'Tin'e ve zeytine yemin ederek; “Biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık!” diye buyuruyor Rabbim..
Ne kadar durup düşündük şu kısacık kelâm üzerine!..
Bir kelimesinde, binlerce hikmeti barındıran Rabbim, çok büyük bir ibret vermiş aslında bizlere..
“Güvenin bana” diye buyuruyor, güvenin kendinize!
- Benim yarattığım sisteme!
- Bozmayın onu, korkmayın da..
- Çünkü ben sizi öyle güzel bir sistemle yarattım ki; etinizi konuşan, kemiğinizi işiten, yağınızı gören kıldım..
- Minicik bir mikrop dahil olsa kanınıza, ateş ile onu yakan;
Bir ufak bayat/bozulmuş yemek girse midenize istifra ile onu atan,
Yüklenirse bedeninize bakteri, virüs ve sairler, bağırsak ile tahliye eden muazzam bir sistem kurdum..
- Yaşamak için ihtiyacınız olan her şeyi doğaya serpiştirdim, savunmanız olan en büyük mekanizmayı "bağışıklık sistemi" olarak size sundum..
- Kan pompalayan bir kalp yetmedi, içerisine "gönül" koydum..
- Ciğerinize sorun; “Tek meselesi oksijen” miymiş? Size uzun uzun asıl işinin "vicdan" olduğunu anlatsın..
Peki ya annelik?
Saç telinden, ayaklarına kadar bir mucizeyi bedeninde taşıyan bir varlığı, ben nasıl izah edeyim?
Rabbimin kudret eliyle yaratıp, cennetinde muhafaza eylediği, yeryüzünün halifesi kıldığı bir emaneti, senin içinde canlandırıyor, ruhu senin bedenine dahil oluyor.
Bir bedende iki ruh taşıyorsun…
Taşıyorsun da onu doğurmaktan korkuyorsun..
Seni suçlamıyorum, bu senin suçun değil..
Hamileliğini sana "hastalık" gibi empoze eden endüstrinin suçu..
Sen hamilesin, hasta değilsin..
Doğurmuyorsun, bebek “doğuyor."
Havva annemiz ile başlayan, Meryem validemiz ile can bulan, Hatice annemiz ile anlamlandırılan bir sürece sen de dahil oluyorsun..
Kim vardı Havva annemizi doğurtacak?
Kimse..
Bu sebeple bilmeliyiz ki; doğada bulunan hayvan olsun, insan olsun her anne bu işi tek başına da gerçekleştirecek bir sistemi ve mekanizmayı bedeninde bulunduruyor.
“Bunu tek başınıza doğurmalısınız” telkini vermek için söylemiyorum.
2 ebe eşliğinde doğum yapan ben, asla böyle bir şey söylemem.
Sadece şunu demek istiyorum;
- Dünyada tek başına bile olsan, doğurabilirsin; tıpkı Havva annemiz gibi. Bu gayet normal bir süreç; bebeği senin içinde var eden Allah, ona çıkış kapılarını açmayacak mı?
Onu içinde yaratan, bedeninden de atacak sistemi yaratmaz mi hiç? Sen yeter ki tevekkülde ol.
Meryem validemizin yanında kim vardı?
Kimse..
Ancak Rabbi ona vahyetti; “altında akan bir su var, hurma dallarını kendine doğru çırp”..
Bu sebepledir ki, eskiler doğumda su içer, hurma yerlermiş..
Sancılarını tavana bağladıkları ipi çırparak çekerlermiş..
Doğum sandalyeleri Osmanlı'da bulunurmuş..
En güzel, en kolay hâl buymuş..
Peki ya şimdi?
“Milyonda bir görülecek semptomlar” yüzünden sapasağlam anneler, aç susuz sancılar çekiyor..
Dudakları çatlıyor da bir yudum su veren olmuyor.
Kusura bakmayın, bu zalimliktir.
Sorgulamadan "endüstri" ne emrettiyse onu yapmaktır.
Rahim, “armut” şeklindedir. Yatınca geriye doğru gider. Bu sebeple yatarak doğurmaya çalışmak, yapılabilecek en büyük hatalardan biridir.
Peki neden her anne, “çatal”a yatırılır?
Çünkü "endüstri" böyle emretmiştir...
Sorgulanmaz, itaat edilir.
Hatice annemiz, Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile evlendiğinde 40 yaşında (!) bir kadınken, nasıl oldu da o yaştan sonra 6 çocuk doğuruverdi?
Bunu siz yapmaya kalksanız bin-bir türlü teste tabii tutulur, o “1 tane”yi doğurana kadar da akla karayı seçersiniz..
Hatice annemiz, belki yoğun bakım odası korteji eşliğinde değildi ama evinde, 6 yavrusunu da kendi başına getirdi dünyaya..
Siz yapamazsınız!..
Çünkü korkmanız lazım.
Size durmadan "eskiden anne ve bebek ölümleri çok oluyordu…” derler..
Endüstri böyle emretmiştir..
Şimdi güya olmuyor!..
Ecel ne bir adım ileri, ne bir adım geriyken eve gelen Azrail, ambulansa, hastaneye gelemiyor(!).
Tedbir almayalım mı?
Elbette alalım, ama bunun da takdire mani olmadığını, olamayacağını bilelim, fıtratımızla oynatmayalım..
Tedbirimiz kadar tevekkülümüz var mı?
Bunu da bir ara sorgulayalım..
Bir de eskiden kim istatistik tutuyormuş ki, bugün ile kıyas edilsin?
Bu kocaman bir yalandır.
Eskiden evde, tarlada, samanlıkta, yol kenarında doğuran nenelerimiz çocuğu sarıp sarmalar işine devam edermiş..
Bebek ölümleri olmuyor muydu?
Bu dönemde olduğu gibi, o dönemde de oluyordu.
Ama bir tek fark ile..
O zamanın kadınları 5 ila 10 arası doğum yaparken, bugün 1 taneyi normal şekilde doğurabilene alkış tutuyoruz.
Bugün gramaj usulü, bebeğinin yediğini tartan, elinde termometreyle gezen anneler varken, o gün beşiğe belenen ve saatlerce yanına uğranmayan bebekler vardı..
Bakımsızlık, yokluk diz boyuydu..
Dediğim o ki, geçmiş ile bugünü kıyas etmek büyük tutarsızlık olur.
Bu yazıda;
Hiç bir anneyi, doğum şeklini asla tenkit etmiyorum..
Aksine, güçlü olmamız gerektiğini ve Rabbimizin bedenimize koyduğu sistemimize güvenmemiz gerektiğini vurguluyorum..
“Korkmayın!..” diyorum..
Ne gebelikten, ne doğurmaktan korkmayın!..
Kimseye de kulak asmayın!..
"Çünkü sistemi en iyi bilen, onu YARATANDIR!"
.
Yağmur (Mirzayeva) İbiç, dikGAZETE.com