Allah’û Azim’üş-Şan’ın biricik sevgilisi, Kur’an-ı Azim’üş-Şan’ın tecessüm etmiş hali, melekûtun, insin ve cinnin her dem selât-ü selam eylediği, risalet penah efendimiz, Cenab-ı Hakk’ın birinci planda tuttuğu ve eşsiz bir örnek diye gösterdiği ol Habib-i Kibriya’yı değil kötü söz ve başka fiillerle anmak, kim ki ötelemeye, ikinci plana itelemeye, yok saymaya kalkar, gaflette de değil, küfürdedir.
“Kim Resûl'e itaat ederse, gerçekte Allah'a itaat etmiş olur” Ayet-i Celile’sindeki vurgu ile Allah Celle ve Azze’ye muhalefetin bedeli de her iki cihanda ağır olur.
“Kim Resûl'e … … …, gerçekte Allah'a … … … olur” İlahi sözüne, şöyle bakıp, aradaki boşlukları da “hakaret ederse… saygısızlık yaparsa… saygı duyarsa… uyarsa… anlarsa… aşık olursa…” gibi sair kelime ve cümlerle isteyen istediği gibi doldursun da işin aslı da iyi anlaşılsın!
“Övülene, övgüye mazhar olana ve övülebildikçe övülene bak da selam dur sevgiliye de onu da onun sevdiğini de sev sevebildiğince.” denildi ya! Dahası da bitmez!
Ankâzâde Halîl Efendi Köstendilî’nin dervişi, Tûti İhsan Efendi’ye yazdığı mürşîdâne mektuplardan “yirmi dördüncü mektup” ve sair mektubat ile ilahi sözlerdeki o ifadeler de “O ki..” diyerek, gelmiş-geçmiş övgülerle birlikte şöylece bir derlenip, katıp karıştırılarak söylenebilecekler de Allah’û Azim’üş-Şan’ın övgüsüne mazhar olana yetmez amma “Kimdir” diyene arz edilir; selat ve selam ile…
O ki…
İslâm’ı bizlere tebliğ eyleyen…
Her haliyle ahlâkı itmam eyleyen.
İnsanlığı ve Cenâb-ı Hakk’a kulluğu, fiiliyle ve sırrıyla tâlim edip, tekmil eyleyen…
Bahr-i ehâdiyyetin Celâl ve Cemâl tecellîlerinin mazharı…
İlm-i ledûn deryasının gavvası ve müzhiri…
Âşıkların ve sâdıkların madeni…
İlm-i hakikatin rehberi…
Beşeriyetin be-tahsis ümmetinin şefaatkân-ı ahmedi…
Nur-i ilâhî semâsının şems-i enveri…
Beşeriyetin zulmetle kararmış semâlarının mehtab-ı münevveri…
Gönüller sultanı…
Sırat-ı müstakimin sirâc-ı münîri…
Hace-i kainat…
Ekmel-i mahlûkat…
Eşref-i mevcudat…
Enbiyânın şevkinden murâd…
Abdiyyetin şahikası…
Rabb-ül alemin’in âlemlere bahşettiği nuruyla tenvir ettiği, kendi ahlakıyla ahlâklandırdığı enbiya ile teyit ettiği, rahmetenli’l-âlemîn olarak takdir eylediği…
Hak cemâlinin mir’atı…
Kelâmullahın mazhar-ı “li meallah” tahtının şâhı…
Ekmelü’l- rüsûl…
Nebî-yi ekrem…
Âlemlere rahmet…
Sebeb-i hilkat-i alem ve mefhar-i benî-i adem…
Abd-i has-ı mustafa…
Nûr-i evvel…
Ba’s-i âhir…
Cenâb-ı Hakk’ın yegâne abd-i hâssı
Serdefter-i mahlûkat ve ekmel-i mevcudat
Hazret-i Kur'ân’ın mazharı ve Kur’an’ın tecessüm etmiş hazret-i insanı…
Efdalu’l beşer…
“Leamruk” hitâb-ı ilahiyesiyle ömrüne kâsem olunmuş, ayrıca yaşadığı asra ve mekana Mekke-i Mükerreme’ye kendi vesilesiyle kâsem edilmiş…
“Vedduha” vahy-i ilahisiyle cahiliyet zulmetini nuruyla tenvir eden…
Vechine tazim edilmiş…
Nübüvvetine bizzat Allah Teala’nın şahit olduğu ve kendisine kâfi olduğu Kelam-ı kadiminde ebediyyen ilan olunmuş…
İnsanlığı zulmetten nura, gamdan sürura, firkatten huzura ve vuslata vesile kılan Cenâb-ı Hakk’ın nurunun mazharı…
Yaradılan ilk nur…
Arz-û semânın nuruna müştâk olduğu ve nuruyla devrettiği…
Yaradılmışların nurunun nuru…
“Nurun âlâ nur” sırrının kandil-i süreyyası…
Beşir ve nezir…
Sirâcen münîr…
Misbah-ı sudûr…
Gözlerimizin nuru, kalblerimizin sürûrü…
Allah Teâlâ ve meleklerinin bizzat salât-ü selâm eylediği…
Cenâb-ı Hakk’ın muhabbetinin mazharı…
Resüllerdeki nurun menbaı…
Lî meallah tahtının şâhı…
“Sübhânellezi esrâ biabdihî”nin mazharı…
Mahbübu’l-kulüb…
Mürebbi-i vicdan…
Muhabbet-i ezelînin muhatabı…
Âlemlere rahmet olarak gönderilmiş…
Sırat-ı müstakimin bizzat kendisi…
Sıratullah,
Sâdık,
Musaddık,
Gelişi sıdk,
Kıyamı sıdk,
Oturuşu sıdk,
Kelâmı sıdk,
Gidişi sıdk,
Sâdıku’l-va’d…
Alemleri rahmetiyle ve muhabbetiyle istilâ eden ol fahr-i alem ki beşerin efendisi…
Beşeriyet için beşir,
Hem beşerin efendilerinin efendisi,
Resul-i kibriya aleyhi ekmelu’t tahiyya,
Safîyullah,
Halîlullah,
Hayru halkillâh,
Emînü vahyillah,
Sıratullah,
Nimetullah,
İmamu’l-müttak’în,
Ceddü’s-sıbteyn,
Hazret-i rasûl’ü-s sakaleyn,
Kâbe kavseyn-i ev ednâ,
İmâmü’l-kıbleteyn,
Ceddü’l-haseneyn,
Şefiu’l-usât fi yevmi’l-arasât,
Sahib-i mirâc,
Ve rakibu’l-burak,
Sâhibü’l-kadîb ve sâhibü’l-miğfer,
Makam-ı mahmud tahtının şâhı, “velâkin resûlullah” burcunun mâhı…
Şefaatkânımız…
Yegâne penâhımız…
Dü âlemde sultânımız…
Zat-ı uluhiyetine yapılacak en iyi övgü; medhinin Rabb-ül alemin tarafından yapıldığından haricin zatını medh edemeyeceğine iman olan…
Resûl-i müctebâ…
Mürtezâ…
Mustafa ve kibriyâ…
Şemsü’d-duhâ…
Bedru’d-düca…
Nûr-ul Hûda…
Ahmed…
Ahyed…
Hamîd…
Hâmid…
Hazret-i eba’l Kasım Muhammed Mustafa.
Sallallahû Aleyhi Vesellem Efendimiz'e sonsuz selât ve selâm ola; Âline, Ehl-i Beytine, Ezvâcına, Evlâdına, Ashâbına ve Etba’ına, ahbabına, yaranına, devr-i devranına da hassaten selat-ü selam ile Salavat-ı Şerife getirenlerin akıbetleri hayrola; hallerimiz, kötülüklerden beri olup, iyi hale tahvil ola, kalplerimiz pür-nur ola; Allah'a hamd, Şefaat-i Mustafa’ya erene aşk ola.
.
Yunus Fırat, dikGAZETE.com