Bayramınız mübarek olsun.. Gönlünüz huzurla dolsun..
Allah’ın (cc) rahmeti, bereketi, inayeti, mağfireti, üzerinize olsun, diyelim ve yazımıza başlayalım..
Evet kıymetli dostlar; bu anlam dolu saatlerde biraz güzelliklerden bahsedelim..
Biraz eskiye gidip o zamanki yaşadıklarımızı hatırlayalım..
Bir başka ifadeyle nostalji yapalım..
Nostalji kelimesinden bazen keyif alıyorum.. Hatıralarımla bütünleştiriyor beni..
Evet, Bayramlar unutulmaz..
Hele eski Bayramlar hiç unutulmaz..
Herkes kendi yöresinde yaşadığı Bayramları bugün gibi hatırlar..
Sorun Yozgatlı'ya, en güzel Bayramların kendi memleketinde yaşandığını söyler..
Konyalı da aynı şeyleri anlatır..
Bursalı, Afyonlu, Urfalı, Niğdeli, Sivaslı, Karslı da öyle..
Biz de İstanbullu'yuz..
Aynı şeyleri elbette biz de düşünüyoruz;
“Ah, neydi o İstanbul’daki eski Bayramlar” diyoruz..
Çocukluğumuzda öyle özel, öyle güzel Bayramlara şahit olduk ki, işte böyle yürekten “ah” çektiriyor..
Mübarek Kurban Bayramı'nın tatlı telaşı iki-üç hafta öncesinden sarardı insanları..
Herkes, işini gücünü bırakıp, kurbanı düşünürdü..
Doğup büyüdüğüm semt olan İstanbul’un Fatih’inde de durum böyleydi..
Herkesin birbirini tanıdığı, sokak ve caddelerinde zarif hanımefendilerin, kibar beyefendilerin arz-ı endam ettiği, nezaketin ve zarafetin had safhada olduğu o unutulmaz yılların yaşanıldığı aziz İstanbul’u yad ediyorum..
Gerçekten bambaşkaydı o seneler..
İnsanlar birbirlerine, riyasız ve can-ı gönülden hal-hatır sorup selam verirdi..
Fevzipaşa Caddesi'nin Edirnekapı ile İtfaiye arasındaki kısmında yürüyüşe çıkan insanların çoğu, birbirlerine ismiyle hitap ederlerdi..
Şimdi mumla arasanız bulamazsınız!..
Nerede o insanlar?..
Gittiler!..
Vagon vagon, katar katar, terk-i hayat ettiler..
Aynen, Yahya Kemal’in Sessiz Gemi’sindeki gibi;
Bir çok ki giden, memnun ki yerinden, çok seneler geçti dönen yok seferinden...
Neyse, Bayram nostaljimize devam edelim..
Bayram haftasına girildiğinde, heyecan zirveye çıkardı..
Fatih Camii'nin sağ ve sol avlusu koçlarla dolup taşardı..
Çoğu burma boynuzlu, sakız koçlar..
Çobanlar bir de kına yakarlardı onlara..
Gören "Maşallah.." derdi..
Salına salına da yürürlerdi..
O zamanlar büyükbaş hayvan pek görünmezdi İstanbul’da.. Hep koç vardı.. Zaten İstanbul kasaplarındaki etiket tahtasında dana eti ender bulunurdu.. Kıvırcık, Dağlıç, Araman diye koyun cinsleri sıralanırdı.. En çok rağbet gören kıvırcıktı..
Hele de Trakya Kıvırcığı.. Lezzetine doyulmazdı..
Malta Çarşısı'nda ve yine Darüşşafaka Caddesi'nin her iki yanında, Çarşamba’ya kadar bıçakçılar, bileyciler, vızır vızır çalışıp dururlardı..
Bir köşede de saman satıcıları vardı.. Koçu alan bir balya da saman kaptığı gibi doğruca evinin yolunu tutardı..
Tabii evler şimdiki gibi apartman daireleri değildi ki.. Herkes, bahçeli ahşap evlerde otururdu!.. İçinde en az üç-beş meyve ağacının bulunduğu ve kümes hayvanlarının da olduğu o güzelim bahçeli evler!..
Meyve ağaçlarının bazıları hususi olarak bahçe duvarına yakın dikilmiş.. Ve ayvalar, armutlar, elmalar bahçeden yola doğru sarkardı. Çocuk muhayyilemde bu durumu kavrayamamıştım.. Hatta babama da sormuştum.. Ve babam cevaplamıştı bu durumu..
Meğer yoldan geçen de yesin, diye bu şekilde ekmişler ağaç fidelerini.. Göz hakkı olur, mahalleli de sebeplensin, komşular da yesin ve meyveleri yetiştirenlere dua etsinler, diye..
Şu asil ve hamiyetli düşünceye bakın..
O ahşap mekanlarda ne insanlar yaşamış..
Tarih oldu hepsi... Şimdi, ruhsuz ve donuk betonarmenin esiri olduk..
Devam edelim bayram muhabbetine..
Kurbanlık koçları, bizim evimize nasıl gelirdi, onu da anlatayım..
Bayrama iki üç gün kala kardeşimle beraber takılırdık rahmetli dedemin peşine, doğru Fatih Camii'nin avlusuna, kurban almaya..
Dedem, koyundan iyi anlardı.. Alışverişte önce hayvanın dişlerine bakar, sırtını sıvazlar, kaç kilo et vereceğini bile hesap ederdi..
Ellerin uzunca sallandığı çetin bir pazarlık sonunda iki adet Trakya Kıvırcığını satın alırdı, ardından bir balya da ot, doğru eve..
Koçları bahçemizdeki dut ağacına bir güzel bağlardık.. Otlarını, sularını verir, onlara Bayram sabahına kadar gelinlik kız gibi bakardık..
Ayrılık vakti geldiğinde ise, pek üzülürdük, hatta ağladığımı bile hatırlıyorum..
Dedem koçları kendisi keser, babam da yardım ederdi..
Ardından, ciğerinden ve etinden yapılan kavurma, hane halkı tarafından afiyetle yenirdi..
Daha sonra etin bir kısmı ev için, geriye kalanı ise ihtiyaç sahiplerine dağıtılmak üzere ayrılırdı..
Yemekten sonra ise yeni elbiseler giyilir hane halkıyla el öpülür bayramlaşılırdı ve verilen harçlıklar cebe konurdu..
Sonra mı?..
Kardeşimle birlikte doğruca Kadıçeşme’deki bayram yerine..
Evet, yanlış duymadınız, bayram yerine..
Merak etmeyin, onlar da tarih oldu...
Şimdi yerlerinde yeller esiyor..
Evet, kıymetli dostlarım; bugünkü sohbetimizde Bayram nostaljisi yaptım..
İnanın bu yazıyı yazarken o günleri bir bir andım..
Sizlerin de bir nebze olsun, o eski Bayramları hatırlamanıza vesile olduğumu zannediyorum..
Sevgi ve muhabbetle kalın..
Tekrar hayırlı Bayramlar diliyorum..
.
Sami Özey, dikGAZETE.com