Oyuncu olarak elbet tanırdım, ancak o gün 1 Mayıs 1968'de dostumuz Atacan Arseven pikniğe, Büyükada’ya getirdi Şener’i.
O gün de "Bahar Bayramı" idi ve pikniklerle geçirilirdi.
Kuytu köşelerde, sonradan eskiyecek tüfeklerin kızıl bayrak, bez, battaniye açtıkları da variddir.
Bizimkisi lüküs bir ergen pikniği, asırlık bir köşk müştemilatı ve bahçesinde icra ediliyor.
Kızlı erkekli 100’e yakın kişiyiz; tanıdık tanımadık ŞenER’LE Atacan verandaya, masaya yerleştiler; giderken kopardık onları oradan.
Arada-sırada tuvalete gittikleri, o zamanlar “lavaboya" yapılmazdı, gözle şahit olunmasa da kuvvetli rivayettir.
ARada-sırada, kadehleri şişeleri tokuşturup "İşte banim sevgilim... Bir tanem.. Canım…" dedikleri de ayrı bir seyirlikti.
Şener’le tanıştık ya hafta 7 gün, 8 oyunlarına gidiyor, "Küçümen rollerde" sahneye çıktığında, Laurence Olivier’e nasip olmayacak tezahüratlar yapıyorduk.
"Yeni Komedi” de Emek’le beraber yerle bir edildi; kimse ses çıkarmadı.
"Kara kız” oynuyor Aliye Uzunatağan, ak bir tüy gibi uçuşuyor sahnede; Şener de avcı olsa gerek, sırtında dallar çalı-çırpı, sahneye girer girmez, biz azgın açık seyircisi gibi başlıyorduk vaveylaya…
Yıllar geçti…
Şener, "Yerinden Yönetim” döneminde, Başar’ın ekibinde sivrildi.
Ertem Abi’nin kadrosundaki yapı taşlarından biri olmuştu zaten Yeşilçam’da.
İşte o sıralar TV’de -tek TRT var- Derby traş bıçaklarının reklamında oynadı; tavla partisi sonunda, tavlayı rakibinin koltuk altına sıkıştırıyor ve “Öğren de gel” diyordu.
Reklam acayip tuttu ve traş bıçağını batırdı.
"Reklamın iyisi kötüsü olmaz" diye şekeri gitmiş bir sakız vardır.
Yanlıştır eksiktir.
Reklamın "etkilisi-etkisizi" olur ve iyi etkili reklam, iyi malı sattırır; kötü malı batırır.
Aynı markanın "Ali Desidero" reklamının da akibeti aynı oldu.
Bir üçüncüsü de var hatırlayınca eklerim...
O günlerde Şener’i yüzü-gözü, kan-revan tipler sokakta çeviriyor; “Ulan senin de jiletinin de…" diye hır çıkartıyorlardı.
70'lerin sonuydu.
"Berlin’s Chaubühne" topluluğu da bir Türk Sahnesi kurmak üzere kadro toparlıyordu.
Şener, canını kurtarmak için -abartı tabii- bu teklife evet dedi.
Orada “İşgal" diye sonradan benim de filminde oynayacağım "Talihli Amale"de başrol oynadı.
1982; "Sezen Aksu Aile Gazinosu"nu hazırlıyoruz, Şan Tiyatrosu’nda.
"Şener geliyor Berlin’den!..” dediler; bir sevindim bir sevindim.
Ne talihli bir kul olduğumu yeni yeni anlıyorum.
Çok az prova yapabildik yönetmenimiz canım Altan Abi’m Erbulak, rahmetli Adile Naşit, Ayşen Gruda, Hakkı Çağdaş ve ben ve Sezen var tabbii... O da skeçlerde oynuyor.
Ben bir yandan, "Şahları da Vururlar"da oynuyorum.
Hatta genel provada “Hala niye başlamıyorsunuz!.." diye hiddetlenen Egemen’e, Altan Abi:
“Naapim, daha Ulvi de gelmedi…" derken girmiştim salona.
Metin zayıf, sıradan bir gazinoda kazıklanma hikayesi.
Aaah Umur abicim (Bugay) hayatta olaydı da bana kızaydı.
İlk oyun için Ayşen, stress topu, devamlı fıss-fısını sıkıyor boğazına -Allerjik astımı vardı- "Biz artık bittik prömiyer değil veda galası yapıp bırakalım mesleği" diye feryat ediyor.
Şener en tedirgin aramızda, biz iki bekar beraber çıkıyoruz provalardan bana devamlı:
-Ulvi’ciğim, biliyorsun ben ufak-minimal oynamaya alışkınım sahnede... Ancak burası 1.300 kişilik dev bir salon napıcam?
İlk oyunlar biraz sallandı; sonra Şener bir abartı geliştirdi; hani ben veya başka bir oyuncu yapsa ağzına plastik hela terliği, sırtına şimşir odun.
Ancak yakıştırıyor.
Sadece o mu; Altan abi, Ayşen, Adile abla bir açtılar tuluat musluklarını, sahnede zeka fişekleri salkım saçak.
"SA Aile Gazinosu" USG’nin en ucuza çıkan, en büyük ciroyu yapan işi oldu... 1,5 sezon oynadık.
Ancak "Küçük Dev Adam"ın hakkını vermek gerek; Altan Abi, hem oyunun yönetmeni hem de en ünlüsüydü.
Şener’i kısabilir, engelleyebilirdi.
Yapmadı ona destek oldu; oyun bizim bir “Coşkulu eğlence"mize dönüştü.
E bu durumda seyirci de çok eğlenir.
Sonra Şener’le, "Hababam Sınıfı Müzikali"nde -eli çok ağırmış o oyunda fark ettim- bir de “Neşe-i Muhabbet"te birlikte oynadık
"Ney Dersi" ve "Nedim Abi" skeçlerini bütün kadro hergece yan kulislerden izlerdik.
Sonra 35 yaşımda, -şimdi 70’im- bir hesaba göre ortasındayken ömrümün yaşamımı değiştirdim.
Bir 20 yıl geçmiştir…
Bandırma’dan feribotla İstanbul’a gidiyorum...
Gazetelerimi aldım, yerime geçerken iki ergen kız kıkırdadı.
Alışığım; “Herhal Hayat Bilgisi’nden…" dedim.
Gazeteye daldım.
Gemi daha hareket etmemiş.
Ense kökümde bir ses:
-Selam versek alır mı acep; çok da ünlü!..
Döndüm…
Şener; deminki kızlar da yanında... Biri kızıymış ne bileyim, bin yıldır görmemişim…
Gülüştük yan-yana bir yer bulduk, sığıştık.
O sırada kaptan dahil tüm mürettebat sökün etti.
Şener Şen’i teşhis etmişler, tutturdular illa “Sizi bir VİP salona alalım…" diye...
"Biz iyiyiz böyle filan…” üstelediler; "canavar air konditionlu" bir özel salona aldılar Allah’tan...
Geminin genel havalandırması bozulup da millet, yüzer saunada per-perişan olmaz mı!..
Biz, püfür-püfür, İstanbul’a kadar Şener’in kariyeri üzerine lafladık…
-SÜRECEK-***
ŞENER ŞEN'e açık mesaj!
Şener’ciğim bugün (4 Kasım) Ankara havaalanında bir beye rastladım; sana çok selam ve sevgi yolladı.
Çankaya Belediyesi eski Başkanvekili Cem bey. Meclis’ten kararını çıkartmış; açacakları ilk parka adın verilecekmiş.
Elçiye zeval olmaz bahşiş olur…
.
Ulvi Alacakaptan, dikGAZETE.com