?>

MANUFAKTUR KEŞİŞMESİ

Ulvi Alacakaptan

6 yıl önce

Sene 1980; henüz Büyük Yarılmaya aylar var!

Yaz olmalı.

Gece saat 03’de sıraya girmişim Deutsche General Konsulat von İstanbul’un önünde. Batı Almanya vizesi oradan veriliyor ve önündeki kaldırımda geceden sıraya giriliyor ki o gün müracaat sırası gelsin. Gece geçmek bilmiyor!

Aklımdan olur-olmaz düşünceler geçiyor 6-7 sene öncesi MÜnih’e güya İşletmecilik doktorası yapmaya gitmişim. “Güya”sı başka bir yazı konusu.

Schwabing kentin eğlence bölgesi. Bir birahanede Tİyatro Manufaktur oynuyor. 

Birahanede tiyatro ilginç! Oyunun ismi de yabana atılır gibi değil; “1848 Avrupa’da seri ayaklanmalar ve devrimler çağı”.

Birahanenin salonunda masalar, sandalyeler, guruplar filan ve koca bir sahneye doğru dizilmiş.

Açık biçim coşkulu eğlenceli bir oyun.

6 oyuncunun önlerindekilerin kollarının altından kollarını uzatıp öndekilerin ayakları, öndeki kostüm giymişlerin de kollarını kullandıkları üç koca kafalı, bellerine kadar perdeyle örtülü milletvekillerinin, ateşli bir meclis oturumunu gözünüzün önüne getirin…

Benzer sahnelemeyi “İnsanlar ve Soytarılar”ın “İki Samimi Düşman” oyununda kullandım. “Playback” sisteminin de gözünü çıkararak.

OYunda sivrilen bir İlse Scherr var; Brecht yorumcusu olarak biliniyor.

Oyun bitti; ondan bis istendi.

Dayanışma Marşı”… Belli ki gelenek… Yıllar sonra Hasan Abi ile oynadığımızda, mutlaka sonunda bir Sakarya Türküsü istenirdi ondan ya o kabil.

İLse ikiletmedi aldı gitarını…

“- İleri hiç unutmadan dayanışmayı.. Ve gücümüzü nereden aldığmızı…” Sözlerin Bertolt Brecht’e müziklemenin ERnst’e ait olduğunu bilir misiniz!.. İşte öğrendiniz.

VE son sözler:

“Saban kimin sabahı? Dünya kimin dünyası?”

salon idmanlı bir ağızdan bağırdı: “BİZİM…”

İŞte, usta İlse mimikler boca ederek cevap verdi: 

Öyle mi dersiniz!.. Pek sanmam ya umarım, ümid edelim de…” ve birçok ruh halini barındıran bir mimikler serisiyle cevap verdi.

SAbah olmuyor bir türlü; hiç ilerlemeyen bir sırada beklemek çin işkencesi.

Manufaktur”la ikinci buluşma düşüyor aklıma…

Sene 77… Ceco ile Berlin’e gitmişiz.

Oralarda Türkiye’den daha ünlü bir kadın oyuncu ayarladı; “Johann Faustus” oyununu izleyeceğiz Theater Manufaktur’dan.

Ben, ağır eski bir Faust sahnelemesi beklentisi ve sıkıntısı içindeyim fena halde yanılacağım… İyi ki.

16 yüzyıl köylü tiyatrosu ve “30 yıl savaşları”na oturtulmuş Hans Eisler’in bir opera liberettosu.

OYuncular o devrin unutulmuş enstrümanlarını çalıyor, şenlikli bir göstermeci tiyatro…

Sadece “Cehennem kayıkçısı” sahnesini anlatayım; Kayıkçı, bedenine yapıştırılmış tekboyutlu küçük bir kayık ve bütün sahneyi kaplayan mavi bir entari… Elindeki tek kürekle ilerlemeye çalışırken, diğer oyuncular etek-denizi her yandan sallayıp dalgalandırıyorlar…

Ancak oyun çok uzun, o kadar ki oyun durdu, salon ışıkları yandı, seyirci kıpırdamıyor…

Yarım perdenin ardından oyuncunun biri bağırdı:

- Ara oldu!..

Oyun sonrası cafede oyuncular ve yönetmenle Otto Zonschitz ile söyleşiyoruz.

“TEbrikler elinize sağlık ancak oyun biraz uzun muydu…” diyecek olduk…

“- Bu sahnede ilk oyunumuz; oyuncular alışamadı, seyirci de kötüydü…” filan.... Eee oyuncular da dünyadaki diğer meslektaşları gibidir, hiç değişmez!

Sabah oluyor; günağırmak üzere… İyi haber, 8.30’da Başkonsolosluğun kapısı açılacak.

Kesin vize alırım!.. Theater Manufaktur’dan davet mektubum var. GorkiBrecht’in ANA’sında oynayacağım…

Belli ki işin içinde bir TKP organizasyonu var!

Aylar önce o tiyatrodan Peggy adında soyisminden Polonya asıllı olduğu belli bir oyuncuyla ilk görüşmeler yapılmıştı.

Yine TKP’li bir şair karıkoca, “Karayoluyla gidersen Bulgaristan’da yoldaşlar var; söyleriz sana yardımcı olurlar” demişlerdi.

Saat tam 8.30’da kapı açıldı. “Alman Dakikliği” diye bir kavram duydunuz mu?

Deutsche Pünktlichkeit” dünyaca meşhurdur.

Sıra ilerliyor.

Bir yandan da düşünüyorum; “Tamam gideceğim… Tiyatroda da oynayacağım ancak ne kadar Almanca bilsem de küçük rollerden ileri gidemeyeceğim açık…” Karımdan da yeni ayrılmışım, zaten bunalımdayım… En önemlisi oğlum, biricik evladım (o zaman) Memedim daha iki yaşında… Özleyeceğim onu besbelli.

Başkonsalaosluğun bahçesindeyiz artık önümde iki kişi kalmıştı.

SIRADAN ÇIKTIM… -s ü r e c ek-

-HAYATTA OYNAMAM kitabımdan-

.

Ulvi Alacakaptan, dikGAZETE.com

Twitter'da bizi takip edin: @HayattaOynamam , @dikgazete

YAZARIN DİĞER YAZILARI