MATERYALİST SİSTEMLER İFLAH OLMAZ
Materyalist sistemler insanı değil, parayı önceler... Materyalist anlayışlar, insanları değil, parayı hedefler... Parayı amaçlarken pragmatik hesaplar da yapar, amaç ise elde edeceği maddi miktarı artırmaya yöneliktir...
Sosyalizmin komünist ekonomik uygulamaları da liberalizmin kapitalist ekonomik uygulamaları da materyalist anlayış temeline dayalıdır...
Materyalist sistemlerde insanları kandırmak için her türlü hile meşrudur(!).. Mesela, insanları kandırmağa yönelik reklam veya tanıtım yapmak yasaktır, ama bu durumdan çıkmak için her türlü hileye başvurulur... Bu tür materyalist firmalar, paket ürünlerde okunması zor, küçük yazılar kullanılarak, malın istenmeyen ayıplarını karambole getirmekte uzmandırlar...
Yiyecek ve içeceklerin doğallığı diye bir şey günümüzde söz konusu değildir... Raf ömrünü uzatmak için her çeşit katkı maddesi kullanmak, materyalist firmalar için ticari bir zorunluluk haline gelmiştir... Tatlı çeşitlerinde ise, ucuz olduğu için doğal toz şeker yerine, yaklaşık yüzde 90'ında sağlığımızı tehdit eden şeker şurubu kullanılmaktadır...
Ekmekte bile raf ömrünü artıracak, kabarmasını sağlayacak katkı maddeleri mevcuttur...
Materyalistler, simidin kokusunu da lezzetini de bozdular, çünkü unu beyaz un, uyduruk susamı da ithaldir...
Ete bile su şırınga edilmesi, bu materyalist anlayışın nerelere uzandığını göstermektedir...
Yediğimiz - içtiğimiz her şey doğallıktan çok uzaktır...
Materyalistler tarafından fiyatlar bile aldatıcı olarak ayarlanıyor...
Hele dokuz rakamı hilesini, tüketici dernekleri ticaret bakanlığına bildirdiği halde, serbest piyasa ve fiyatlandırma diye müdahale yoluna gidilmemiştir...
Fiyatlardaki hileler ise açıkça görülüyor: Muz 29,90 Soğan:11,99 ya da bir giysi: 217,99…
Türkiye'nin bütün firmalarında, bu dokuzlu rakamlar istisnasız uygulanıyor...
Peki bu direkt olarak tüketiciyi aldatmaya yönelik bir hile değil mi?..
Market yöneticilerine sorduğumuzda ekonomi tekniğine ait bir uygulama olarak açıklıyorlar...
Amacının müşteriyi aldatmak olduğunu söylemiyorlar...
Peki, bu dokuz uygulaması, serbest piyasa ekonomisinin bir gereği mi yoksa bir hile mi?
Tüketicinin algısının hedeflendiği, aldatmaya yönelik bu tür uygulamaları, ticaret bakanlığı niçin kaldıramıyor?..
RTÜK bu tür dokuzlu hileye başvuran reklamları niçin yasaklayamıyor?
Bir hile, göz göre göre ekonominin vazgeçilmez parametresi olarak sunuluyor...
Dediğimiz gibi, materyalistler, pratikte bütün değerleri kendi ekonomik gücüyle tersine çevirebiliyorlar...
İnsanın onuru, şerefi, hasiyeti, namusu, gururu veya sömürülmesi ve de perişanlığı gibi kavramlar, materyalist sistemleri hiç ilgilendirmez...
Materyalizmin, İnsan Hakları veya insanı yüceltme gibi bir derdi yoktur.
Ne yazık ki günümüzde insan haklarını, kul haklarını, kısacası maneviyatı savunanların çoğunluğunun teslim olduğu yer, materyalizmin kurallarını benimsemek olmaktadır...
Pratikte insan hayatını belirleyen değer, ekonomi olunca, denge bozulmuştur...
Adalet, hukuk, ve sosyokültürel hayat bile ekonomi tarafından belirlenmektedir...
İnsanlar, günlük hayatlarında bile en kutsal değerleri, maddi çıkarları uğruna kullanır hale gelmişlerdir...
Sistemin materyalist anlayışı yüzünden insanlarımız da iki yüzlü, maskeli bir topluma dönüşmüştür...
Ahlak kuralları günümüzde değişmeye uğramış, daha doğrusu erozyona uğramıştır...
Materyalist anlayışın icabı olarak, çıkarlarımız için yalan söylemek yaygınlaşmıştır...
Yalancılığı ise ahlaksızlık olarak açıkça değerlendirmekten herkes çekiniyor...
Anlaşılan, ahlakın tanımı bile birilerine göre değişti...
Siyasi arenada, düne kadar "askerlik parayla satılır mı?" diyenler bile askerliği parayla satılır hale getirmişlerdir...
Parasını verenler, askerlik yapmayacak; parası olmayanlar, askerlik yapacak!..
Akıl alır gibi değil!..
Bu anlayışı, hangi mantıkla açıklayabiliriz?..
Hani insan hakları, hani anayasanın eşitliği savunan ayrımcılığa karşı olan maddeleri?..
Materyalist anlayışta, maddiyatın dışındaki bütün değerler teferruattır...
Materyalizmin insan hakları ve ahlakı yoktur...
Materyalistlerin bütün derdi paradır...
MATERYALİST YÖNETİCİLER, GUREBA HASTANESİNİ BİLE AMACINDAN SAPTIRDILAR.
Gureba Hastanesi, gün geçtikçe daha çok amacından uzaklaşıyor...
Vakıf olarak kimsesizlere, fakirlere, yoksullara bedava hizmette bulunsun diye kurulan hastane, günümüzde siyasi oyunların kurbanı olmuştur...
Kimsesizler, himaye edilmeye ve yardıma muhtaç olan kimseler gureba olarak tanımlanır... Genelde "garip-gureba" tabir edilenler, fakir-fukara olarak tanımlanan kişilerdir...
Geçim güçlüğü içinde yoksul kişilerin korunması bir insanlık görevidir...
Bu bakımdan dünyada Gureba Hastanesi gibi vakıfların öncülüğünü yapan Osmanlı Devleti, insanları koruyabilmek için yüzlerce vakıf ve aş evleri kurmuştur...
Hatta, hayvanları bile koruyacak vakıflar kurmuşlardır.
Şu anda bile aklımıza getiremediğimiz vakıfların, Osmanlı zamanında kurulması çok ilginç...
Parasını Düşüren Çocuklar Vakfı. Çocukları Gezdirme Vakfı. Talebelere Piknik Vakfı. Yetimlere Eğitim Vakfı. Darüleytam (Yetim evleri) Himaye-i Etfal (Çocuk Esirgeme) Cemiyeti Yetimlere Yazlık Elbise Vakfı. Talebelere Bayramlık Elbise Vakfı. Talebelere Alfabe Vakfı Öğretmenlere İkramiye Vakfı. Muallimlere Tütünü Yasaklayan Vakıf. Fakir Kızlara Çeyiz Vakfı. Mahalle Fakirlerini Gözetme Vakfı. Yoksullara Et Vakfı. Fakirlere Meyve Yediren Vakıf.
Yukarıda Osmanlı zamanında kurulan yüzlerce vakıftan -ilginç olanlarından- bazılarını seçtim...
Bu tuhaf sandığımız vakıfların hassasiyetlerine ve de ayrıntılara baktığımızda, Osmanlı'nın anlayışındaki insanî maneviyatın önemi de açıkça ortaya çıkıyor...
Osmanlı'da vakıfların hassasiyetle kurulmasını incelediğimizde, sahipsiz bir insanın veya hayvanın kesinlikle korunması sağlandığı anlaşılıyor...
Ne yazık ki gençlerimiz Osmanlı'nın özelliklerinden habersiz yetişiyor...
TDK politikaları yüzünden -muhafazakâr iktidarın da desteğiyle- değiştirilen ve tasfiye edilen kelimeler sonucunda, kütüphanelerimizdeki 40-50 senelik kitaplarımızı dahi gençlerimiz okuyamaz hale geldi...
TDK politikaları yüzünden yaklaşık 60 bin kelimemizi tasfiye ederek, çöpe atmış bulunuyoruz...
Bu, tarih ve kültürümüzdeki kesiklik, ülkemize büyük zararlar vermiştir...
Türk ve İslam ülkeleriyle olan ortak kelimelerimizin kaldırılmasıyla, kardeş ülkelerle iletişimimiz de yara almıştır.
Osmanlı zamanında vakıf medeniyeti sadece insanlara değil, hayvanlara da hizmet getirmiştir...
Osmanlı’da hayvan haklarına yönelik hukuki düzenlemelerin temeli Sultan II. Beyazıt zamanına dayanır.
Mevlana Yaraluca Muhyiddin tarafından 1502-1507 tarihleri arasında hazırlanan kanunnamelerde hayvanların korunmasına ilişkin hükümlere yer verilmiştir.
Kanunnamenin 58. Maddesine göre yük hayvanlarına bile ağır yük yüklemek yasaklanmıştır...
Kanun maddeleri tek tek sayıldıktan sonra sonuçta açıklanan bir cümle düşünen insanlar için bir ibret olmalıdır: "Çünkü hayvanlar, dilsiz canlıdırlar."
Osmanlı müminleri, mahlûkatı yaratandan ötürü sevmeyi ve yüceltmeyi kulluğun gereği olarak görüyorlardı.
Osmanlı'daki bu insancıl yaklaşım, materyalist anlayışın tam zıttı bir anlayıştır...
İşte Gureba Hastanesi de bu anlayış sonunda insanların en korumasız olanları için vakıf yapılmıştır... Maalesef, maddi manevi yardıma ihtiyacı olan insanlar için vakıf olarak kurdurulan bu hastane de materyalistlerin kurbanı olmuştur. Osmanlı padişahı Abdülmecit'in annesi Bezmialem Valide Sultan bu hastaneyi fakirler için kurdurmuştur...
Üstelik, vakıflar vakfedilen amacın dışında kullanılamaz!..
Ne var ki materyalizm, kanun da hukuk da tanımaz...
Yeri geldiğinde, İnsan Hakları Beyannamesi, anayasa, kanun, tüzük, yönetmelik, genelge, yönerge bile değişik yorumlarla işlemez hale getirilir... Yani bu hukuk normlarını, amacına aykırı kullanılma yollarını da bulurlar...
Kısacası, materyalist emeller, hedefine mutlaka ulaşırlar...
Söz gelimi, kanun Anayasaya, yönetmelik kanuna aykırı olamaz...
Uygulamada ise paralı askerlik dahil, çoğu icraatlar anayasaya da insan haklarına da aykırıdır...
Devlete ait üniversite hastanelerinin para alması sosyal bir devlete yakışmaz...
Gel gör ki sigortalı vatandaştan da diğerinden de para alınıyor...
Üstelik hastaneler, hasta üzerinde de bir sürü denemeler yapmaktan geri kalmıyorlar... Bir çok kişinin bu hastanelerde yanlış uygulamalardan zarar gördüğünü de biliyoruz...
Şimdi de vakıf hastaneleri, bırakın fakirlere bakmayı, sigortalılardan bile para alıyorlar.
Bildiğim kadarıyla 30-40 sene önce biz ödeme yapmadan bu hastanede tedavi olabiliyorduk. Şimdi sigortalı olduğumuz halde para istiyorlar...
Hele profesörse klinik parası hariç, muayene için 800 TL.fark istiyorlar... Neredeyse özel hastane gibi çalışıyorlar!..
"ŞİKAYETİM VAR" SİTESİNDEKİ GURABA HASTANESİ ŞİKAYETLERDEN BAZILARI
- (Serap)
17.12.2022 tarihinde göz hastalıkları bölümünde olan randevumuza barkod alırken 250 TL ücret talep edildi. Mesai dışı randevunun ücretli olduğu söylendi. Daha önce de mesai dışı muayene yaptırdığımızda ücretli değildi... Ücreti ödeyip muayene olduk. Tamam, prof. Doç. vs. ücretli bunu biliyoruz. Mesai dışının ücretli olduğu konusunda herhangi bir bilgi yok; ücret ödemek istesem zaten ücretli olan doktora randevu alırdım!.. Zaten randevuyu zor bulduk, kaçırmamak için muayene olduk ama şikayetçiyim.
- (Gülşah)
Bezmialem KKB ® Doç. Dr. Muayene farkı 600 TL istendi... Çocuğumu muayene ettiremeden geri geldim paran yoksa hasta olma!.. Yazık kendi ülkemin hastanesinde Dr. giremeden çıktı. Neyin hesabı ya da neyin bedelini ödeniyor, evet randevu alırken bir fark çıkacak ibaresi vardı ama bu kadar yüksek bir rakam beklemiyordum... Çok üzüldüm, ülkemin hastanesinde istediğim hekime çocuğumu muayene ettiremedim...
Yukarıdaki para şikayetlerinin yanında ameliyat veya muayene sonrası takip edilmeme, ilgisizlik, iletişimsizlik gibi davranışlarla ilgili de bir çok şikayet mevcut...
Materyalizm parayı aldıktan sonra, gerisiyle çok fazla ilgilenmiyor... (Hasta takibi vb. uzmanlık alanı değil) Bu çarpık anlayış, yeniden bedava hasta takibi ve iletişime zaman ayıramaz... Çünkü zaman, paradır...
PARA ÇOK ŞEYDİR, AMA HER ŞEY DEĞİLDİR
Burada kast edilen, paranın önemsiz bir şey olduğu değildir. Ancak paranın her şeyi satın alamayacağı belirtiliyor... Materyalist sistemin sakatlığı ise, para her şeyi satın alıyor...
İnsanın İzzetini, haysiyetini, namusunu, vakarını, şerefini, faziletini, erdemini, hatırını, itibarını, muazzezliğini, muhteremliğini, saygı değerliliğini satın alacak para yoktur...
"Adam namusunu sattı" demek bile yanlış bir cümle; zira namuslu adamlar, hiç bir zaman yukarıda saydığımız manevi değerlerini parayla satmaz!..
Adamdaki manevi değerler, çevre baskısı yüzünden (tribünlere karşı) oluşmuş ise, yani adamda bu değerler yoksa, o insan mal ve mevki için zaten her şeyini satacaktır...
Şu laf da yanlıştır: "Adam, makama gelince karakteri bozuldu." Kişilik bozulması da denilebilir... Aslında bozulma değil de var olan kişiliğinin açığa çıkması demek daha doğru olacaktır...
İnsanlara para ve mevki vermeden gerçek karakterini anlamak zaten mümkün değil...
İnsanlar, fırsat ellerine geçtiğinde gerçek yüzleri ortaya çıkmaktadır...
"Erkek varlıkta, kadın yoklukta, kardeş mirasta, evlat yaşlılıkta belli olur." sözü boşuna denmemiştir...
Olgunlaşarak, kendini tamamlayan veya belli bir kişiliğe kavuşan insanlar, makam ve para için değişiklik mi gösteriyorlar, yoksa bu tür imkan ve fırsatları ilk defa yakaladıkları için gerçek yüzü açığa mı çıkmış oluyor?..
Aslında para kişiyi değiştirmiyor, sadece kişinin karakterini açığa çıkarmış oluyor; zira o kişi zaten karaktersizdir...
Kişinin çocukluğundan itibaren huy veya mizaç dediğimiz gensel özellikler, karakter oluşumuyla insani yönde oluşmamışsa, o kişi fırsat bulduğunda her türlü namussuzluğu yapabiliyor...
Ben, şahsen çocukluğumdaki arkadaşların yüzde 80'inin büyüdüklerinde de -gensel faktörler olan- mizaçlarının çok fazla değişmediğini gördüm... Bunun asıl sebebi ise devlet sisteminin kişilerin karakter oluşumu süresindeki pratik uygulamalarıdır...
Sosyokültürel ve sosyoekonomik hayat tarzının materyalist anlayışlarla düzenlenmesi kişilerde de materyalist yönde tedbirler almaya itmektedir...
Askerliği, hastaneleri, mezarlıkları, tuvaletleri, Allah'ın bahşettiği bedava suyu parayla satmaya başlarsanız, bunun arkası gelmez...
Manevi özelliklerin öncelenmediği sistemlerde, kişiler de -devlet sistemine uygun olarak- bukalemun gibi renk değiştirmeye başlarlar...
Bugün olduğu gibi ahlaksızlık ve sahtekârlığın önünü alamazsınız...
Suçlu yakalamak ve hapishane yapmakla suçlar önlenemez; suçları ortadan kaldıracak tedbirlerle çözüm aranmalıdır...
Suçların sebepleri ortadan kalkınca, suç da kendiliğinden yok olur; suçlu da!..
Kanunlarla da suçları önlemek zordur...
Bir taraftan içki veya sigara içmesi için her türlü ortamı hazırlayarak, tiryaki ettiğiniz kişiden dengeli bir hareket bekleyemezsiniz...
DÜNYA SAĞLIK ÖRGÜTÜNÜN ALKOL RAPORUNA GÖRE
• Cinayetlerin: % 85’i
• Boşanmaların: % 80’i
• Irza tecavüzlerin : % 50’si
• Şiddet olaylarının : % 50’si
• Trafik kazalarının : % 61’i
• Eşlerini dövenlerin : % 70’i
• İşe gitmeyenlerin : % 60’ı
Alkol kullananlardan oluşmaktadır.
DEVLET, KİŞİLERİ MATERYALİST DAVRANIŞLARDAN UZAKLAŞTIRACAK TEDBİRLERİ ALMALIDIR!
Sistemde "sosyal devlet" ibaresinin olması, devletin alacağı tedbirleri de beraberinde getirmektedir...
Ne var ki sistem, gittikçe materyalist uygulamalara ağırlık verdikçe, bu amaç tam olarak gerçekleşemiyor...
Sosyal devlet teriminin önemi, genel uygulamalarla ve de özel sektörü teşvik ederek, gerçekleşemez...
Devleti zarar ettiren müesseselerin satılmasıyla ya da sırf bütçeyi artırmak maksadıyla yapılan uygulamalarla bu denge sağlanamaz...
Bir taraftan hastaların özel hastanelere gidişlerini teşvik etmeye çalışmak da çözüm değildir...
Özel hastanelerin çoğaltılması da sorunu çözmüyor...
SSK emeklisi, özel hastanelere zaten gidemiyor!..
Daha önceden her mahalleye küçük hastaneler yaparak, sağlık meselesi çözülebilirdi!..
Günümüzdeki trafik ve randevu sorunları da yaşanmazdı... Sigortalılar da özel hastanelere gitmek zorunda bırakılmazdı!..
Ekonomiyi kapitalist sistem olarak işletmeye kalkarsanız, elenecek bir sürü yoksul insana sosyal yardım parası ödemeniz de sorunu tam olarak çözmüyor...
Bu kez de bütçeyi tutturabilmek ve yatırımları yapabilmek için hazır olan 13 milyon emekliyi kullanmak zorunda kalırsınız!..
Eskiden emekli olanlar, bir ev alıyordu; şimdi ise aldığı maaşla karnını doyurmaz hale geldi...
Hâttâ açlık sınırı ve asgari ücretin altında bir maaşa mahkum edilen emekliler, sürekli kandırılıyor...
Üstelik emeklinin muayenesinden veya ilacından para kesintisi yapmak, bir sosyal devlete yakışmıyor...
SSK emeklilerine düşük ücret vererek, büyük bir kazanç sağlayan devlet bütçesi, yatırım ve harcamalarını emekli şahısların sırtına yüklememeli!..
Emekliler, şamar oğlanı ya da üvey evlat gibi görülmemeli!..
Materyalist sistemin tıkanması sonucunda, emekliler devlet hastanelerinden bile randevu alamayacak duruma geldiler...
Güçsüz emekli insanların ölüme yaklaştığı bir yaşta, hak ve adaletin sağlanması için yöneticilerin insaf ve merhametine sığınması ise çok acı bir tablo...
.
Raşit Anaral, dikGAZETE.com