Hak kavramı, insani bütün kurum ve kuralların üzerindedir.
Bu (Hak) kavram, aynı zamanda tüm sistem ile entegre işlemektedir.
Bundan dolayı “Su akar yatağını bulur” diye atasözümüz bile var.
Aksine bir davranış içerisine girilir ve “KÖK KURALLAR” çerçevesinin dışına çıkılır ise yok oluş tetiklenmiş olur.
Yazımız biraz uzun fakat sabırla okumanızı rica ederiz!
Osmanlı, Hak nizamdan uzaklaşmış olmasaydı yıkılamazdı. İnsanın insana kul olmaması gerektiğini dünyaya haykıran Cumhuriyet’in vatandaşları da Hak nizamdan uzaklaşmış olmazsa yıkılması söz konusu olmayacaktır.
Lakin gel gör ki bu millet, ısrarla "HAKK'a değil de, kula kul olacağım" diyorsa onlar için yapılacak bir şey yoktur demek gerekir!
"Son nefesimize kadar cehaleti yeryüzünden kovalamaya gayret etmeyi hedef edinenlerden olmak dileğiyle" diyelim ve konumuza devam edelim...
- Bir taraftan “Osmanlı'ya neler yaptılar neler” diyenler.
- Bir taraftan “Cumhuriyeti yıkıyorlar” diyenler.
Her iki tarafta, binbir zahmet ile biriktirilen tüm enerjimizi asalaklar gibi sömürmektedirler maalesef.
Nefret pompalanarak oluşturulmuş iki karşı taraf durmadan kavga ettiriliyor. Bu arada, ülkenin tüm varlıkları ganimet sayılıyor ve yağma - talan yolu ile el konuluyor.
Anlayacağımız oyun içinde oyun kurularak, tam bir ters köşe yapma yolu ile “MİLLETİN’’ tüm birikimleri alınıp bir yerlere götürülüyor.
Bu arada karşıt iki tarafın oluşturulmasının en temel hedefine gelecek olursak, ganimet sayılarak çalınıp yağmalanan varlıklar hakkında, yerine göre hak iddia eden bu iki (düşmanlaştırılan kampın) tarafın gücünden faydalanmak üzere oluşturulan toplumsal muhalefet sayesinde, hukuk karşısında bedel ödememek gibi bir avantaj da kullanılmaktadır diyebiliriz.
Diğer yandan, hukukun iğdiş edilmesi veya ortadan kaldırılması, bedel ödemeden tüm sorumluluklardan sıyrılarak kurtulmak anlamına gelmektedir.
AMA ADALET (hukuk) ER YA DA GEÇ TECELLİ EDER!..
Kulaklarımıza küpe olması gereken elzem konuya “İngiliz Akıl Yapısı”na değinmeden geçmeyelim isterseniz;
İngiliz akıl yapısı, oyun kurduğu zaman kesinlikle karşı koyamazsınız, karşı koymaya çalışırsanız bile kendi kendinizle kavga ettirilirsiniz maalesef...
Bunu bir kenara not edelim, çünkü yazının devamında çizmeye çalıştığımız resmin tamamını görmemizde faydalı bir bilgi olacaktır.
Gazi paşamın da dediği gibi “EN BÜYÜK SAVAŞ CEHALETE KARŞI VERİLEN SAVAŞTIR”
Maalesef hırsları akıllarının önüne geçmiş olan bir millet olduk çıktık. Tüm bu yaşananlar “müstahaktır” demek de istemiyoruz hani...
Türkiye’nin yaptığı tüm coğrafik açılımların temelinde yatanın “Ticaret yollarının emniyetli hale getirilmesi” demek olduğunu daha önceki makalelerimizde anlatmaya gayret etmiştik.
Tabii ki tüm bu hamlelerin birçok açıdan geri dönüşü de olacaktır.
Uzun zamandan bu yana, ülkemizin doğu sınırlarından akın akın gelmekte olan; İran’dan, Afganistan’dan, Pakistan’dan gelenlerden tutun da Çin sınırına kadar olan geniş coğrafya sakinlerine varıncaya kadar her kesimden insanın, topraklarımızda sanki askeri nizamda yürürcesine yaya şekilde seyahat ettikleri, görmesini bilen gözlerden kaçmamaktadır.
Aslında diyebiliriz ki; Her şey bir plan dahilinde işletiliyor.
Plan işletilirken, “geçici sığınmacı” statüsünde değerlendirilenlerin tabir yerindeyse işgücünden, emeğinden, etinden, sütünden hatta yeri geldiğinde tıpkı bir zamanlar “Amerika topraklarına ayak basanların askerliğe alınması” misali ilişki içerisine bile girilmiş olması, ihtimaller dahilindedir diye görülmektedir diyebiliriz.
Bilindiği kadarı ile Türkiye Cumhuriyeti Devletinin böyle bir geleneği yoktur ve hiç olmamıştır!
Peki bu tür olayların meydana gelmesini kim, ne sebeple ve neden istemektedir!?.
Hep birlikte anlamaya çalışalım o zaman ne dersiniz!..
Diyebiliriz ki; bu sistem cehaletten besleniyor.
Bu kadar cahili bünyesinde barındıran bir coğrafyada bu tür sistemler obezlik derecesinde işletilirken, çarkları arasında da hunharca insan öğütürler.
Bir an hayal edelim;
ABD’yi deniz ticaret yollarına mahkum etmek ve hareket alanını kısıtlamak amacıyla, kara yolu kullanılmak üzere İngiltere’nin planlayarak tam destek verdiği ve Çin’in başlattığı, hatta ticari bir hamle olarak gösterilmeye gayret edilen “OBOR” -One Belt One Road / Bir Kuşak Bir Yol- projesi sayesinde Çin, global bir tetiklemeyi başlattı ve nerede duracağını şimdilik kimse kestiremiyor.
Başlatılan bu hamle sayesinde, üzerimize gelen bu çok güçlü etkiye karşı, tabir yerindeyse “Etten bir duvar” örme çalışmalarının hayata geçirilmekte olduğunu da öngörebiliriz.
Çeşitli manipülasyonlar sayesinde akamete uğratılmaya çalışılan “BOP Eşbaşkanlığı” terk edilmiştir kanaati hakim olarak görülse de, kanaatimiz bunun aksine daha etkili, yeni ve daha kapsayıcı bir şekile kavuşturulmuş hali ile devam ettirildiği yönündedir.
Ortadoğu, uzun ve zahmetli de olsa bir bataklık haline getirildi.
Şimdi bu bataklığın sınırları genişletiliyor.
Bir kol Anadolu üzerinden Balkanlar’a, oradan da Avrupa'ya sıçratılırken, bir kolu da Afrika'ya sıçratıldı.
Kim kimi kuşatıp dönüştürüyor!?
Bunu da zaman gösterecektir diyelim ve devam edelim…
“Ortadoğu bataklığa dönüştürüldü” vurgusunu yaparken kendi sorumuzu da sormadan geçmeyelim..
Ortadoğu’yu kim bataklığa çevirdi dersiniz?..
Bizim de içerisinde olduğumuz Batı bloğu mu?
Yoksa Uzakdoğudan gelen “Çin - İngiltere - Hindistan” konsorsiyumu güç mü?
Üçüncü bir bakış açısından bakarak da biz soralım;
- Bu iki gücün alan kapma mücadelesi mi Ortadoğu’yu bataklığa çevirmiştir?
Sorulara cevaplar ararken, gelinen son dönemeçteki yaşanılanlar üzerinden bir okuma yapacak olursak;
ABD, bölgeden çekileceğini deklare etmiş ve kendisinden sonra boşalan alanları yerel ve güçlü aktörlere aşama aşama devretmektedir diyebiliriz.
“BOP” projesinin başlatıldığı çekirdek çember sayılabilecek olan Afganistan ve Irak coğrafyası hangi ülkenin koordinasyonuna bırakılıyor dersiniz?..
Bu iki coğrafyada ne tür değişiklikler olacaktır; öngörebilir miyiz?
ABD ve Rusya’nın yıpranan ilişkilerini onarmak için yeni Başkan Biden tarafından başlatılan “Putin bir katil” çıkışına müteakip, batı cephesinde yıpranan ilişkiler onarılacaktır öngörümüzü takip eden süreçteki gözlemlerimiz, bizleri “ABD ve Rusya, Batı cephesinde birlik olma konusunda anlaştı” sonucuna götürmüştür.
O zaman gelelim Irak ve Afganistan denklemine!..
Her iki coğrafyayı, Türk askeri aşama aşama devir alarak, ticaretin güvenliğini ve garantörlüğünü başarabileceğini deklare etmiştir.
- Afganistan, havalimanı güvenliği ile başlatılan uzun soluklu süreç genişletilerek diğer alanlarda da etkisini artıracaktır.
- IKBY (Erbil&Hawler) Türkiye’nin de desteğiyle uluslararası sisteme entegre olmaya gayret ederken, İran ile kurduğu ilişkiler üzerinden farklı bir entegrasyon rotası izleyen Süleymaniye’de, etkili siyasi aktörlerin değişeceği kaçınılmaz bir gerçektir kanaatindeyiz.
- IRAK, Doğu Akdeniz sorunsalında Irak’ın elini taşın altına koyması gerektiğini ve Doğu Akdeniz’e sınırları bulunan diğer ülkeler ile işbirliğinin gerçekleşmesi gerektiğini “Türkiye ile Kıbrıs arası köprü ile Akdeniz’de işbirliği mümkün” başlıklı makalemizde kaleme almıştık.
Son Söz;
Yaklaşık seksen yıldır inişli çıkışlı da olsa Batı ile entegre olma yolunda belli bir mesafe katedildi. Buna bağlı olarak, aksamaları da olsa bir sistem oluşmuş durumdadır.
Gerçekçi olmak gerekirse Çin’den gelen etkinin, bizleri nerelere sürükleyeceğini kim ne kadar kestirebilir?
Her sistem, kendisini tehlikede hissettiği an itibari ile savunmaya geçer ve kendisine zarar vermeye çalışanları bünyesinden bir şekilde atar!..
Bundan dolayıdır ki;
İngilizlerin coğrafyadaki emellerine bilerek veya bilmeden hizmet eden bir takım iç-dış “İslamcı” gurupların Türkiye Cumhuriyeti Devletini yıkmaları mümkün olamayacaktır. Çünkü bu durum sadece sistemi değil, sistemin entegre olduğu büyük sisteme de müdehale anlamını taşımaktadır.
Saygılarımla.
.
Ali Karani, dikGAZETE.com