Türk devlet aklının çelik çekirdeği, bedeli ne olursa olsun, kendisinden bir parça olanı asla bırakmıyor ve terk etmiyor…
MÜSLÜMANLARI, MUSEVİLERİ VE ORTODOKSLARI, TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİNE KARŞI KIŞKIRTANLARIN PROJELERİ NASIL İFLAS ETTİRİLİR!..
"Aidiyet" nedir ve bireyin aidiyeti nasıl geliştirilir?
Bu konuda dünya üzerinde hala mevcut olan “Türk Akıl ve Düşünce Sistematiği” yapısını tek geçerim.
Türk devlet aklının çelik çekirdeği, bedeli ne olursa olsun, kendisinden bir parça olanı asla bırakmıyor ve terk etmiyor…
Kurulan bu cümleyi çürütmek için hemen birkaç soru ile karşı koyanlar olacaktır. “Varsın karşı koysunlar, onlara da kapılar sonuna kadar açıktır” diyerek devam edelim…
Madem bu kadar iddialı; “neden ‘Birinci Paylaşım Savaşı’ndan sonra Türkiye Cumhuriyeti devleti kurularak dışarıda kalanlar kendi kaderlerine terk edildi” diye sorgulayanlar olacaktır…
Bu devletin parçası olan hiçbir kimse, kendi kaderine terk edilmedi…
HER COĞRAFYA, KENDİ TERCİHLERİ İLE YÜZLEŞMEK ZORUNDA KALDI…
İstisnalar dışında kimsenin göremediği bir bütünlük, geçmişte olduğu gibi bugün bile aynı şekilde devam etmektedir.
Nasıl mı?..
Bir babayı düşünün, evin içinde tesis edilen huzur tehlike altına girdiğinde, ev ahalisi arasında kavga çıkmasın diye birbirlerinden uzaklaşmalarını tesis eder, öyle değil mi?
Hangi baba, evladından vazgeçer ki?
Daha annenin koruyuculuğunu hesaba bile katmadık…
Buradan yatay bir geçiş yaparak “DİN VE DEVLET İŞLERİNİN BİRBİRİNDEN AYRILMASI” konusunu ele alalım…
Hiçbir oluşum, “Temsiliyet makamı” olmadan kendisini rahatça ifade edemez…
Devam edelim…
Birinci Dünya (paylaşım) Savaşı öncesinde devlet işleri, güvenliğin ve yönetimin tek merkezden sağlandığı bir makam şeklinde idare edilmekteydi…
Bu arada, dini temsiliyet makamının koruma kalkanı da devlet mekanizması idi…
DİNİ TEMSİLİYET MAKAMININ ASLİ GÖREVİ; DEVLET İDARESİNE MÜDEHALE ETMEK DEĞİL, TOPLUMSAL AHLAKIN YÜKSEK TUTULMASI YÖNÜNDE FAALİYET YÜRÜTMEKTİR…
Devlet mekanizması, hâkim olunan bütün coğrafyadaki işleyişi ve güvenliği sağlayan bir konuma sahip iken, dini temsiliyet makamları ise tek çatı altında lakin Museviler, Müslümanlar ve Ortodokslar olmak üzere farklı temsiliyet makamları olarak faaliyet yürütmekteydiler.
Bu arada bir not düşmek gerekiyor…
- Fatih Sultan Mehmet, Türk Erenlerin kendisini himaye etmesinden dolayı, Müslüman dünyanın desteğini alabilmiş ve bu güç sayesinde fethettiği Doğu Roma’nın (Rum) Keiser’i olmayı başarabilmiş bir liderdir…
- Nasıl yani;
- Müslümanların Halifesi olmadan önce, Hristiyan Ortodoksların Kıralı olmak da nedir?” diye soranlar olacaktır şimdi…
- Evet tam da öyledir.
- Mısır fethedildikten sonra Osmanlı’nın Hilafet makamını temsil edebilmesi gerçekleşmiştir...
- Hilafet makamının temsiliyeti elde edildikten sonra kapsayıcı olan “Türk Akıl ve Düşünce Sistematiği”nin tasfiye süreci de başlatılmış oldu…
- 1826’da yaşanılan vakıa da bu tasfiyenin zirve noktası olmuştur…
Notumuzu düştükten sonra konumuza devam edelim…
Kurulan güçlü mekanizma, lokomotif görevi görmüş ve kurulan bu sistemin güvenliğini öncelikli tutarak, Devlet (mekanizması) şemsiyesi altında hâkim olunan coğrafyaların adaletini tesis edebilmek için birbirleri ile uyumlu (tamamlayıcı) şekilde çalışmalar yürütülmüştür…
Böylelikle geniş bir coğrafyada din ve devlet işlerinin ayrı fakat uyumlu şekilde devam etmesi mümkün kılınmıştır…
Ortodoks halkın, Musevi halkın ve Müslüman halkın adalet karşısında bile kendi usullerince değerlendirildiği sistem, yedi düvelin saldırısıyla birlikte, Birinci Dünya Savaşı’nda mağlup edilmiş, bu durumu kabullenmeyen ve karşılık olarak gelişen refleks sayesinde Millî Mücadele ruhu doğmuştur.
Devletin devamlılığı esasından hareketle ilk önce devlet mekanizması kurtarılarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti tesis edilmiştir…
Yakın geçmişimizin kısaca özeti bu şekildedir kanaati hakimdir…
Gazi Paşam, galiba temsiliyet makamlarının eksikliğinden doğabilecek kargaşayı öngörebilmiş ki Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kurulmasını sağlamıştır.
Diyanet İşleri Ba(ş)kanlığı’nın kurulması ile birlikte din ve diyanet işleri çoğulcu ve katılımcı bir kimliğe bürünerek, tekelleşmekten kurtarılmış ve kula kul olmanın önü kesilmiştir demek, hakkı hak edene teslim etmek demek olacaktır.
Bugün temsiliyet makamı olması gereken Diyanet işleri makamının, Gazi Paşamın öngördüğü şekilde bir kimliğe sahip olup olmadığı, çoğulcu ve katılımcı olup olmadığı sorgulanarak yapılabilir diye düşünülebilir…
Son Söz;
Nezaket kuralları, karşılıklı kabulleniş ve gösterilen toleranslar sayesinde gerçekleşebilir ve hayatımızda yer edinebilir…
Her kim bir başkasını reddedip dışlar ise bilinsin ki “O” bozguncu ve ayrıştırıcıdır…
Not;
“Dinler arası diyalog” adı altında zihinlerin bulanıklaştırıldığı dönemin asıl amacı, Dini temsiliyet makamının canlandırılmasını akamete uğratmaktır.
Temsiliyet makamı vermek, insanların kendilerini rahatlıkla ifade edebilecekleri bir ortama müsaade etmek demektir.
Konunun din ile alakalı olmadığını vurgulamakla birlikte, toplumun sağlıklı bir şekilde kendisini ifade ederek rahatlamasını sağlamak olduğunu belirtmekte fayda görülmektedir.
Devlet mekanizması ise tüm bu bahsi geçen kurumların güvenliğinden ve devamlılığından sorumlu kalkan durumunda olmalıdır…
.
Ali Karani, dikGAZETE.com