İnsanların önyargılarını kırmak zordur!..
Kırdırmazlar…
Kırılmaması için açık-ara çaba verirler…
Neden?
Karşılarında görüp, bir de suçlarlar...
“Sen de onlardansın!..”
Yıllar önce, “Kürt" kimliği ile tanınan bir arkadaşla yemek esnasında muhabbet terörizme gelince, söylediğim basit bir cümleye karşılık bana, “kafatasçı" demişti..
“Böyle bir şey yok!" dedim ama açtı ağzını yumdu gözünü; üstelik bu arkadaş, ciddi bir "iş insanı", gezmediği ülke kalmamış, hafta sonu Paris’i gezip gelen biri, gidip-geldiği o yere ait olduğunu zannederek beni “kafatasçı" olmakla suçluyor!..
Terör konuşulurken bu tarz bir suçlama ile karşılaşınca; “Kafatasçı aslında sensin!.. Ben değilim…” dememle, karşılıklı “suçlama” sonucu, o konuda konuşulacak birşey olmadığına ikna olduk...
Neyse, yıllar sonra karşılaştığımızda konuya Fransız kaldığını anlamış olmalı ki özür diledi ama geçmiş olsun!..
İnsanlar arasında fikir çatışması olabilir.
Herkesin aynı fikirde ve aynı düşüncede olduğu bir dünyanın halini-ahvalini düşünebiliyor musunuz!
Bir de bu yönde tek tip düşünmeye zorlayan kanunlar olsaydı; “Böyle düşün; sakın öyle düşünme!..” diye, mesela!..
İnsanlar bir yolunu bulur, alternatif fikirler üretirdi yine de; çünkü insan tabiatı, itaat odaklı yaratılmış olsa da genel bir kabullenememe, araştırma, soru sorma, muhalefet etme yanı da var beynimizin bir köşesinin…
Cinsiyet ayrımcılığı yapmak için değil ama bu konuda erkekler daha red etme, kabul etmeme, karşı gelme, “Ben" deme dürtüsü taşırken, kadınlarda bu biraz daha ılımlı, daha yumuşak, daha sakin seyreder...
Bazı insanların ikna edilmeye daha yatkın olma durumu cinsiyet dışında da ayrı bir seçicilik gösterirken, inatlaşma, “Asla ve kat’a…" diye oluşturulan cümleler de diğer insanlara ve insanın kendisine fayda getirmekten çok, zarar verebileceği de bir anlaşılsa…
İnsanın, karşısındakini suçlamadan ya da ona üstün gelme dürtüsünü bir kenara bırakıp, konuşup anlatmaya, dinleyip anlamaya çalışması yerine, kişiyi karşı tarafta ya da kendine veya düşüncesine rakip görerek, direkt olarak kişiliğini de hedef alıp; “Sen de öylesin... Sen de onlardansın... Bak seni de kendilerine benzetmişler…” gibi ifadelerle başlayan önyargılı “Tartışma”ların, hiç kimseye ne bir faydası görülmüştür ne de yapıcı, anlaşılır bir özelliği vardır…
Duvarlar çekip, duvarlar dikmişse birileri “Diğerleri” olarak gördüklerine, hatta o duvarları bir sıra daha sağlamlaştırma çabası olarak da hedef göstermeyi, kendini üstte, diğerini altta görmeyi, konuşup anlaşabilmeyi değil de rakip olarak ezip geçmeyi, güya tartıştığını sanarak kendinde gizli, asıl kişiliğini ve kibirini ortaya koymayı, büyük bir başarı gibi görenin hali, nasıl alçaldığını göstermesinden başka bir şey değildir aslında.
Karşındakini suçlamak her zaman tartışmayı bitiren bir sonuç olarak önüne çıkarsa, senin de “Lâ-havle...” ile vazgeçmekten başka yapacağın bir şey kalmaz bu durumda…
İnatlaşmak, hele de bazı boş inatlaşmalar önyargıyla birleşince, felaket tellalı bir birliktelik çıkıyor ortaya vel- hasıl-ı kelam…
Hased mi kibir mi yoksa daha adı belli olmayan başka bir şey mi; her neyse biri inat, biri önyargı...
Ve sevmedik biz bu ikiliyi... Sevemiyoruz da...
.
Mine Tuna, dikGAZETE.com