Bir önceki, “Kürtlerin tarifini yaparken neden zeytine benzetmek gerekir” başlığı altındaki yazının devamı niteliğinde anlatmaya çalışacağım konu, yanlış kodlar üzerinden oluşturulan algılar ve toplumun geneline verdiği zararları ile ilgili.
“Zihin alt yapısında komplekse dönüştürülen düşünceler şayet takıntı halini alırsa, bu takıntı tüm toplumu etkiler” diyerek başlayalım.
Verdiğim örnekler ışığında küçük farklılıklar harici ana omurgada Türkler ile hemen hemen aynı reflekslere sahip Kürtler’in tanımını işlemiştim.
Mazlumun yanında ve zalime karşı duruş şiarının takipçilerini, “Farklı coğrafyalarda yaşamış olsalar da madalyonun iki yüzü olarak görmek gerekir” kelâmını da eklemek elzem oldu.
Törelerinin peşinden koşanların bir araya gelmeleri ve aynı çatı altında yaşamayı seçmeleri tesadüf mü; yoksa gereklilik miydi!..
Bunu da incelemek lazım gelir.
Daha önce de kayda geçirmişimdir; karşılıklı olarak biri diğerinin eksiğini kapatacak ve tamamlayacak şekilde birlik olmak ve beraberce yaşamak “İLAHİ birliktelik”tir diye…
Buradan yola çıkıldığında, Kürtler ile Türkler’in birliktelikleri, karşılıklı olarak hangi yönlerini tamalama konusunda etkileşim sağlamıştır?
Bu noktada, “Kültür-edebiyat, kültür-sanat, savaş taktikleri, üretim, yemek kültürü, ananeler, devletleşme vb. tüm faaliyetler açısından hem dayanışmayı tetiklemiş hem de temelde bireysel, genelde ise toplumsal gelişmeyi tetiklemiştir” dersek yanlış mı olur!
Neden birliktelik yaşanmıştır ve kopuş yaşanmamıştır?
Değişen dünyanın zorlayıcı şartları ve buna karşılık hayatta kalma dürtüleri, aynı şiarın takipçilerini bir arada yaşamaya götürmez mi Bu birlikteliğin görev paylaşımında ise doğal olarak roller ve görevler pay edilmez mi?
Yani herkesin rüştünü isbat ettiği bölümde görev almasına itiraz olabilir mi!
Eski çağlarda avlanmaya gidenlerin, ekip olarak çalışıldığında daha başarılı olduklarını keşfettikleri tarihten itibaren, dayanışmanın önemi, tarihin sayfalarına unutulmamak üzere kazınmıştır.
Böylelikle, zorlayıcı hayat şartları ve çevresel etkiler karşısında, insanoğlunun kendi eksiğini veya yetersiz olduğunu düşündüğü yönünü kapatması ve dahi yardımlaşarak geliştirmeyi istemesi doğal değil midir!
Buna ne denirse denilsin, ister dayanışma, ister yardımlaşma, istenirse birlikte yaşamayı seçme, adı her ne olursa olsun bir şiar etrafında toplanmayı tetikliyor ise buna “ilahi birliktelik” denmelidir.
Türkler, tarihleri boyunca hiçbir kimseyi ikincil pozisyonda görmedi görmez de.
Bakış açıları ve stratejileri, beraberliğin ve kaynaşmanın getireceği katkıları en üst düzeye taşımaktı.
Kimin hizmet ettiği değil de, en iyi hizmet edebilecek kişi seçiminin yapılması gerçeğini ve bu gerçeğin bir kanun olduğu düsturuna ters düşmeyecek şekilde davranmaları, inisiye insanların toplum içerisinden çıkartılması konusunda Türklerin hassasiyetlerini hep üst seviyede tutmuş.
Şimdi gelelim konunun en can alıcı tarafına…
Yani; Liyakat nedir ve liyakat sahibi olanın neden iş başına getirilmesi gerektiği konusuna.
Geçmişte ve dahi günümüz dünyasında devletler arası rekabetin zirve yaptığı dönemlerde, milletlerin tarih içerisindeki seyahatlerini kesintisiz şekilde ve en az risk ile devam ettirmeleri, tecrübeli ve liyakatli devlet adamları sayesinde olabilir.
Buradan Kürtlerin devlet-siyaset tecrübesinin olmadığı sonucu çıkartılmamalıdır. Lakin olgunluk seviyesi yeterli midir diye sorulursa, yani “şartlara cevap verecek yetenek ve tecrübeye sahip midir” diye sorulursa, verilmesi gereken cevap; “olgunlaşma yolunda tecrübe edinmeye çalışıyor” olacaktır.
Kuzey Irak bir zamanlar Anadolu’da bir sendrom olarak algılanmaktaydı. Kurulan federatif yapıda tecrübeli insan kaynaklarının olmamasından dolayı, arap kökenli memurlar idari kurumlarının yapılandırılmasında başat rolü üstlenmek zorunda kaldılar.
Yani, devlet kurma ve yönetme tecrübesine gelene kadar, daha katedilmesi gereken çok uzun yollarının olduğunu iş başına geldiklerinde anlayabildiler. Öyle ya, karar alıcıların planlarını uygulayabilecek idari personele de ihtiyaç söz konusuydu.
Sadece bununla kalınsa iyi, bölgeyi şekillendirme niyetinde olan Batı-İttifakı’nın da Irak’ın kuzeyindeki federasyonu şekillendirmesine göz yummak zorunda kaldılar.
Neden?
Liyakatli ve yeterli tecrübe birikimine sahip, takım çalışması yapabilenlere de ihtiyaç vardı çünkü.
Birinci Paylaşım Savaşı sonrasında kurulan ve geçmiş devletlerimizin devamı olan Türkiye Cumhuriyeti’nde bu iş daha yumuşak bir geçiş ile sağlanmaya çalışılmaktadır.
Çünkü bürokrasinin ve siyasetin dışına itilenlerin, farklı arayış içerisine girmeleri, farklı yollar izlemeleri ihtimalinin olduğu tarihi tecrübeler ile sabittir.
Geçiş süreci nasıl mı gerçekleştirildi?
Anadolu’nun tüm fertleri arasından inisiye olan bireyler, ayrım yapılmadan seçilim yapılarak, devlet kademelerinde görevler verilmiştir.
Bürokrasimiz ve siyasi yelpazemiz incelendiği taktirde bu gerçeklik görülecektir.
Son Söz;
Global ölçekte rekabetin kıran kırana yaşandığı günümüz dünyasında, şahsi ihtirasların ve arzuların peşinden koşmanın doğuracağı sonuçlardan dolayı, telafisi çok zor olan yıkımların yaşanmasına sebep olacak maceralara yelken açmak ne kadar doğru bir yaklaşımdır?
Şahsi çıkarlar her ne kadar cazip olursa olsun, kadim milletin tarih içerisindeki seyahatini kesintisiz olarak güven içerisinde devam ettirmesi yolunda konsantrasyon sahibi olmak ve bu rotada ilerlemeye gayret etmek zorunluluğumuz vardır.
Liyakat sahibi olmayanların gösterecekleri gayretler, onlardan uygun olanlarını liyakat sahibi yapacaktır.
Gerisi zaten kendiliğinden geliyor.
Kalın sağlıcakla…
.
Ali Karani, dikGAZETE.com
Twitter'da bizi takip edin: @KARANIAli , @dikgazete