Sanat ve siyaset ilişkisini konuşmak kolay bir eylem değil… Türkiye’de birçok konuyu, analitik bir bakış açısı ile ele alıp, eleştirel bir süzgeçten geçirerek konuşmak ise daha zor. Bu yazımı, 2019 yılında çevrimiçi olarak okurlarıyla buluşan Edebi Kültür Platformu’nda yayımlanmış olan yazımın genişletilmiş hali olarak sizlere sunuyorum.
Bilindiği üzere, tarihe bakıldığında, Nazi Almanyası’nda sanatın, yüksek kültürün konumunu meşru kılmış olduğu ve Nazilerin kültürel misyonlarına çok sayıda sembol ve imge katmış olduğu gözlenmektedir.
Bu bağlamda ele alacak olursak, Walter Benjamin’in “faşizm, estetize edilmiş politika” sözlerini anımsamak yerinde olur.
“Sanat ve siyaset ilişkisi” ifadesinin yaptığı çağrışım, genelde “sanatçıların siyasi çevrelere (iktidara) bakışı” olarak anlaşılmaktadır. Ancak bu ilişki, tek taraflı değildir.
İktidar ya da diğer siyasal aktörlerin de kendilerine göre bir sanat siyasetinden söz etmek mümkündür.
Diğer taraftan, sanat ve siyaset arasında kimi düşünürler tarafından kurulan teorik bağın yanı sıra güncel anlamda da sanat-siyaset konusunda çok eser var şüphesiz.
Örneğin Mel Gibson’ın Hz. İsa’nın çarmıha gerilişini konu edindiği “Tutku” filmi, ABD’deki Yahudi film dağıtıcılarının büyük tepkisini çekmişti.
Mel Gibson, sadece filmiyle değil, “Dünyadaki savaşlar Yahudiler yüzünden çıkıyor” dediği için de Yahudidüşmanlığıyla suçlanmıştı.
Ne mutlu ki sanat eserleri, siyasetin çatışmacı diline galebe çaldığı güzel örnekler ile de gündeme geliyor.
Buna örnek olarak, Daniel Barenboim’ın, İsralli ve Filistinli gençlerden oluşan Doğu-Batı Orkestrası’nı kurması gösterilebilir.
Bu, zıt düşüncelerle yönetilen ülkelerin gençlerinin müzikte nasıl birleştiklerine dair güzel bir örnek olarak görülebilir.
“Minik Serçe” Sezen Aksu’nun benzer bir inisiyatife imza attığı biliniyor.
Aksu’nun 2002 yılında İzmir Efes Antik Tiyatro, Antalya Aspendos Açık Hava Tiyatrosu, İstanbul Harbiye Cemil Topuzlu Açık Hava Tiyatrosu ve Belçika’nın Brüksel kentindeki Güzel Sanatlar Sarayı’nda “Avrupa Hareketi” kapsamında düzenlediği “Türkiye Şarkıları” konser dizisini hepimiz hatırlarız.
Bu konserlerde Sezen Aksu, 74 kişilik bir koro ile Türkçe, Ermenice, Rumca, İbranice, Arapça ve Kürtçe dillerinde şarkılar söylemişti.
Konser dizisinden bir şarkı için “Youtube”da “Sezen Aksu - Strose To Stroma Su | Türkiye Şarkıları - The Songs of Turkey” olarak arama yapıp, şarkıya ve konser görüntülerine ulaşabilirsiniz.
Çok değil 20-30 yıl öncesine gidildiğinde, 1980 darbesine kadar sanatı siyaset ile ilişkilendiren sanatçıların, askeri yönetim süresinde depolitize bir kimliğe büründükleri bilinmektedir.
Böylece 1990’lara kadar sanat, siyasetten sıyrılmış bir mecraya doğru itilmiştir.
1990’larda kimlik siyasetinin güç kazanması, sanatı da farklı bir seyre doğru çekmiştir, diyebiliriz.
Artan kimlik politikaları ile ülke, sağcı-solcu ayrımından ziyade Alevi-Sünni, Kürt-Türk ayrımına geniş olarak yer veren söylemlere ev sahipliği yapmıştır.
Ad Reindhart’a göre; “Sanat sanattır, başka her şey de başka şeydir.”
Sanat, kendisi bizatihi bir amaçtır.
Bu görüşün aksine, kimilerine göre ise, sanatçının siyasal görüşü, kategorik olarak bir siyasal seçim olarak sabit bir yerde durmaz.
O seçim, sanatçının verdiği bütün ürünlerin bünyesinde de etkisini gösterir.
Bu açıdan bakıldığında hiçbir sanat eseri siyasetten arınmış bir yapıda değildir, denebilir.
Bu iki görüş, kendi savunucularını çağırmaya devam ediyor…
Küreselleşen dünyada, kapitalist sistemin salık verdiği hızlı tüketim kalıpları nedeniyle, sanatın kalıcı olmasından ziyade gündemde kalma çabası ile adeta uçuculuk kazandığı bir atmosfer mevcut.
Bu atmosferde bizim, bence ortak bir temennimiz var:
Anadolu topraklarının kadim kültürünü yansıtan nice sanat eserlerine kavuşma arzusu…
.
Dr. Begüm Burak, dikGAZETE.com