Televizyon reklamları kapitalizmin en güzel pazarlarından biridir. Amaç bir ürünün satılmasından ziyade, insanların yaşama biçimlerini etkileyerek sürekli müşteriler haline getirmektir.
O yüzden, toplumun hedeflenen kesiminin hayran olduğu karakterlerin rutin hayat tarzlarında, “olmasa da olur” denilecek ürünler, günlük kullanılması gereken vazgeçilmez vecibe haline geliverir.
İlk şampuan 1927 yılında üretilse de 60’lı yıllar ile birlikte şampuanlar, Türkiye’de hayatımıza girmeye başladı.
Bu dönemden itibaren televizyonlarda, ipek görünümlü ve parlak saçlara sahip etkileyici mankenler insanların gözlerine sürekli sokuldu.
Tamamen illüzyon gösterilerinden ibaret olan bu reklam filmleri ile şampuanlar hayatımızın vazgeçilmez parçası oldu.
Oysa bir sabunun, şampuan formuna gelmesi demek onlarca zararlı kimyasalın katılması demek.
Bu kimyasallar, saçlarda geçici bir kepek baskılama, saç yapısında yalancı bir parlaklık ve güzellik katmakta ancak uzun vadede ise hem saç sağlığına hem de vücudumuza ciddi zararlar vermektedir.
“Nemlendirsin ve kolay köpürsün” diye konulan “SLS” maddesi; saç derisine zarar verdiği gibi, östrojen hormonunu taklit ettiği için ciltten emilerek vücudumuzda hormonal dengeleri etkiler.
Hormona bağlı kanserlere sebep olabilir.
“Dietanolamin” ve “trietanolamin” kanserojen maddelerdir.
“ALS” ve “SLES” gibi maddeler, göze ait proteinlere temas ile zarar verir, kanserojendirler.
Şampuanlar; içerdikleri silikon ile saçlara yapay bir parlaklık ve dolgunluk verirken, uzun vadede cansızlaşmaya ve dökülmeye sebep olur.
Bunun yanında çok tartışılan “titanyum” ve koruyucu olarak birçok zararı kanıtlanmış “paraben” içerirler.
Yine kimyasal birçok parfüm ve boya maddeleri formüle eklenmektedir.
Saç cildinin florası, deterjan özellikli kimyasallarla bozulur ve birçok saç dibi cilt hastalıklarına ortam hazırlanır.
Diyebilirsiniz ki, “saçımızı yıkıyoruz, sonra lavabodan akıp gidiyor bu maddeler”…
Oysa, cilde sürdüğünüz her türlü madde, mutlaka ciltten emilerek kılcal damarlar ile dolaşıma karışır ve bedende toksik bir yük oluşturur.
Ayrıca lavabodan akıp giden bu kimyasallar sularımızı da kirletmiyor mu?
Bedenimiz ve su kaynakları bizim için birer emanet değil mi?
.
Dr. Bekir Tok, dikGAZETE.com