“Politikacının hayatının yarısı seçmeni, öbür yarısı birbirini aldatmakla geçer.” (Mark Twain)
Türk politika alanının gelmiş geçmiş en büyük demagoji üstatlarından olan Süleyman Demirel, “Siyasette bir gün uzun bir zaman dilimidir” demişti. Demirel’in bu sözü, zamanla politik arenadaki oynaklıkları, değişkenlikleri ifade etmesi bakımından tarihe mal olmuş bir özdeyiş haline geldi.
Ne yazık ki ülkemiz politik arenasının arka sokaklarında (Parti ayrımı yapmadan söylüyorum) şimdiye kadar birçok karanlık ilişkiler ağı kurulmuş, hükümetler düşürülerek yeni iktidar adayları oluşturulmuştur.
Geçmiş dönemlerde Cumhurbaşkanlarının seçilmeleri sırasında da bu kirli ilişkiler ağı adeta zirveye çıkmış, belli odaklar kendi adamlarını seçtirmek için her türlü dalavereyi çevirmekten çekinmemişlerdi. Bu çerçevede kotarılan darbeler, darbe girişimleri ve politik ayak oyunları sonucu ülkemiz çok zarar görmüş ve yaşanan birçok hadise tarihimize birer kara leke olarak geçmiştir.
1960, 1972, 1980, 1997 28 Şubat, 27 Nisan ve 15 Temmuz gibi tarihlerde bu millet, askeri vesayetlerin zulmüne maruz bırakılmıştır.
Son zamanlarda politik arenada yaşanan baş döndürücü hızlı değişim ve dönüşümleri de tarihe kara bir leke olarak geçecek olaylardan biri olarak görüyorum.
Bu derece hızlı politik dönmeler, gerçekten de herkesin başını döndürmeye yetmektedir. Çünkü ne ayrılıştaki ne de dönüşteki gerekçeler insanları ikna etmeye yetecek açıklıkta değildir.
Politikanın karanlık arka odalarında nasıl pazarlıklar yapıldığını tahmin etsek de tam olarak bilmiyoruz.
Yine parti ayrımı yapmadan söylüyorum, ne yazık ki politik arenada bir gün ak denilene ertesi gün kara demek sanki moda gibi algılanıyor.
Dün kara dediğine bugün ak diyenlerin yüzü hiç kızarmıyor ve bazen pişkin pişkin milletin aklıyla dalga geçer gibi akla, mantığa sığmayan açıklamalarla iş geçiştirilmeye çalışılıyor.
Politik arenadaki dönmelerden bahsedince ister istemez aklımıza rahmetli Osman Yüksel Serdengeçti’nin meşhur hatırası geliyor.
Osman Yüksel, Antalya milletvekili seçilir. Görevine başlamak için TBMM’ye gelir. TBMM’nin döner kapısı vardır ve Osman Yüksel, hayatında döner kapıdan hiç geçmemiştir. Kapıdan geçerken kendini kapıya kaptırır ve bir iki tur atar. Bir türlü çıkamaz. Yanında bulunan Hüseyin Üzmez, elinden çekerek Osman Yüksel’i kapıdan kurtarır. Kapıya takılmanın şaşkınlığı içinde kurtulunca o meşhur sözünü söyler:
-“Döneklik bu meclisin kapısında başlıyor.”
Milletin istekleri doğrultusunda ilkeli olan ve dönmeyenlerin varlığını elbette biliyoruz. Bir genelleme yapmadan ve yine parti ayrımı gözetmeden politik arenadaki dönmeleri, hızlı fikir değiştirmeleri ve parti parti gezenleri gördükçe Osman Yüksel’e hak vermemek elden gelmiyor.
Geçmişte TBMM’ye bir partiden girip, sonradan parti parti gezen birçok meşhur vekil tanıdık.
Bunlardan biri de “Fırıldak Kubi” lakaplı milletvekiliydi. Kısa zamanda 7 parti değiştirdiği için kendisine bu lakap takılmıştı.
Daha sonra birkaç parti değiştirenlere genellikle “Fırıldak Kubi’nin rekorunu mu egale edeceksin?” denilerek mesele ironik biçimde hicvedilir.
Aslında adil olan, bir vekilin seçildiği partiden ayrılınca vekillikten de ayrılmasıdır.
Bir partinin seçmenlerinin oyunu alarak TBMM’ye giren birinin başka bir partiye geçerek politika yapmasını ahlaklı bulmuyorum. Bir kişinin istifa edip gelecek seçimlerde başka bir partiden vekil seçilmesine ise kimse bir şey demez.
Son zamanlarda İP Genel Başkanı Meral Akşener’in “6’lı” tabir edilen Millet İttifakı’ndan önce çekilip iki gün sonra tekrar geri gelmesinde sergilediği tavır, TBMM tarihine dönmelere örnek olarak geçecek bir olay olarak duruyor.
Malumunuz olduğu üzere Millet İttifakı, bir senedir yıpranmasın diye Cumhurbaşkanlığına aday göstermiyordu.
Seçimler yaklaşınca adaylar belirginleşti ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun aday olması gündeme geldi.
Nedendir bilinmez İP Genel Başkanı Akşener, kimsenin tahmin etmediği bir şekilde yaptığı zehir zemberek açıklamalarla Millet İttifakı’ndan ayrıldığını duyurdu. Ayrılırken Millet İttifakının oturduğu masayı, “Kumar ve noter masası”na benzetti ve artık bu masanın milletin isteklerine cevap vermediğini açıkladı.
Açıklarken çok yüksek perdeden şöyle özetlenebilecek konuşmalar yaptı:“En sonda söyleyeceklerimizi başta söyleyeyim; İYİ Parti bir dayatmaya mecbur bırakılmış, ölüm ile sıtma arasında tercihe zorlanmıştır. Buna boyun eğmeyecektir.
Kişisel ikbal hesapları için üretilmiş siyasetin hınk deyicisi olmayacaktır. Şahsi hırslar Türkiye’ye tercih edilmiştir. Anladık ki yenilgi yenilgi büyüyen küçük hesaplar, kutlu bir zafere tercih edilmiştir.
Biz İYİ Parti’yi bunun için kurmadık. Önce millet önce memleket demekten vazgeçmedik. Vazgeçmeden konuştuk, anlattık, dinlettik, gösterdik. Olmadı, olamadı. Son noktada altılı masa artık millet iradesini kararlarına yansıtma kabiliyetini kaybetmiştir.
Bu masa artık potansiyel adayların tartışılabildiği ortak akıldan çıkmış, tek bir adayın tasdiki haline çalışan noter masasına dönüşmüştür.
Biz imzamızın ve sözümüzün arkasındayız. Ancak ne kumar ne noter masasında olmayacağız. Yeni asrı göz göre göre hiç etmeyeceğiz. Milletimizin kazanma ümidini yok etmeyeceğiz. İnatla ve ısrarla biz demeye devam edeceğiz.”
Akşener’in bu konuşmaları Millet İttifakını oluşturan partileri adeta şok etmişti.
Altılı Masa’yı oluşturan diğer partilerin mensupları, tezgahlarını bozduğu için Akşener’e ağza alınmayacak küfürler etmeye başladı.
Akşener taraftarları ise bir daha masaya dönmenin imkânsız olduğunu dile getirdiler.
Geçmiş dönemde politik arenadaki hızlı dönüşümleri iyi bildiğim için Akşener’in kısa zamanda söylediklerini unutarak masaya dönebileceğini yazdım ve söyledim. Çünkü Akşener’in ayrılışlarına gerekçe olarak ileri sürdüğü Kemal Kılıçdaroğlu’nun aday olması bir senedir gündemdeydi ve CHP içinde bu durum çok konuşuluyordu.
Aradan iki gün geçmişti ki Akşener’in yeniden masaya dönebileceği konuşulmaya başladı ve İBB ve ABB Başkanlarının araya girmesiyle masaya döneceği duyuruldu.
Dönmeye şart olarak da İBB ve ABB Başkanlarının Cumhurbaşkanı yardımcısı olarak gösterilmeleri gösterildi..
Sonunda Akşener iki gün önce “Kumar ve noter masası” olarak nitelediği ve milleti temsil etmediğini ilan ettiği masaya geri döndü.
Peki isteklerine kavuşabildi mi?
Elbette hayır.
Masada neler konuşulduğunu, nasıl tartışmaların yaşandığını net olarak bilmiyoruz. Ama açıklanan 12 maddelik ortak bildiri de Akşener’in masaya dönmek için ileri sürdüğü şart adeta geçiştirilmiş ve seçimden sonra gerekli görülürse gibi yuvarlak bir ifade ile bağlanmıştı.
Peki, Akşener niye ayrıldı ve niye döndü?
Buna akli ve mantıki bir cevap verebilen var mı?
Ortada görülen, kurulan sofrada Cumhurbaşkanı yardımcılıklarının, bakanlıkların ve vekilliklerin pazarlık aracı olarak kullanıldığıydı.
Kimin kime ne kadar bakanlık ve vekillik vereceğini bilmiyoruz ama beş parti genel başkanının Cumhurbaşkanı yardımcısı olacağı ve İBB ile ABB Başkanlarının eklenmesiyle Cumhurbaşkanı yardımcılığı makamının yedi kişi ile temsil edileceği açıklandı.
12 maddede belirtilen hususlar gerçekleşir mi?
Onu eğer Millet İttifakı seçimleri kazanırsa göreceğiz. “Kazanırsa” diyorum, çünkü HDP olmadan böyle bir seçim kazanmaları imkânsız gibi görünmektedir.
Millet İttifakı, HDP’yi masaya almaya cesaret edememekle birlikte geçen belediye seçimlerinde ortak hareket ettiklerini artık sağır sultan bile biliyor.
İstanbul ve Ankara gibi yerlerde büyükşehir belediye başkanlarının HDP’nin oylarıyla seçildiği açıktır.
Seçim sonrası kazanılan belediyelerde HDP’lilere verilen makamlar ve BİT şirketleri bunu açık biçimde ortaya koymuştur.
HDP’li Fatma Kurtalan’ın TBMM’de İP vekili Yavuz Ağıralioğlu’na yönelik, “İstemeseniz de o oturduğunuz koltuklara PKK sayesinde oturuyorsunuz.” sözleri halen kulaklarımızda çınlamaktadır.
Yine CHP eski milletvekili Barış Yarkadaş’ın İP’lilerin “HDP’yi masada istemiyoruz” açıklamaları üzerine, “HDP sayesinde kazanılan belediyelerden ihale alıyorsunuz, daire başkanlıklarını işgal ediyorsunuz ama sıra masaya oturmaya gelince yan çiziyorsunuz. Kafamı kızdırmayın HDP sayesinde İP’lilerin aldıkları ihaleleri bir bir açıklarım.” sözleri de tarihe mal olmuştur.
Peki, Akşener neden ayrılmış ve neden iki gün sonra zehir zemberek payladığı masaya geri dönmüştür?
Bize gelen kulis bilgilerine göre masada Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığı kesinleşince İP içindeki belli gruplar, bunu istemediği ve Akşener’e, “Kılıçdaroğlu aday yapılırsa belli vekillerle istifa ederiz.” tehditleri edildiği söylenmektedir.
Bunu göze alamayan Akşener, içine girdiği hissi atmosferle masaya yumruğu vurarak devirmiştir. Ancak daha sonra özellikle Pennsylvania tarafından yapılan açıklamaların, Akşener’in dönmesinde etkili olduğu gözlenmiştir.
Çünkü Akşener “dönmeyeceğim” dediği saatlerde FETÖ’nün aranan militanlarından olan Prof. Savaş Genç, “Akşener masadan ayrılarak yanlış yapmıştır ve Türkiye’nin geleceğini tehlikeye atmıştır. Akşener masaya dönmeli ve İBB ile ABB başkanlarını Cumhurbaşkanı yardımcısı olarak seçilmelerini şart koşmalıdır.” şeklinde açıklama yapmıştır.
Çok ilginçtir bu açıklamadan bir gün sonra yapılan görüşmelerin de tesiriyle Akşener, Savaş Genç’in söylediği şartlarla masaya döneceğini bildirmiş ve dönmüştür.
Akşener’in ayrılmasına sosyal medyadan en büyük tepkiler FETÖ’nün temsilcilerinin hesaplarından gelmiş ve Akşener adeta linç edilmeye çalışılmıştır.
Masaya döndükten sonra da aynı hesaplar, Akşener’in yaptığı hatadan dönmesinin fazilet olduğu işlemiştir.
Her ne sebeple olursa olsun Akşener’in masadan ayılması ve iki gün sonra dönmesi, kendi politik hayatına mal olacak bir hareket haline gelmiştir. İP, bugün içten içe kaynamaktadır ve bazı gruplar, yapılan bu ayrılma ve dönmenin hesabını sormaya başlamıştır.
Bu anlamda gelecekte İP’te çok ciddi kırılmaların yaşanması bizi şaşırtmayacaktır.
Yavuz Ağıralioğlu deyince ister istemez hafızamız bize onun geçmişte yaptığı bir konuşmayı hatırlattı.
Ağıralioğlu, “Bizim sağ kesim rüyada CHP’ye oy verdiğini görse gusül abdesti alır.” diyecek kadar ağır bir açıklamanın sahibidir. Ancak ne kadar hazindir ki şimdi gusül abdesti alması gereken yerde abdestsiz dolaşmakta ve beraber politika yapmaktadır.
Yine Sayın Davutoğlu, AK Parti’de iken Isparta’da yaptığı bir konuşmada, “Bu topraklarda CHP zulmünün ne olduğunu en iyi siz bilirsiniz. Tek parti zulmünü en iyi siz bilirsiniz.
Çünkü Isparta, hem o tek partinin iman ve inanç düşmanı politikaları sebebiyle Barla’ya, bu güzel diyara gelen Bediüzzaman’a sahip çıkmıştır hem de Senirkent olayında, Ocak 1947 tarihinde tek parti zulmüne karşı dimdik ayakta durmuştur.
Bediüzzaman’ı Isparta’ya süren zihniyet, aynı zihniyet diyor ki ‘Diyaneti kaldıralım’. Bu CHP zihniyeti, Türkiye’de ne kadar müspet değer varsa, Isparta’nın gül gibi kokladığı ne kadar güzel değer varsa hepsine savaş açan tek parti zihniyeti. A
ma Isparta ona karşı her zaman şehit Başbakanımız Adnan Menderes’in arkasında durdu.” şeklinde zehir zemberek açıklamalarda bulunmuştu.
Hatta Davutoğlu, Başbakan iken Kılıçdaroğlu’nun, “Davutoğlu Türkiye Cumhuriyetinin gelmiş geçmiş en çapsız başbakanıdır.” şeklindeki suçlamasına “Ben onu adam yerine bile koyup cevap vermem” şeklinde cevap da vermişti.
Bunlar unutulmuş gibi bugün Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanı yapılması için canla başla çalışılmaktadır.
Aynı durum, SP içinde geçerlidir.
CHP zihniyeti Milli Görüş’ün 5 partisini kapatan zihniyettir.
Bugün kendilerini iktidara taşımak için herkese mavi boncuk dağıtmaları bir aldatmacadır.
CHP tarihi itibariyle ne kadar milli ve manevi değerimiz varsa yok etmek için çalışan bir geçişe sahiptir.
Daha dün denecek kadar bir zaman diliminde başörtülü bacılarımıza yapılan zulümlerin baş mimarı CHP zihniyetidir.
Her seçim zamanı, millete mavi boncuk dağıtan CHP zihniyeti, seçimler geçer geçmez aslına dönerek milli ve manevi değer düşmanlığı yapmaya başlamıştır.
Yapılan belediye başkanlığı seçimlerinde, “Biz seçilirsek bir tane işçinin işine son vermeyeceğiz. Namus sözü veriyoruz.” diyen CHP zihniyeti, sadece İBB’den yirmi binden fazla işçiyi işten çıkarmıştır.
Seçim zamanı camilere girip Kur’an okuduğunu gösteren zihniyet, seçim sonrası içki masalarında bulunmaktan geri durmamıştır.
CHP, kurulduğundan beri Milli Görüş’ü yok etmek için çalışmıştır.
Ne kadar garip bir hadisedir ki şimdi Milli Görüş’ü temsil ettiğini iddia eden SP, adeta kendi katiline âşık olmuş ve NFK’nın değimiyle “Baba katiliyle aynı safa” yerleşmiştir.
Millet ittifakı’nı oluşturan partilerin hemen hepsinin değişik zamanlarda ortak açıklaması iktidara gelmeleri halinde KHK ile atılanların (KHK ile ya FETÖ’cüler ya da PKK’lılar atılmıştır.) görevlerine döndürüleceği şeklindedir.
Millet İttifakı’nın küçük ortağı DEVA partisi de bunlardan biridir ve her fırsatta iktidara gelmeleri halinde Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala ile birlikte KHK’lıların affedileceğini açıklamıştır.
Millet İttifakı’nın HDP’nin oyları olmadan bir seçim kazanması imkânsız görünmektedir.
HDP ortaklığı ile bile yüzde 50’yi bulmaları şimdilik imkan haricindedir. Buna rağmen sanki seçimi kazanacaklarmış gibi bir algı oluşturmaya başlamışlardır.
Tam böyle bir dönemde cezaevinde bulunan ve onlarca kişinin katili olmakla yargılanan Selahattin Demiştaş, İP Genel Başkanı Akşener’e yönelik açık bir mektup yazmış ve adeta Akşener’i sorguya çekmiştir.
“Bir HDP seçmeni” olarak kaleme aldığını belirtiği mektubunda Demirtaş, Millet İttifakı’ndaki partilerin tarihi bir dönemde zorlu bir görev üstlendiklerini belirterek milletin umudu olduklarının altını çizmiş.
Mektubunda Akşener’e böyle bir seçimi kazanmanın sadece HDP oylarıyla mümkün olabileceğini de hatırlatan Demirtaş, İP’in mecliste beraber görev yaptığı HDP’yi görmezden gelmesinin tam bir aymazlık olduğunu, “Partimiz HDP, aynen İYİ Parti gibi meşruiyetini halktan almıştır. Üstelik halk HDP’ye partinizden daha fazla ilgi göstererek Türkiye’nin üçüncü partisi yapmıştır. Zaten Meclis sıralarında HDP ile yan yana olup komisyonlarda da aynı masada oturuyorsunuz.” sözleriyle hatırlatmış.
Ardından da özet olarak şu önemli iki soruyu sormuş:
1- HDP’li seçmen olarak benim oyumu istiyor musunuz? Benim de oyumla Cumhurbaşkanlığı Yardımcılığı ve bakanlık koltuklarına oturacağınıza göre beni nasıl ikna etmeyi düşünüyorsunuz?
2 – Eğer iktidar olursanız ve HDP’nin talepleri sizin masanıza gelmeyecekse bize hangi masayı öneriyorsunuz? Elli yıldır yapıldığı gibi bizi yine “terörle mücadele masasına” mı yönlendirmeyi düşünüyorsunuz?
İki de bir, “Ben Başbakan olacağım.” diye açıklama yapan Akşener, HDP oyları olmadan bu hayaline nasıl kavuşacaktır?
Akşener, HDP’nin bu sorularına nasıl bir cevap verecektir?
Kamuoyu merakla bu tür soruların cevabını beklemektedir.
Makaleyi bir filozofa sorulan soru ve cevabıyla bitirelim isterseniz:
“Üstat bir vida ile politikacı arasında ne gibi benzerlik vardır?”
“İkisi de dönerek ilerler.”
Dönmeden, milletin ve devletin menfaatlerini şahsi menfaatlerinden üstün gören, her şartta milli ve manevi değerlere saygı duyan politikacılara selam olsun.
Milletini ve devletini düşünmeden durmadan dönen politikacılara da millet olarak hakkımız haram olsun.
.
Selim Çoraklı, dikGAZETE.com