Materyalizm, parayı önceleyen maddeci anlayıştır.
Dünyanın esas baş belası materyalizmdir.
Sosyalist sistemler de liberal sistemler de -maneviyat dışlandığı için- materyalisttir.
Bu yüzden sosyal adaletin palyatif tedbirlerle sisteme yamanması da bir denge sağlayamıyor...
Maalesef maddeyi önceleyen bu paradigmalar, insanlığın yok edilişine de kaynaklık etmektedir…
Doğal Dünya Düzeni kurulamadığı sürece, manevi olan değerler erozyona uğramaya devam edecektir.
Bu yetersiz sistem içinde gün geçtikçe doğal olan her şeyden uzaklaşıyoruz.
Ne yazık ki kurulan yeni yerleşim yerleri de aynı maddeci felsefeyle kurulmaktadır.
Bir şehirde tuvaletler, sular, mezarlıklar parayla satılıyorsa o şehrin tepeden tırnağa her şeyine materyalist bir anlayış hâkim olmuştur.
Huzurevleri, ve kreşler, hep materyalizmin uzantılarıdır…
Kısacası materyalizm anlayışında ekonomi insana hizmet edeceğine, insan ekonomiye hizmet eder. Yani ekonomi artık araç olmaktan çıkmış, amaç olmuştur.
Öncelik ekonomi olunca, yalan söylemek, dolandırmak, sözünde durmamak, liyakatsizlik, emanete hıyanet, sahtekârlık gibi hasletler her alanda kendini gösterir…
Bunların yanlış olduğunu somut bir şekilde sakın birine söylemeye kalkmayın, üstüne üstlük bir de borçlu çıkarsınız…
Mesela, yalan söyleyen birine “yalan söylüyorsunuz” dediğinizde kıyamet kopuyor… Suçlu siz oluyorsunuz. Bu yüzden sahtekâra da “sahtekâr” diyemezsiniz.
Ne yazık ki helal para kazandığını söyleyenlerin de çoğu insan haklarını hiçe saymakta ve insanları sürekli kandırmaktadır…
Bu haksızlığı, sadece özel sektör değil, devlet müesseseleri bile yapabiliyor…
Ben bir zamanlar sözleşmeli öğretmendim, devlet maaşımı veriyor, ama sigortamı ödemiyordu...
Emekli oldum, evimi “ajans” olarak gösterdim, gelip baktılar ve vergiye kayıt ettiler, çalışsam da vergi aldılar, çalışmasam da…
İşin ilginç yanı, emekli maaşımın da hatırı sayılır bir kısmını kestiler.
SSK’den emekli olduğum için çalışma yasakmış!..
Ben de hemen vergi kaydını kapattım...
Bu sistemde herkes haksızlığa devam ediyor.
Bir adam, 10 kişilik minibüse 30 kişi alarak ayda hak etmesi gereken paranın üç katını kazanıyor ve de “helal” kazandığını söyleyebiliyor.
Mümkün mertebe koltukları söküp ayakta yolcu almak daha fazla para kazandırdığı için, minibüslerde koltuk sayıları 4-5 adete kadar iniyor. Neredeyse hiç koltuk bırakmayacaklar, insanları mezbaha arabalarındaki gibi et kancalarına asar gibi taşıyacaklar...
Ekonomi insana değil, insan ekonomiye hizmet eder hale getirildi...
Aynı uygulamayı belediye otobüslerinde de görebiliyoruz…
Otobüslerde de gittikçe koltuk sayıları azaltılıyor ve ayaktaki yolcu sayısı artırılıyor…
Yani oturanların omuzlarına, ayaktaki yolcuları bindirip, oturanı da rahatsız ediyoruz; ineni ve bineni, girerken ve çıkarken canını çıkartacak testlerden ve engelli atlamalardan geçiriyoruz.
Tabii vasıtaların içindeki hava da aşırı yüklenen yolculara yetmiyor…
Arabanın içinin bol zararlı karbondioksit gazıyla dolması, her türlü temasın getirdiği rahatsızlıklar ve hastalık riskinin artması da ekonomi uğruna yapılan sıkıntıları yansıtmaktadır...
Mağazalarda yaygın olarak “9,99 TL” gibi hileli rakamların kullanılması, fiyat cambazlıkları, reklam hileleri insanları kandırmaya yönelik bir materyalist sahtekârlıktır…
Materyalist sistem, herkesi etkiliyor; şimdilerde pazarcılar bile tezgâhlarında “4.99” gibi rakamlar kullanmaya başladı...
BANKA REZİLLİĞİ
Bankalara geldiğimizde, bizi paramızı çekmek için sıraya sokuyorlar bazen bir - iki saat beklemek zorunda kalıyoruz…
Boş bir koltuk bulursanız biraz daha dayanmak imkânı oluyor.
Kısacası banka, hem kendi paramızı kullanıyor hem de size hizmet vermek yerine sizin kıymetli zamanınızı da çalıyor… Tabii ki materyalist bir sistemde her şey gibi zaman da para olmuştur.
Bankaların her şubesi 3-4 elaman almış olsa hem sizin zamanınızı çalmamış olacak, hem de istihdama yardımcı olunacaktır. Özel sektör böyle de devlet daireleri çok mu iyi?.. Vergi dairelerine millet para vermeye gittiği halde aynı bekleme sıkıntısını yaşıyor… Hastanelerin acilin de bile sıraya girmek zorunda kalıyoruz...
ZİRAAT BANKASI NE YAPIYOR?
Materyalist anlayış, her türlü çarpıtmayı ve yalanı meşru saymaktadır.
Ziraat Bankası, “Seni düşünür o” kampanyası başlatmış…
Gerçekten bizi düşünüyor mu acaba?..
Ahlâk kuralları, materyalist anlayışı hiç ilgilendirmiyor.
Bakalım Ziraat Bankası, gerçekten müşterilerini düşünüyor mu?
Emekli maaşını, senelerdir Ziraat Bankası’ndan alan bir vatandaşım.
Bu bankanın bütün hantallığına rağmen değiştirmedim.
Hanımım ise başka bankadan emekli maaşını alıyordu; o banka, maaş aldığından dolayı ilk promosyonu 300 küsur lira olarak verdiğinde diğer bankalar uykudaydılar...
Daha sonra ise hükümetimiz devreye girdi ve maaşımızı kullanan bankalara baskı yaparak, daha fazla promosyon ödemesini sağlamaya çalıştı, fakat beceremedi.
Neyse ki en azından paramızı kullanma miktarına bakarak, yaklaşık 300 TL. kadar ek ödeme alınması sağlandı.
Demek oluyor ki bankalar, kendiliğinden hakkımız olanı vermiyor, ya işin içinde rekabet olacak ya da tüketici baskısı...
Haksız olarak aldıkları “Dosya” paralarını bile kendiliğinden vermiyorlardı.
Materyalist anlayış, sistemin bütün hücrelerine kadar yayılmıştır.
Türkiye sathına yayılmış Ziraat Bankası’nın “Seni düşünür o” reklamındaki gibi, bu sloganına sahip çıkmasını isterdik, ama ne yazık ki olmadı.
Bir gün, Beylikdüzü’nde Ziraat Bankası’ndan acilen para çekmeye kalktık, hatırı sayılır bir havale bedeli istediler. Oysa aynı banka şubeleri olmaktan öte, Beylikdüzü-Gürpınar arası arabayla en fazla 15 dakika sürüyor...
Sanki kuryeyle Gürpınar Ziraat Bankası’ndan para transferi yapılıyormuş gibi “havale parası” istenmesi bana çok tuhaf geldi…
Kısacası taksi tutup, Gürpınar şubesindeki bankaya gidip paramızı alsak, daha ucuza gelecek…
Aynı tekel haline dönüşmüş telefon operatörlerinin zelzelede acil telefon görüşmelerini askıya alması gibi bir durum yaşadık...
Bankanın -nasıl olsa acil para çekimi yapacak- diyerek fırsatı değerlendirip, saf müşterisini soymaya kalkması üzücü!..
Ne yazık ki materyalist anlayışın rasyonel bir mantığı da yoktur.
“Beykent” dediğimiz yörede, Ziraat Bankası’nın dışında bir “bankamatik” vardı...
Denize karşı tepe bir noktada olduğu için, paramızı makineden çekip alırken sürekli rüzgâr esiyordu…
Paralar uçmasın diye zorluk çekiyorduk, içerideki yöneticilere ikaz ettik, ama bir düzelme olmadı…
Aslında bir sıkıntı yaşadığımızda, Ziraat Bankası’nın veznesine ulaşmak için uzun bir sırayı takip etmek zorunda kalmamız da banka yöneticilerinin devlet işlerindeki hantallığı gidermek için işleri takip etme ve çözme gibi bir gayretlerinin olmadığını da göstermekteydi.
Yine bir gün, Bankamatik ekranı konusunun bizleri yanılttığını, birkaç tane hesabın karşımıza çıkmasının yanlışlıklara yol açtığını söyledik; hiç kimse, söylediğimize kulak vermedi...
Benim bir maaş hesabım olduğu halde ekranda, “Hangi hesaptan çekeceksin?” diye bana soru sorması da komik; üstelik birkaç hesap, alt alta sıralanmış…
Hangisinde para var belli değil...
Kısacası ekran kullanışı da pek pratik değildi. (Şu an düzelttiler mi bilemem)
Ayrıca birileri bana, para göndermiş olsa, internet sayfama girmeden haberim olmuyordu. Bir mesaj haberi gelmiyordu.
Buna rağmen, banka kendi menfaatine gelen mesajları, ben istemesem de mail adresime veya telefonuma göndermekteydi…
“Altınlarınızı getirin” den başlayan, bir sürü pragmatist yaklaşımlar görebiliyorduk...
Para sınırını çok az da aşmış olsanız ve de bir gün dahi herhangi bir ödemenizi geçirseniz size hiç saygı göstermeden faiz alması da garip bir durum...
Oysa bizim vadesiz hesaptaki paramız, banka kasasında bankanın nakit varlığına destek verdiği için bize hiçbir -artı- ödeme yapılmamaktadır. “EFT” gönderdiğinde sanki fiziki bir çalışma yapmış gibi para kesilmesi bile komik.
Filhakika, telefon ettiğimizde ise canlı bir insana ulaşmamız çok zor.
Bazen telefonla aramaktan da vazgeçiyorduk...
Bazen saatleri bulan işkenceden sonra bir muhatap bulduğumuzda da seviniyorduk...
Neyse; anamızın kızlık soyadından başlayan ilk imtihanı atlatmak için birkaç uyduruk analık kızlık soyadı sayıyordum, bazen biri tutuyordu… Bazen ise hiç tutturamıyordum. Çünkü ben, Çocuk Esirgeme Kurumu’nda büyüdüm ve anamın kızlık soyadını zaten bilmiyordum.
Kurumlara da birkaç soyadı uydurmak zorunda kaldığım için hangi kuruma hangi analık kızlık soyadını verdiğimi de unutuyordum...
“Anamın kızlık soyadı” yüzünden cumhurbaşkanımıza bile CİMER’den ulaşamadım…
CİMER’i de -hangi akıllı yapmışsa- banka gibi “ana kızlık soyadı” istiyor…
Hadi bankada para çalınma riski var, bankanın bu davranışı mazur görülebilir… Peki CİMER’de ne var?!.
Sonuçta, Cumhurbaşkanıyla bir vatandaşın hayali görüşmesi var…
“Vatandaşlık numarası” neden yetmiyor; güvenlikse, zaten Cumhurbaşkanımızla fiziki bir temas söz konusu değil…
Liyakatsiz insanlar göreve gelince böyle oluyor; kopyacılıkla işleri yürütülüyor.
Kopyala yapıştır!..
Düşünmeye, yorumlamaya, gayret ve araştırmaya ne lüzum var ki?!
Neyse devletin hantal işleyişini, Ziraat Bankası’nda da görmemiz üzücü.
Bazen genel çağrı telefonu yerine bankayı aradığımızda da aynı makineler karşımıza ahiret sualleriyle çıkıp, önümüzü kesiyor…
Telefonda makinelerden muhatap olmak istemediğim için bazen bankaya gittiğimizde de aynı sıkıntılar söz konusu...
Fiş alıyorsun, sıraya giriyorsun, çünkü görevli sayısı az…
Çok gariptir, bu hantal çalışmayı bankamatik noktalarında bile görmekteyiz…
Belki Türkiye’nin en büyük “AVM”si olan Beylikdüzü Marmara Park’ta bütün bankaların “ATM”si mevcut, ama Ziraat Bankası’nın “ATM”si yok.
Gittikçe sırtımızdan daha çok para kazanan bankalar, daha fazla hizmet yerine dayatmacı ve tekelci bir hüviyete bürünerek, daha fazla materyalist davranışlara yöneliyor…
Daha az para vermek için personelini azaltan bankalar, bizi sırada bekleterek, zamanımızı haksız olarak çalıyorlar…
Yani paramızı çalıyorlar; zira zaman artık para olmuştur...
Personel eksik olunca, bankanın kasasından daha az para çıkıyor, masrafları daha azalıyor… Milletin çilesi ise bankayı ilgilendirmiyor...
Millet, telefonda canlı adam bulmak için işkence çekecek, bankada sırada zamanını kaybedecek, bankanın bizi esir alması, banka yöneticilerinin hiç umurunda değil...
Nasıl olsa mecburuz…
Banka bunu bildiği için davranışını değiştirmek gibi bir baskı hissetmemekteydi…
Bütün yenilikleri ve politikaları, “mevcut müşterilerden nasıl daha fazla para sızdırırız” olmaktadır...
Yanıltıcı reklamlarına da kimse ses çıkarmayınca daha çok cesaretleniyorlar…
*
Ziraat Bankası’nda İnternet sitesine girmemiş olduğumda gelen ve giden paralarımdan hiç haberim olmuyordu…
Zaten internete girmek için de bir hayli merasimi göze almam gerekiyordu. Yani, zahmetli bir iş…
Bazen “Hesapta param var mı? Yarınki ödememi karşılar mı!..” endişeleri yaşıyordum. Oturup bir karar aldım. Senelerce birlikte olduğum Ziraat Bankası’ndan ayrılacaktım.
Çocuk: Baba bir hırsız tuttum!..
Baba: Al, buraya getir oğlum!
Çocuk: Baba, gelmiyor...
Baba: Tamam, o halde bırak gitsin.
Çocuk: Baba bırakmıyor!..
Bankadan ayrılmak da kolay değil; banka, “Telekom’un internet tezgâhı” gibi bağlamış bizi...
“İki sene ayrılamazsın” diyorlar.
- Niçin?..
“İki sene kalacağına dair bizden 300 küsur para almışsın…”
- Tamam, ne kadar zamanım kaldıysa kesin paramı!..
“Olmaz! Hepsini ödeyeceksin!..”
Ben inatçı bir mizaca sahibim, pire için gerekirse yorganı da yakarım.
- Tamam! Verdiğiniz 300 TL’nin hepsini alın; “OGS”ninizi de alın! Ben ayrılıyorum, sizinle de merhaba dahil, her türlü ilişkiyi kesiyorum!..
“Yaşasın özgürlük” diyerek vezneye yöneldim… Meğer 5-6 ayım kalmış.
Bayan, “bekle” dedi…
“Beklemem; sizin dayatmalarınıza çok kızdım, hemen ayrılacağım” dedim.
Veznedeki bayan müdüre gitti bir şeyler konuştular, geri geldiğinde paramın yaklaşık yarısını geri verdiler.
Zaten artık paramı düşünmek yerine kesin ayrılmayı hedefliyordum.
Şimdi Finansbank’tayım. Bütün bankalar dayatmacı ve pragmatik bir anlayışla çalıştığından birbirlerinden farkı pek olmuyor…
Birbirleriyle de anlaşma yaptıkları için bankadaşlarıyla birlikte, dayatmacı bir sistemi devam ettiriyorlar... Ancak bu bankada benim önem verdiğim bazı rahatlıklara şahit oldum...
Bu bankamız, emekli maaşım, otomatik faturalarım ve “HGS”den dolayı yaklaşık 500 TL’den daha fazla hesabıma para yatırdı…
Ayrıca en çok sevindiğim iş de prosedürler daha iyi işliyordu…
1- Hesabıma giren ve çıkan para hemen bana dakikasında mesaj olarak bildiriliyor.
2- Otomatik ödenecek faturam bile bir gün önceden haber veriliyordu.
3- Bakiye param da anında bana bildiriliyordu.
4- Gerek çağrı merkezini gerekse banka şubesini telefonla aradığımda hemen müşteri temsilcileriyle canlı görüşüp, derdimi anlatabiliyorum.
5- Telefonda sesli olarak sadece “müşteri temsilcisi” demem yeterliydi.
6- Her yerde ATM’si vardı.
7- Bankaya gittiğimde her türlü kolaylık hemen sağlanıyor.
AŞAĞIDA, FİNANSBANK’TAN BANA GELEN MESAJLAR:
Yukarıdaki bilgiler, anında telefonuma geldiğinden zahmet edip ne internete giriyorum, ne de bankayı arama zahmetim gibi bir zaman kaybım oluyor.
Bu anlattıklarımı bir bankanın reklamı olsun diye yazmıyorum; pratikte neler olduğunu görüp, devlet bankalarının da kendilerine çeki-düzen vermeleri için yazıyorum...
Mademki materyalistlikten feragat etmiyorsunuz en azından bu basit nezaket kuralları konusunda hassasiyet gösterin!..
Bunun için yöneticilerin liyakatli kişilerden seçilmesi ve personelin de arttırılması şarttır...
En başta genel müdürlerin liyakatli ve işin ehli olması lazım, aynı zamanda yetenekleri olması da çok önemli…
Müdürlerin çok boyutlu düşünen bir kafaya sahip olması da son derece önemlidir.
Artık, siyasi veya torpille personel seçimine son verilmesi ülkemizin hayrına olacaktır.
.
Raşit Anaral, dikGAZETE.com