok uzun yıllar sağlıklı kalmayı başarıyor.

Meşhur tarihçi, sosyolog, filozof, siyaset ve devlet adamı İbn Haldun’un (1332 – 1406) şu muhteşem sözü tam da bu durumu özetliyor:

- İnsan beyni değirmen taşına benzer. İçine yeni bir şeyler atmazsanız kendi kendini öğütür durur.

3- “DAĞINIK ZİHİN SENDROMU” ÇAĞIMIZIN EN YAYGIN HASTALIĞIDIR.

Hikayemizden alacağımız üçüncü hisse; Dağınık ve Bulanık değil, Berrak ve Açık bir Zihne sahip olmamız gerektiğidir.

Amerika’da yapılan bir araştırma, her üç kişiden birinin tuvalette bile cep telefonu ile meşgul olduğunu ortaya koymuş. Yine dört kişiden üçü cep telefonu elinin altında ya da anında ulaşabileceği yerde olmazsa panik yaşıyormuş. Bu konu, ülkemiz açısından da farklı olmasa gerek. Hatta bizde, Cuma namazında hutbe okunurken bile cep telefonundan sosyal medyada gezinenlerin sayısı her geçen gün artmakta.

İleri teknoloji, insanı hipnotize eden, odaklanamamaya ve dikkat dağınıklığına neden olan, aynı anda birçok şeyi yapmaya çalışırken hiçbir şeyi tam yapamadığımız, çok yoğun bir hayat dayatıyor bize. Öyle bir bilgi, uyarı ve mesaj bombardımanına tutuluyoruz ki içlerinden gerekli olanı çıkarıp almakta zorlanıyoruz. Bu durumu ifade eden kavramlarda da bir artış var: “Dağınık Zihin Sendromu”, “Zihin Bulanıklığı”, “Beyin Sisi”, “Dikkat Dağınıklığı” vbg.

Zihni boş bırakmaya da gelmiyor, fazla doldurmaya ve dağınık bırakmaya da.  Tabiri caiz ise Şeytan, zihindeki boşluğu da dağınıklığı da hemen fırsata çeviriyor.

Şimdilerde cep telefonları ve sosyal medya platformları sayesinde işi daha da kolaylaşmış olmalı.

Yazımızın başında 60 yaşında bir ilk okul mezunu iken aldığı kararla, 90 yaşında Üniversite Rektörü olmayı başaran kahramanımızın hikayesi günümüzde geçseydi bile kanaatimce o, çağımızın hastalığı dedikleri Dağınık Zihin Sendromuna yakalanmayacak ve zihnininteknolojik cihazların ve sosyal platformların çalışma odası” olmasına müsaade etmeyecekti. Bunu nereden mi biliyorum? Çünkü onun “Ne İstediğini Bilmek” ve “Gereken Fedakarlıkları Yapabilmek” gibi çok önemli iki özelliği vardı.

Yazımızı Hz. Mevlana’nın, aile, iş ve özel hayatımızda mutlaka dikkate almamız gereken şu çok haklı uyarısı ile bitirelim:

- Bir insan bilmiyorsa ne istediğini hem seni ziyan eder hem kendini…

.

Hüseyin Burak Uçar, dikGAZETE.com

.

YAZARIN DİĞER YAZILARI