Uzun zamandır beni bu kadar etkileyen bir roman okumadım.
Aklın, hayatın gerçekliği ile umudun, gönlün tahayyülleri arasında gidip gelen bir salıncakta sallanır gibiydim roman boyunca.
Bu salıncak acılarla dolu bir coğrafyanın hüzünle yazılmış tarihi üzerine kurulmuştu.
Böylesi bir manzaraya tanıklık ancak anlık göz atışlarla mümkündü, aksi takdirde insanın kendine gelmesi zordu daha fazla kalsaydı o atmosferde.
“Şair ve Gecekuşu"nu okumak böyle bir salıncakta binbir duyguyla sallanmak gibiydi.
Cevriye Banu Hanım'ın yaşadığı Çankırı'nın Atkaracalar ilçesi ile benim köyüm arasındaki mesafe 61 km. Güvemliyim ben de. Kızılcahamam’a bağlı köyümüz şimdi ama eskiden Çerkeş'e bağlı imiş.
Bu yüzden isimler o kadar aşina geldi ki; roman kahramanlarının çoğunun ismi bizim köyde de geçer. Cevriye ebe, Hanife hala.. Hüseyin'e ‘Seyin’ derken yöremizin şivesi seslendi sanki kulaklarımda.
Bu örnek bile, yazarımızın, “edebiyat, şatafatlı kelimeler bütünü değil, hayattır" ilkesini romanının her bir kurgusuna ustaca işlediğine güzel bir örneklik teşkil etmekte.
Cevriye Banu Hanım, anne ve babasının vefatından sonra Gazibeygiller Konağını "Birlik Ev" tutmak için çaba sarf eden, "muhabbetle insanları bir araya toplayan, bunun için ne çok hayalinden vazgeçen ama bunun hesabını kimseden sormayandı” (sf.429)
Hem, "hangi erkek kardeşlerine vazifesini yerine getirmesi için tereddütsüz yanında olurdu, hangi koca şeyhine hayranlığını başına kakmamayı başarabilirdi?” (sf.85-86)
Hangi kadın, "Hiçbir şey göründüğü gibi olmayabilir, bazen gönlümüzün huzuruna halel gelmesin diye bile isteye düşmanlarımızın hilelerine yorarız dost saydıklarımızın ihanetlerini” diye teselli veren bir erkeğe;
Nefesinin, sözünün kesildiği yerde eksiğini şöyle
tamamlayan birine hayran olmazdı?
"Mekteb-i irfanda oku imlayı
Zikreyle dilinde ulu Mevlayı
Hakk'a yüz tut Bânû gözle rızayı
"Ya Vedûd" ismin yaz dilin üstüne."
Akabinde söylediği şiirle de Şeyh Mehmet Nuri Efendi, Cevriye Bânû Hanım’a, kendi içinde bulunduğu hâleti ruhiyeyi şöyle itiraf etmekte ve adeta Cevriye Banu Hanıma “benim hissiyatımdan dahi Hakk'a sığın” mesajı vermektedir:
"Sana evvel dedim dil-pena-gâhım
Nedir bu sendeki derd ile bela
Ser çekdi semaya bu dûd-ı ahım
Misl-i hûn-ı şehidân-ı Kerbela
Demem bu sırrımı her ferde yâhû
Fark etmem noksanım rûz u şeb kaygû
Hakikatı sana sormak ey Bânû
Gurur mu, kusur mu, söyle gel illâ
Görmedim âlemde böyle serencâm
Her vechi efsâne gösterir tamam
Nefsimden ol iblis alıp intikâm
Nûrî'ye düşürdü ahar vâveyla"
Ayrıca, "Takvalı kadınların (ve de erkeklerin) da hisleri şaşırmaz mıydı? Allah en çok sevdiği kullarını ummadıkları bir durumla sınava sokmaz mıydı? Sevginin tanıma gelmeyen karmaşası kadar evliliğin veya dostluğun her sevme biçimine yakıştırılamayacağının da farkına varamıyordu çoğu insan, isterse allameicihan olsun."
Nimet Gecekuşu Hanım ise, ailesinin özellikle babasının modern İstanbul’da üç kızını idealleri ve değerleri doğrultusunda yetiştirememe endişesi ile köyüne, Erzincan’daki baba ocağına götürmesi ile köy hayatına uyarak ideallerini gücü nispetinde gerçekleştirmeye çalışmış bir kadın.
Cevriye Banu Hanım'dan bir kuşak sonra yaşamış fakat onun kadar hayatını seçimleri ve tercihleri doğrultusunda şekillendirememiş bir kadın olarak değerlendirebiliriz hayatına genel olarak baktığımızda.
Umutlarından, kendinde keşfettiği yeteneklerini gerçekleştirme arzusundan, beklemeye değer bulup ömrünce hayalini kurduğundan olurdu hep imtihan...
İbrahimî bir gelenektir İsmail'ini beklemek, tam kavuştum derken feda edebilmek.
Nimet de sınanıyordu işte, onun da imtihanının bir parçası idi İsmail.
Bir farkla ki, İsmail feda edilen değil Nimet'in kalbindekini feda edip sığındığı idi.
İnsan bazen o kadar çaresiz hisseder ki kuma yazar hislerini, kimliğini iliştirip sonuna, bilinmek umuduyla...
Ve yine insan bazen o kadar çaresiz hisseder ki menzili meçhul bir kervana katar yazdıklarını, kendi gibi bir bîçareye ulaşıp bilinmek, dertleşmek umuduyla...
Sizden sonra neler değişti Sevgili Cevriye Banu Hanım ve Nimet Hanım;
Yazdıklarımızı insanlara daha hızlı ulaştırır olduk.
Artık kumlara ya da kervana karışmıyor yazdıklarımız.
Anında iletiyoruz hislerimizi birbirimize.
Çaresizliğimizi, umutlarımızı kolayca söyler olduk birbirimize.
“İletişim çağı” diyorlar bu yüzden olsa gerek bu çağa.
Fakat değişmedi tutukluğumuz, unutuşumuz en iyi bildiğimiz mısralarımızı, sonunu getiremeyecek kadar heyecanlanıp titreyen sesimizi gizleyemeyişimiz ağyardan...
Değişmedi kuma yazılan umudumuzun, aslında kaderimiz olduğunu anlayınca mahçup, ürkek, pişmanlık dolu gözlerle kaçışlarımız…
Değişmedi “acaba yanlış anlaşılır mıyım” kaygısıyla yazdıklarımızı kaldırmamız internet sitelerinden...
Hiç değişmedi kervana kattığınız şu mektubunuzla umutlanmamız ey Cevriye Bânû!
"Kendi hatalarımdan ders çıkarmak kadar
Hiçbir şey yardım edemez bana bilirim
Taze bir başlangıç cümlesi için
Ve derim ki en bahtsız insan bile
Doğabilir yeniden iyilik tarafına.."
Ve üzülmeyesiniz dîvanınız yandı diye!
Hepsini hissettim asırlar geçse bile gönlümde...
.
Sevim Korkmaz, dikGAZETE.com
Yazı görseli; Şair Cevriye Banu’nun, arkasında şiirlerini okuduğu kafesten bir parça.
“Şair ve Gecekuşu” Cihan Aktaş -roman, 552 sf.- İZ YAYINCILIK