Geleceğe daha emin bakıp, yol alabilmek için, geçmişin iz düşümü önem taşır.
3 Aralık 2017 yılında kaleme aldığımız "Sadece 3 Aralık'ta değil, Her Gün Engellileri Hatırlamalı” başlığı altındaki yazımız ve sarfettiğimiz düşüncelerimizle, bugün kutlar hale geldiğimiz günün, benzer günlerin ne manaya geldiğini daha iyi anlamış oluruz sanırım.
Hatırlayalım; “…Kimin ve ne zaman, bugünü Engelliler Günü ilan ettiğini merak edip araştırdığımızda Avrupa/Batı medeniyetinin izlerini görmekteyiz.
‘3 Aralık’, yani bugüne riayet edenler, Birleşmiş Milletler’in 1992 yılında almış olduğu kararı uygulamaya başlamışlar.
Alınan kararın amacı sözde, tüm dünyadaki engelli insanların problemlerine dikkat çekmek ve onları anlamaya çalışmak.
Bu tanım ve ifadeleri okurken, Suriye’deki savaşta 15 yaşındayken sırtından vurulup, belden aşağısı felç kalan Adnan’ın hayata tutunma çabasının hikâyesini, savaştan kaçan ve sahile vuran çocuk cesetlerini hatırladım.
Evet, bugün, İslam coğrafyasını kan gölüne çeviren Avrupa’nın, engellileri hatırlattığı bir gün...”
Özel insanın kaliteli yaşamasını, "3 Aralık" gibi özel bir günle sınırlamak, onlara yapılacak en büyük haksızlık olacaktır.
Bu neye benziyor, aşırı kilolu bir kişi/kişileri ‘özel’ günlerde (yılda bir kez) hatırlayıp, yemekte bir araya getirmek!
Veya o gün, İslam beldesine düşen bombanın etkisinde kaç mazlum sakat kaldı acaba?
"3 Aralık" gibi, istisnai günler olarak belirlenen tarihin ertesinde, bireyler hayatın gerçekleriyle yeniden yüzleşiyorlar.
Olumsuzluğu/sefaleti bertaraf etmek hepimizin görevi.
Bunun da kaynağı, anlamlı ve güzel olan uygulamalarda devamlılık.
Hz. Aişe (ra)’dan rivayet edildiğine göre; “Allah katında en değerli ve sevabı en çok olan amelin hangisi olduğu” Resulullah (sav) Efendimize soruldu.
Peygamber (sav) şöyle buyurdular: “- Az da olsa, devamlı yapılan ameldir.”
Müslümanlığımızın gereği ilahi emirleri yerine getirmekle huzura ererken, Yunus Emre’nin insan sevgisini yansıtan "Yaratılanı sevdik, yaratandan ötürü" sözünü, benimseyip hayatımıza uyarlamak, İslam esaslarının gereği.
Böyle bir anlayışa sahip olan bireyler olarak, özel insanların yanında olmayı "3 Aralık"la sınırlamak, ne vicdanımız ne de toplumsal değerlerimizle örtüşmüyor…
İnsan hayatında, sanat ve kültür kadar sporun da önemli etki oluşturduğunu biliyoruz.
Bu olumlu etkileşimi devamlı hale getirmek, bireysel olduğu gibi toplumsal gelişmişliğin yansıması manasına da gelmekte.
Sporu, İslam esaslarına göre, hayatımızın içerisine uyarladığımız vakit, bir değer/mana katacaktır.
Tedavi amaçlı başlanılan fiziksel aktiviteler, belli bir zaman sonra, bedensel, ruhsal ve sosyal açıdan gelişimin de aracı olacak.
Bu görüşlerin önemini, özel/engelli sporcularımızın Anadolu Ajansına verdikleri "3 Aralık mesajları"nda görmek mümkün.
- Sümeyye Boyacı (Dünya Şampiyonu yüzücü):
“Engel bedende değil ruhtadır. Biz başardık siz de başarabilirsiniz.”
- Nazmiye Muslu Muratlı (Paralimpik Oyunları ve dünya şampiyonu halterci):
“Ben bir olimpiyat ve dünya şampiyonu olarak kendime her zaman güvendim. Tüm engelli arkadaşlarımın kendilerine güvenmelerini istiyorum. Her zaman başarabiliriz deyip başarmamız gerekiyor.”
- Abdullah Öztürk (Paralimpik Oyunları Şampiyonu Masa Tenisçi):
“Çevremizdeki bütün engellileri sporla buluşturmalıyız. Engel bedende değil, kalplerdedir.”
- Barış Telli (Ampute milli futbolcu):
“Dünyaları sallayabilirsin, sana eksik olduğunu söyleseler bile.”
Bu mesajlardan herkes üzerine düşen dersi çıkarır ve hayatın her anında/sürecinde uygulanmasına vesile olursa, elin gâvurunun ‘özel’ günlerini kutlamaya da gerek kalmaz!..
.
Ahmet Gülümseyen, dikGAZETE.com