Ülkemizde Milli Gelir dağılımını Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) araştırıp paylaşıyor.
Buna bağlı olarak ne durumda olduğumuza dair ipucu edinmiş oluyoruz. Gerçi belli parametrelere ilişkin gözlemlerimiz olsa da resmi veriler önemlidir.
Toplumun en zengin yüzde 20'sinin gelirinin, en yoksul yüzde 20'sinin gelirine oranı 7,5'ten 7,8'e çıkmış.
"Sürekli yoksulluk" oranımız ise yüzde 12,7 olarak belirlenmiş.
2019’da belirlenen bu veriler, bize sermayenin adil dağıtılamadığını, zenginin serveti artarken fakirin cebindeki deliğin büyüdüğünü gösteriyor.
Sosyal yardımlar ile hayatını ikame ettirmeye çalışan insanlarımızı hiçbir zaman hatırımızdan çıkartmamamız gerekiyor.
Yoksulluğu bitiremesek de azaltmanın yolunu araştırıp, gerekli mali tedbirleri almak zorundayız. Bu insanları sosyal yardım bekler halde bırakamayız.
Devletin alacağı bazı radikal önlemler, yoksulluğun önlenmesine katkı sağlayabilir.
Hazine ve Maliye Bakanlığı istisnasız tüm kamu kurum gelir ve giderlerini oluşturacağı havuz sistemi ile koordine edebilir. Bunu daha önce ülkemiz denemiş ve başarılı olmuştu.
Devlet, gelirini israf etmeden, birçok kalemde tasarruf ederek vatandaşına daha iyi hizmet sunabilir.
Vergi kalemlerinin yeniden düzenlenmesi, bazı vergi kalemlerinin yürürlükten kaldırılması yöntemiyle vergi ödemelerinde yeni bir uygulama sistemi geliştirilebilir.
Eski Türkiye’nin vergi uygulamalarıyla Yeni Türkiye’de başarı yakalayamayız!
Halen asgari ücretliden, birden fazla kalemde vergi alınmaktadır.
Sermayede adil dağılım için çalışanlardan vergi alınmamalıdır. Kamu veya özel sektör farkı olmadan çalışanların üzerinden vergi yükü kaldırılmalıdır.
Çalışan, işverenin kendisine ödemeyi vaat ettiği ücreti eksiksiz almalıdır. Yani hesaplanan brüt ücret, çalışanın eline geçmelidir.
Bu neyi sağlayacak?
Çalışan, aldığı ücret ile daha fazla alışveriş yapacak, borcunu ödeyebilecek, devlet yine çalışandan alacağı vergiyi başka kalemler vasıtasıyla hazinesinde bulacak.
Çalışan, kazancı ile mutlu olurken, ailesini de daha çok mutlu edecek, boşanma sayıları azalacak, kadına şiddet bir nebze olsun azalacak, bankalar batık kredi sayısını azaltacak…
Çalışana verilen bir kuruş fazla ücret devlet için kayıp değildir.
Vatandaşın, çalışanın yerinden kalkamadığı, sağa sola borçlandığı, bankaların peşine taktığı icracılardan kaçmaya çalıştığı, marketin önünden geçerken çocuğunun en ufak talebinde bile boğazında kocaman bir düğüm olduğu bir ortamda kalkınmadan bahsedemeyiz.
Asgari ücretimiz diğer ülkeler karşısında ligden düşmeye oynuyor bunun farkında mıyız?
Bir de başımıza bela olan salgın ortamında dar gelirlinin durumunu gözünüzün önüne getirin!
Asgari ücretle bile geçinemeyen yoksul vatandaşlarımıza asgari ücretin yarısı kadar yardım edebildik…
Bu yüzden çalışmayan kadına asgari ücret miktarında ücret ödenmesi gerekir.
Sosyal yardımlar ve vergi uygulamaları acilen gündeme gelmelidir. Dünya, yeni bir döneme girerken, yeni bir çağdan bahsederken, Eski Türkiye uygulamalarından hızla uzaklaşmalıyız.
Milli Devlet politikaları belirlenmesi gerekiyor tabii ki vatandaş odaklı, yoksulluğu bitirmeye dönük projelerle…
“Başımızda birden fazla mesele varken yoksulu, açı, yolda kalmışı mı düşüneceğiz? Onlar da başının çaresine bakmanın bir yolunu bulsun…” denebilir.
Toplumun en zenginleri servetine servet katarken, ekonomiyi baltalamak için elini daha da güçlendiriyorlar, diğerleri ise ekonomiyi baltalamak için en fazla hamaset edebiyatı yapabilirler.
Sermayeyi tabana yayarak, adil şekilde yayamayan hükümetler zenginleşmelerine göz yumduğu veya bir şey yapamadığı zenginler ile gücünü paylaşmak zorunda kalabilir.
Seçilmiş hükümetlerin zenginlerin iki dudağından çıkacak söze göre politika belirlemek zorunda kalmasını hiçbir zaman istemeyiz.
Zenginlerle fakirler arasındaki makas ne kadar azalırsa Hükümetler daha özgür politikalar belirleyebilir ve mesailerini daha farklı verimli ortamlarda değerlendirebilir.
.
Muhammed Işık, dikGAZETE.com