1970’lerin sonu ile birlikte, akademik yazına ve hayatımıza yeni bir kavram girdi: “Küreselleşme” bir diğer adıyla globalizasyon.
Sınırların önemini yitirmesi, karşılıklı bağımlılık (interdependency) olgusunun güç kazanması gibi küreselleşmenin belirli özellikleri, çok uluslu şirketlerin doğması, 1980’lerde iletişim devriminin yaşanması ve internet teknolojilerinin yaygınlaşması ve son olarak 1990 yılında SSCB’nin yıkılması ile daha çok görünür hale geldi.
Bilindiği üzere, Soğuk Savaş sonrası ABD’nin egemen güç olduğu ‘Yeni Dünya’da yeni hastalıklar da kontrolsüz yayılıyor.
Coronavirüs (COVID-19) de bunlardan en yenisi.
Küresel salgın hastalıklar, küresel terör gibi bir bela.
Terör önlemlerine benzer önlemler tüm dünyada Coronavirüse karşı alınıyor.
Uçuş yasakları, eğitime ara verilmesi, evde karantina uygulamaları vs.
Coronavirüsten önce SARS ve EBOLA salgını da küresel ölçekte bir tehdit olarak hafızalarımızda tazeliğini koruyor.
2003 yılında patlak veren SARS salgınında 8 bin kişi hastalandı. Hastaların yüzde 10’u ise ölmüştü. Batı Afrika’yı yerle bir eden Ebola ve grip türü H1N1 de sayısız insanın hayatını kaybetmesine yol açtı.
Küreselleşen dünyada, salgın hastalıkların dünya ekonomisine ne kadar pahalıya mal olduğu biliniyor.
En basit salgın hastalığın, tedavi edilse bile sosyal ve ekonomik maliyeti var. Bu bakımdan, sağlık riski, savaşlar ve terör kadar tehlikeli.
Öte yandan, dünya genelinde 150 binin üzerinde “Covid-19” vakası bulunurken, şu güne kadar 5 bin 833 kişi koronavirüs nedeniyle hayatını kaybetti ve eğer atılan adımlar işe yaramaz ve hastalık yayılmaya devam ederse, bu gidişle son yılların en büyük küresel riski ile sadece ekonomik değil, popülasyon bakımından da ülkelere darbe vurulacak demektir.
.
Dr. Begüm Burak, dikGAZETE.com