-Tıp sadece bir bilimdi, tıbba iman edilemezdi!..
Geçen gün bir kaç hanım kardeşimle beyin ölümünden, bitkisel hayattan söz ederken gayri ihtiyari; "Yahu doktor öldün diyorsa, ölmüşsündür" deyiverdim.
Durup bir kaç saniye yüzüme baktılar, gülsem güleceklerdi.
Oysa ben latife yapmamıştım.
Bilimsel olarak seni "öldü" kabul ettilerse, senin diri olduğunu ispatlama şansın yok!
Tıbben “beyin ölümü gerçekleşti” dediklerinin organlarını alırken anestezi yapar, tansiyonunu ölçer, enfeksiyon olmaması için nakile kadar antibiyotik verirler.
“Ölüyse, neden anestezi yapıyorsun?”
“Diriyse, adamı neden kesip doğruyorsun?” diyemezsin.
Literatüre onun "ölülerden" olduğu geçmiştir bir kere..
Sen ona "diridir" diyemezsin!
Oysa tıp, sadece bir bilimdi, tıbba iman edilemezdi.
Bilim, şüphe üzerine kurulmuştu.
Bugün "faydalı" gördüklerine yarın "zararlı" diyebilirlerdi.
"Ex" diye morga gönderdikleri, yıkanırken dirilince bu basit bir “doktor hatası” olabilirdi mesela.
Bugün, yayınlanan tüm bilimsel çalışmaların yüzde 90'dan fazlasını ilaç şirketlerinin finanse ettiğini ve hangi sonuç daha ticariyse onu kabul ettiklerini dogmalarla beslenen, fanusun içine ‘bilim’ diye hapsolduğunu farketmeyen kimseye anlatamazsın.
Çok basit bir misal;
1950 yılında Angel Keys isimli bir araştırmacı, çeşitli ülkelerde yapılan "yağ tüketim" çalışmalarını bir araya getirerek “hayvansal yağ (tereyağı, iç yağı ve kuyruk yağı) tüketimi arttıkça, koroner kalp hastalığınında arttığı” sonucuna varmış.
O çalışmaya tam 22 ülke dahilmiş.
Fakat Keys, 15 ülkenin verilerini bu çalışmaya dahil etmemiş.
Ve istediği sonucu almış.
Bundan sonra televizyonlarda boy boy beslenme uzmanları ve doktorlar;
“Yağsız süt, yağsız yoğurt, yağsız kırmızı et, beyaz et…” yememizi tavsiye ettiler.
Doktorlar da yağsız hayatın sözcülüğünü üstlendiler.
Hastalarına margarin yemelerini önerdiler.
Çünkü bir çok bilim adamı, “trans yağların insan sağlığını bozmadığını” o zamanın bilimsel verileriyle ispatladıklarını iddia ediyorlardı.
O dönemlerde bunun yanlış olduğu söyleyenlere ise;
“Bilim düşmanı, devlet düşmanı, halk düşmanı, cahiller, komplocular!” dendi.
Öyle ya, halkın ucuz ve zahmetsiz yağ tüketmesini önlemeye çalışıyorlardı.
Hem devlet, zararlı olsa ülkeye sokar mıydı?
Deve dişi gibi koskoca profesörler yalan söyleyecek değillerdi ya(!)
Peki ne oldu?
Gün oldu, devran döndü.
Şimdi ise daha önce “hiçbir zararı yok” dedikleri "trans yağlar”ı ürünlerinden çıkarttıkları için övünüyorlar.
Kimin işine yaradı bu durum?
Elbette ilaç şirketlerinin.
Milyonlarca hasta demek; milyonlarca ilaç alıcısı demekti çünkü.
Ne yani, sırf bir kutu ilaç satabilmek için insana bu zulmü yapamazlar mı?
Bütün büyük ilaç firmaların kurucularının Alman ve Polonya Yahudisi olduğunu, hepsinin en ölümcül zehirleri ürettiklerini, "savaş suçu işlediklerini" ve Nazi imha kamplarında kullanılan ilk zehir olan "Zyklon B"yi de bunların ürettiklerini biliyor muydunuz?
Cezayir ve Fas kuvvetlerine karşı yaklaşık 165 ton kimyevi klor gazını kullanan bir savaş suçlusu olan Fritz Hoffmann - LA ROCHE!
Tanıdık geliyor mu?
Peki ya Masonlar Büyük Locası’nın başkanlığını yapan Çapa Tıp’tan mason Prof. Dr. Asım Akin’in “Masonluk tıp âleminde güç odağıdır” cümlesini de kaç kişi aklında tuttu?
Biz sorgulayıp, güven duymamakta haksız mı sayılıyoruz şimdi?
"Komplo teorisi" diye küçümsenen her şeyin doğru çıktığı günlerin başında değil miyiz?
İmam-ı Azam hazretleri fıkhı, “kişinin leh ve aleyhine olan şeyleri bilmesi” şeklinde tarif etmiyor mu?
Bunca sabıkadan sonra bize sundukları her ne olursa olsun lehimize mi yoksa aleyhimize mi oturup düşünmeyelim mi?
Kaldı ki “ilaç endüstrisi bugün gerçekten insan sağlığını önemsemekte mi?” diye bir soru artık sormayacağım.
Sorduğum soru şu;
- İlaçlarla insana yapmak istedikleri ne?
"Zaruretler mahzurları mübah/helâl kılar" diye diye domuz enzimi girmeyen Müslüman bedeni kaldı mı acaba?
Bu mudur yani?
"Haramda şifa" olmadığını literatür yazmadı diye mi bu rahatlık?
Canlı ve cansız her varlığın Allah'ı zikrettiğini ve haramların bu zikri bozduğunu hangi laboratuvarda ispat edelim?
Ağzına fazladan bir lokma atanın dahi, birazdan boş bir kelam edeceğini bildiren alimlerimiz hangi kanıta dayalı konuşuyorlardı?
Peki fazla lokmanın bile etkisi buysa, bunca necis içerikli ilaçların etkisi ne olur ki Müslüman fıtratında?
Her şey ölmemek için mi?
Bir saat daha fazla yaşayabilmek için mi?
Tedbir takdire mani değil ki!..
Tedbir kadar tevekkülün var mı ki?
Bu işin sonu çok berbat bir yere varıyor ve bizler "alıştırıldıklarımız ve normalleştirdiklerimiz” ile buraya sürükleniyoruz.
Bakın yapay zeka geliştiricisi Ben Goertzel, çocuklarımız üzerinde nasıl hayaller kuruyor.
"Düşünün;
Çocuğunuz var ve sınıfındaki diğer bütün çocuklar ondan daha iyi. Çünkü diğer çocukların beyinleri Google'a veya hesap makinesine doğrudan bağlanabiliyor ve kendi aralarında haberleşebiliyorken sizin çocuğunuz onların arasında geri kalmış görünüyor.
O, her şeyi modası geçmiş metodlarla yapmak zorunda kalıyor ve beyinden beyine arkadaşları ile mesajlaşamıyor.
Sınıf öğretmeni, artık sizin kızınızın bu sınıfta olamayacağını söylüyor.
Böyle bir durumda ne yapardınız?
Transhümanizm, tam da bu noktada entelektüel bir konu olmaktan çıkarak bir "ZORUNLULUK" haline gelmeye başlar!" -Ben Goertzel-
Şu açıklamayı bir kere yetmez, defalarca okuyalım.
Nereye doğru sürükleniyoruz artık görelim.
Ne komplo teorisi?
Bırakın artık Allah aşkına!
Bilinci artık kendi kontrolünde olmayan bir insanın "dini" kalır mı?
"Aile" kavramı kalır mı?
"Allah inancı” kalır mı?
Son bir paragraf ile son vereceğim sözlerime.
Artık bilen bildi, bilmeyen bilmedi..
Fıtri olarak her sabah namazında öten horoza, sahibi; “Tekrar tekrar ezan okuma! Yoksa tüylerini yolarım!” diye tehditler savurunca horozcağız korkmuş.
Ve kendi kendine düşünmüş...
"Zaruretler mahzurları mübah/helâl kılar. Canımı kurtarmak için ezan okumaktan vazgeçmeliyim…” diyerek o günden sonra ezan okumayı bırakmış.
Bir zaman sonra sahibi ezan okumayı bıraktırdığı horoza gelerek; “Eğer tavuklar gibi gıdaklamazsan senin tüylerini yolarım!” demiş.
Horoz, bu tehdit üzerine horozluktan da vazgeçer ve tavuklar gibi gıdaklamaya başlar.
Tam bir ay gıdakladıktan sonra sahibi tekrar gelir ve bu kez şöyle der; “Şimdi de tavuklar gibi yumurtlamazsan, yarın seni keserim!”
Bunun üzerine horoz ağlamaya başlar ve der ki;
- KEŞKE EZAN OKURKEN ŞEREFİMLE ÖLSEYDİM!
Velhasıl;
Bu dönemin ‘İmran'larına da düştü bebeklerini firavunlardan sandıklar içinde saklamak..
Bu umursamaz ve dünyevileşmiş Müslüman gidişiyle öyle bir hale geleceğiz ki, “keşke ilk başta ölseydik” diyeceğiz.
Bu sebeple efendimizin bu hadisi şerifine tutunmaktan başka çare yoktur.
- Duymuyor musunuz?
- Duymuyor musunuz?
- Duymuyor musunuz?
- SADE HAYAT İMANDANDIR!
(SadakaRasulAllah)
.
Yağmur (Mirzayeva) İbiç, dikGAZETE.com