?>

Sen yürüyen bir evrensin

Hüseyin Burak Uçar

3 yıl önce

Evrende akıl almaz bir büyüklük söz konusu. Güneşimiz 1 milyon 300 bin adet dünya ediyor. İçinde bulunduğumuz Samanyolu galaksisinde yaklaşık 200 milyar güneş (yıldız) olduğu belirtiliyor. 

200 milyar güneş sadece bizim galakside. Oysa bu büyüklükte bir galaksiden de en az iki yüz milyar adet daha var. 

Evrendeki yıldız sayısının dünyadaki kum tanelerinden daha fazla olduğunu hesaplayan çalışmalar yapılmış. (BBC NEWS)

Biz sadece kendi galaksimizdeki 200 milyar yıldızı tek tek saymaya kalksak, buna ömrümüz yetmiyor. Çünkü bu sayım işlemi 6.400 yıl sürüyor. 

Sağlamasını 1000’e kadar sayarak yapabilirsiniz; Bu işlem bile 17 dakikanızı alacak. 

Bizim dünyadan ayrılıp, kendi galaksimizi geçmemiz ışık hızı ile 200.000 yıl sürüyor. Bu arada, ışık hızı; “saniyede 300.000 km hız” demek. 

Muazzam mesafeler ve büyüklükler bunlar.

Samanyolu galaksisi içinde dünyamızın kapladığı alan belki bir toz tanesi kadar. 

Evrende bir yıldızın kapladığı alan, dünyadaki bir kum tanesinin kapladığı alan kadar bile etmiyorsa varın siz dünyanın evrende kapladığı alanı düşünün. 

Nerede ise yok hükmünde. 

Tam bu nokta da aklınıza “bu yok hükmündeki bir alanda bir insanın kapladığı yer ne kadar” diye can sıkıcı bir soru gelebilir. 

Oysa biz bu sorunun cevabını bulmak, evrenle ilgili büyüklükleri ve dünyayı ne kadar doğru algıladığımız konusuna kafa yormak yerine, dünya hayatını olduğundan farklı zannetmeyi tercih ederiz. 

Sadece biz değil birazdan bahsedeceğimiz hikayedeki karıncaların durumu da bizden farklı değil. 

Onlar da bakın hayatlarını ne zanlarla yaşıyorlar:

Filibeli Ahmet Hilmi’nin “Amak-ı Hayal” - “Hayalin Derinliklerinde” romanında geçiyor hikayemiz. 

Kahramanımız, herkesin mezarlıkta yaşayan bir deli olarak tanıdığı Aynalı Baba isimli Veli ile tanışır. 

Sık sık ziyaretine gider ve onunla sohbet eder. 

Aynalı Baba, ney üflemeye başladığında ise kahramanımız başka alemlere ve zamanlara yolculuk yapmaktadır. 

Efsanevi ve mistik yerlere ve zamanlara ulaşır.

Budha ile de görüşür, Zerdüşt ile de. Kaf dağına da gider, Berzah alemine de. 100 yıl önce yazılan bu eser, fantastik bir üslup ile kurgulanan hayalleri ve evrensel hakikatleri ihtiva eden benzersiz bir roman.  

200 sayfalık bu eserin, dört sayfalık bir bölümünde, kahramanımız bir karınca hayatı yaşamaya başlar. 

Kendisi beden olarak bir karınca bedenine bürünmüştür ve algıları da bir karıncanınkine eşitlenmiş haldedir. 

Fakat olaylara insan gözü ile de bakabilmektedir. 

Kendisini, kalabalık bir bilgin karınca gurubu ile birlikte müthiş ve açıklanamayan doğa olaylarının olduğu, karıncaların “tuhaf arazi” ismini verdikleri bir yerde, bu olayların sebepleri hakkında bilimsel araştırma yaparken bulur. 

Gerçekten de hava gayet aydınlık iken, ortalık birden kararır ve gökten çok sıcak bir sel boşalmaya başlar. 

Birçok bilgin karınca bu selde can verir. 

Kahramanımız da olaya şahit olmuş ve adeta gökten bir sel akıyor olmasına ve üstelik çok sıcak olmasına o da çok şaşırmıştır. 

Birden aklına, olaya insan gözü ile bakabildiği gelir. 

O zaman gördükleri karşısında kendini kahkahalarla gülmekten alamaz. Çünkü “tuhaf arazi” dedikleri yer, iki tarafında mağazalar olan Napoli taşlarıyla döşenmiş geniş bir caddedir.

Karıncaların bu cadde üzerinde araştırma yapmak için karargah kurdukları yer, aynı zamanda bir at arabasının bekleme yeridir.

Sel gibi yağan sıcak yağmurun sebebi ise, bu at arabasına koşulmuş atların yaptığı dışkılamadır.

Sağ kalan bilgin karıncalar, şehirlerine döndüklerinde rapora şunu yazarlar:

Tuhaf Arazide, öyle güçlü bir mıknatıs ve elektrik gücü var ki ara sıra birdenbire şiddetlenerek havayı yoğunlaştırıyor. Küçük bir arıza ile o bulutlardan tufan gibi seller boşanıyor.

Araştırmalar göstermiştir ki insanlar gibi sosyal varlıklar olan karıncaların çoğu vasat bir görme yeteneğine sahiptir, hatta bazı türler tamamen kördür. 

Bir karıncanın etrafına tebeşir ile bir çember çizdiğinizde karınca o çemberden çıkabileceği halde çıkamıyor, çünkü o çizgiyi, aşamayacağı bir engel olarak görüyor. 

Bunu, “2 boyutlu gördükleri” şeklinde yorumlayanlar da var. Bizim de gözle göremediğimiz ya da görüp de yanlış değerlendirdiğimiz ve yapabileceklerimize bir engel olarak kabul ettiğimiz şeyler oldukça fazla. 

Sonuçta biz de sadece 3 boyutlu görebiliyoruz.

Elbette dünyadaki tüm canlılardan bize bahşedilen üstün özelliklerimiz ve aklımız ile ayrılıyoruz. 

Fakat evrenin büyüklüğü içerisinde kapladığımız alanı bilmemize rağmen acizliğimizi idrak edemiyor ve yaptığımız hatalardan, zulümlerden ve böbürlenmekten kendimizi alıkoyamıyoruz. 

Son yüz yıl bilimin, bilginin ve teknolojinin tavan yaptığı bir yüzyıl. 

Fakat yapılan araştırmalar gösteriyor ki son yüzyılda yapılan katliamlar tarihin hiçbir döneminde, hatta Moğolların zamanında bile bu seviyede olmamış. Oysa bu kadar bilimsel gelişmenin bizi daha medeni ve insancıl yapması gerekirdi diye düşünüyor insan.  

MevlanaKendini küçük görmeyi bırak. Sen yürüyen evrensin” derken, varoluş sebebini hayvanlarla aynı şeyleri yapmaktan, yani “yemek, içmek ve üremek”ten ibaret sanan ve kendisine bahşedilen üstün özellikleri kullanmayıp heba eden insanlara sesleniyor. 

Muhiddin-i Arabi de bu durumu “Küçük insan, büyük alemin bir minyatürüdür ve o büyük alemin bütün hakikatlerini bünyesinde toplamaktadır.” şeklinde ifade ediyor. 

Gerçekten de son araştırmalar göstermiştir ki, insanın hücrelerine inildikçe sanki evrende ilerliyormuşuz gibi düşündüren görüntülere ulaşılmaktadır.

Bu gerçekleri idrak edebildiğimiz ölçüde hem haddimizi - sınırlarımızı bilebilir, hem üstün özelliklerimizi fark edebiliriz.

Yoksa dünyada her yıl, açlıktan ve savaşlardan ölen, zulüm gören yüzbinlerce çocuk, milyonlarca insan varken, “aya turistik seyahat” yapabilecek olmamızla, evrenin oluşumunu araştırmak için “CERN”de 27 km uzunluğunda bir makine yapmış olmamızla ve “Ölümsüz İnsan 2.0” konusundaki gelişmelerle gurur duymamız, Mevlana’nın “Kendini küçük görme; Sen yürüyen evrensin” sözünü yanlış anlamış olduğumuzu gösterir. 

Çünkü asıl kendisi muhtemelen “yürüyen bir evren” olmayı başarmış olmasına rağmen, “o kadar yazarsın, o kadar okursun, ne bilirsin?” diye sorulduğunda şu muhteşem cevabı veriyor:

- Haddimi bilirim!

.

Hüseyin Burak Uçar, dikGAZETE.com

YAZARIN DİĞER YAZILARI