?>

Prensi yüke boğmak

Yavuz Yıldırım

8 yıl önce

Belki de dünyanın en bahtsız insanlarıdır doktorlar ve prensler; kendi kararlarından kaynaklanmayan kurbanlıklara ikna edilmiş olduklarından ötürü.

Dünyanın en zeki insanları uzun yıllar süren bir eğitimle doktorluk öğrenir, buna karşın kasap çıraklığı mesleği için ne çok zeki olmaya ne de o kadar uzun süreye ihtiyaç duyulur ki bunlar nihayetinde akraba mesleklerin sahipleri sayılırlar.

Prensler, baba mesleğini sürdürme arzusu taşımasalar dahi, çevreleri onları buna hazırlar, başka seçenekleri kalmaz. Bu perspektiften bakıldığında bu mesleklerin özgür tercihlerin sonucu olmadığı gibi, yetenekten de kaynaklanmadığı görülür.

Tıp biliminde başarısızlığın sırrını, doktorların mesleklerine ilgisizliğinden ve yapmış oldukları icraatların kendilerini tatmin etmeyişinde aramak gerekir. Diğer teknoloji alanlarındaki ilerleme, tıp bilimi ile kıyaslandığında fark açığa çıkar; hatta teknolojinin tıp alanına yapmış olduğu katkılar sayesinde güç bela ayakta kalabilen, koltuk değneklerine muhtaç bir meslek grubundan söz edebiliyoruz.    

İnsanlar, en yakınlarının bakımını dahi üstlenmek istemezken (“insan yükü ağırdır”); bir yabancının hiç de estetik olmayan yaralarını temizlemesi, bundan kaynaklanan kokulara tahammül etmesi ve bu işi günübirlik sürdürmesi akla aykırı davranış türlerinden biri olsa gerek.

Konu ahlaki açıdan daha değişik yorumlanabilir!..

En çok da prenslerin koltuk değneklerine ihtiyacı olduğunu kavrayanlardan biri Machiavelli’dir.

Özellikle Roma İmparatorluğu tarihini iyi bilmesi ve ondan dersler çıkarma becerisi sayesinde prenslere öğüt veren konuma yükselmiştir. Örneğin çorak topraklarda yaşamak zorunda kalan prenslerin vatandaşlarına askeri eğitim vermesini önerirken, gelir kapısı aralamış; halkın vermiş olduğu bazı kararlarda haklı olabileceğine dikkat çekerek, prensleri kendi sınırlı kalıplarından kurtaracak, hatalarını azaltacak tavsiyeleri büyük bir maharetle dile getirmiş.

Machiavelli’nin prenslerin zekâ seviyelerini sırf yetersiz bulduğundan nasihatler vermediği, gayesinin halkların refahı ve özgürlük alanlarının genişlemesi olduğu dikkatli okuyuşta anlaşılabilir. Prenslere yalakacı yaklaşımı, eleştirel yaklaşımını gizleyen faktör durumundayken, bu şekilde davranışının onlardan korkusundan kaynaklandığı düşünülebilir.

Fakat tersini de düşünmek mümkün; prenslerin kullanılmaya müsait olmalarının, ona bu cesareti veriyor olması, mantığa daha yakın ihtimal.

Ortaçağ prenslerinin çok akıllı olmalarına gerek yoktu; hatta mümkün olduğunca naif olmaları, sevilip sayılmaları için büyük bir neden sayılırdı. Yanlarında bulunan akıllı ve zeki yardımcılar, vitrine yerleştirmiş oldukları prens sayesinde ipleri elde tutuyor, prensliği yönetiyorlardı.

"Prensin hiç mi özelliği yoktu" diye sorulacak olursa: Prensin asil, yani ‘mavi kanlı’ olması gerekirdi; bir de cesaretli olması, sevilmesi için en büyük nedendi.

Savaşan prensin çok rağbet görmesi, sırtına yüklenen yüklerden sadece birisiydi. Yalın kılıç seferlere çıkarak kendi hayatını önemsemeyen ve fakat yağmalarıyla halkını yoksulluktan kurtarıp zenginleştiren bir prens tipi, idealleşmiş, normatif beklentileri oluşturur.

Bir prens, her şeyden önce bir baba figürüdür. Kendi halkını şefkat ve sevgiyle kucaklayan, kendi ailesinden ayırmayan özelliklere de sahip olması gerekirdi. Bu yönetim metodu, getirmiş olduğu sorumluluk alanını genişletirken, yardımına yetişemediği her vatandaşına karşılık, profil endeksinden puan kaybetmiş oluyordu.

Elbette her prens bir melek değildi. Halkına hizmet yerine, kendi arzuları peşinde koşan, kendi ikbalini önceleyen, zulmeden, despot prenslerin olmadığı anlamı çıkmaz. Prenslerin varlık amaçları, halkını bir arada tutarak onların her tür ihtiyaçlarını organize etme yükümlülüklerinden başkası değildir.

Paradoksal mantık dokusunun ortaya çıkarmış olduğu neticeye; itinalı, dikkatli ve eleştirel yaklaşıldığında, yanılgılarımızdan birini seçebilmemize aracı olur.

Önyargıların bertaraf edilebilmesi için nesnel düşünüşün yanı sıra, mevzunun öznesi açısından da bakabilmek gerekir. 

Esasen, debdebeli prense yahut çok iyi kazanan ve prestijli bir mesleğe sahip olan bir doktora imrenmekten ziyade, acımak daha doğru bir yaklaşım olabilir.

En zeki insanların en alttaki mesleğe yönelmesi, rüyaları süsleyen prensliğin aslında sorun hamallığı çıkmaz sokağında noktalanmasının, kaderin bir cilvesi olmadığını kabul etmemiz gerekiyor.

Bu durumun toplumsal çarpıklık olduğunu da iddia edemeyiz. Bu, halkın kurnazlığı sayesinde, zekânın nasıl yenildiği gerçekliğidir.

Kimse kendi canını her önüne çıkana teslim etmek istemez, bu yüzden çok seçicidir. Seçkini seçmemekle kalmayan vatandaş, doktora, mesleğinin kutsallığını inandırma becerisi göstererek, sapmaları önlemesini de bilmiştir. Yetmezse, para ödemiş, çeşitli payelerle taltif etmiş; bunlar da yetmediğinde minnettarlığını dile getirerek, mesleğin bu insanlarca sürdürülmesini sağlamıştır.

Prens, istendikçe tükenen (halkın talepleri artarak devam eder ve bunun haklı sebebi vardır), fakat halkının arzularına kendisini mahkûm eden geleneğin kurbanı konumundan kendisini kurtaracak ne basiret sahibi olmuş, ne de yaptıklarını sıhhatli-sakin bir kafayla düşünme zamanı bulamamış bir zavallıdır.

Doktor, düşünmeye başlayabildiğinde her şey için çok geçtir ve kendisini (ve mesleğini) aşağılayamaz ve devranın sürmesine istemeden de olsa bu vesileyle katkıda bulunur.

Ne zaman ki halk; artık yük taşıma sırasının kendisine geldiğine kanaat oluşturdu, kendi içinden ‘kırmızı kanlı’ politikacıları sahaya sürdü.  

Halkların bu mahareti karşısında, şapka çıkarmalı…

Yavuz Yıldırım, dikGAZETE.com

YAZARIN DİĞER YAZILARI