Bugün uyurken aniden bir titreme hissettim; acaba üşüyor muydum, yoksa günlerce susuz kaldığım için vücudumun gösterdiği bir tepki miydi!
Kafamı hafifçe kaldırmaya çalıştım ama o gücü kendimde bulamadım.
Göz kapaklarım o kadar ağırlaşmıştı ki sanki bir daha hiç açılmamak üzere kapanmışlardı.
Gözlerimi yavaşça araladım ama hiçbir şey göremiyordum, hiçbir ışık yoktu neredeydim ben?
Bana ne yapmışlardı?
Usulca ve bir o kadar korkarak doğrulmaya çalıştım lakin ayaklarım bunu istemiyor, vücudum bana karşı koyuyordu.
Vücudumun bir et yığınından farkı yoktu.
Ona hâkim olmakta zorlanıyordum.
Nihayet ayağa kalkabildim.
Sokağın ilerisinde belli belirsiz bir ışık yansıyordu.
Köşeyi dönsem, yardım edecek birilerini bulma ümidi ile titreye titreye yürümeye başladım.
Yaklaştıkça sesler artıyor, her yer aydınlanıyordu.
Kalbim daha hızlı çarpmaya başladı.
Korkudan mı yoksa kurtulabilme ümidinin verdiği sevinçten mi bilemiyorum.
Tek bildiğim, üşüdüğüm ve açlıktan karnıma giren şiddetli ağrıya artık katlanmakta zorluk çekiyor olmamdı.
Köşeyi dönünce, korku vücudumu öylesine sarmıştı ki adeta canımı yakıyordu, göz bebeklerimin büyüdüğünü hissedebiliyordum.
Uyandığım o kuytu ve ıssız köşeye geri dönmek istiyordum ama yapmayacaktım.
Korkunun beni ele geçirmesini istemiyordum.
Caddeye ulaşmıştım.
Süratle geçen arabaların arasında buldum kendimi.
Koşmalıydım çünkü tereddüt edersem bana çarpmaları an meselesiydi.
Ölümün o soğuk nefesini ensemde hissettim ama zoraki de olsa kendimi karşıya atmayı başarabildim.
Bu halimi gören birkaç kişi, sadece iç geçirmekle yetinip yollarına devam etmeyi tercih ettiler.
Yorgun bedenimi sokaklar boyunca sürükledim.
Birçok insanla göz göze geldim ama yardım çığlıklarımı onlara duyuramıyordum; aksine beni görünce yol değiştiriyorlar, gözlerini kaçırıyorlar hatta kendi aralarında benim hakkımda konuşup burun kıvırıyorlardı.
Neden bana kimse yardım etmek istemiyordu?
Ne yapmıştım ki ben onlara?
İnsanlar neden bu kadar acımasızlaşmıştı?
Bunları düşünürken ne kadar yürüdüğümü hatırlamıyorum.
Şişen ayaklarım, artık daha fazla yürümek istemiyordu.
Göz kapaklarımı zor tutuyordum.
Bedenim, her adımımda daha da ağırlaşıyordu.
En sonunda dayanamayıp usulca yumdum gözlerimi.
Gözlerimi çok farklı bir yerde açtım.
Yumuşacık bir yatağın üstünde sıcacık bir odadaydım.
Bir anda içeriye birkaç kişi girdi.
Biraz ürperdim yattığım yerden toparlandım ama bana o kadar narin yaklaşıyorlardı ki onlardan korkmak için bir sebep bulamadım.
Zamanla onlara daha çok güvendim ve daha çok sevmeye başladım hatta zaman zaman kıskanmaya bile başlamıştım.
Artık onları çok seviyorum.
Bu arada, benim adım “Bruce”, sokaklarda geçirdiğim zor zamanlarımı sizlere anlatmak istedim çünkü diğer arkadaşlarım da sokaklarda benim kadar, hatta daha da zor şartlarda hayata tutunmaya çalışıyorlar.
Eski ailem, beni bir yaz tatilinde buraya bıraktı ve gitti.
O günden beri sokaklardaydım.
Belki beni bulmasalar ölmüş bile olabilirdim diğer birçok arkadaşım gibi ama ben onlardan şanslıydım böyle iyi yürekli insanlara rastladım ve bana evlerini açıp sıcak bir köşe verdiler.
Sokaklarda benim gibi bir sürü arkadaşım var; aç, susuz, yardıma muhtaç.
Siz de lütfen onlara sahip çıkın.
Kapınızın önüne mama ve su koymayı ihmal etmeyin.
Bu hikayeyi, bizlerde biraz olsun empati duygusunu uyandırmak için yazdım.
Bir köpeğin, sokaklarda ne kadar zor şartlar altında yaşama mücadelesi verdiğini, günler boyunca aç ve susuz yaşadığını anlatmak istedim.
Bu canların hayatını kolaylaştırmak bizim elimizde çünkü bizden başka yardımcı olacak kimseleri yok.
Hikayemdeki o köpeğe “Bruce” ismini vermek istedim, çünkü benim için çok özel bir isim.
O da sokaklarda zor zamanlar geçirmiş yaralanmış bir köpeğin ismiydi; en çok sevdiğim köpeğimin ismiydi.
Ne yazık ki Bruce artık aramızda değil.
Bu nedenle, bu yazıda ona da yer vermek istedim.
Sizler de lütfen bu canların sessiz çığlıklarına kulaklarınızı tıkamayın.
.
Hidayet B. Gürbüz, dikGAZETE.com