İlk sigortalı işim (6.172728) MARMARA BEACH (KIYI) OTEL Pendik Güzelyalı’da yeni açılıyor.
Deniz kenarında bir tepe üstünde önünde terası var.
Merdivenlerle plaja iniliyor.
Kocaman bir yat limanı bile var.
Sahibi, canlı hayvan ihracat ithalatı yapan “mültümilyoner” biri; 80’li yaşlarda.
Hani “Pendik’in yarısı onun” dense yeridir.
Hatta gerilerde demiryolu hattile sahil arasında koca bir köşkü var.
Kırmızı jaon mabedi biçiminde girişiyle bilmeyen yok.
Sonraları 4-5 yıl hayatımda olacak; belki de eşbeden olduğumuzdan hemen kanım ısınan bir müdürümüz var.
Hayret bey.
Amerikalıların “self made man” dediklerinden; zıp zıp bir adam.
Acar ve Celal resepsiyonda duruyor.
Ben, evet bildiniz “Dssc-Jokey”.
Otelin yanında mal sahibinin bir köşkü var altı, ben isim babasıyım, “Köşk Discotek”.
Biraz laf olsun diye açılmış; ne servis elemanı verirler, ne de başka destek.
Biz de arkadaşlarımızla ve otel müşterilerinden arkadaş olduklarımızla toplanırız.
Gündüz!
Resepsiyonun orada pinekliyorum.
Uzun boylu yapılı bir genç geldi…
Buyur ettik.
“Ben müdürüm” dedi.
- Nasıl yani?
- Babam buranın ortaklarından, bana “git oraya müdür ol” dedi.
- Valla bizim müdürümüz var bir onla görüştürelim.
Girişin hemen karşısında müdüriyet; önce girip anlattık durumu.
Genç girer-girmez:
- Ben müdür olucam!
Hayret bey:
- O zaman ben de Genel müdür olurum.
Bizim patron cin; çay-kahve, sohbet derken; gencin su kayağı yaptığını öğrendi.
- Güzeeel… Siz bizim Plaj müdürü olun. Bizim tekne, motor, kayak ekipmanları var! Misafirlere kayak dersi verirsiniz.
Verdi de 3 gün.
4. gün kamaranın üstünde oturup, leylek ayaklarını sallarken sağ bacağı camdan içeri girmez mi.
Sezon bitene kadar Plaj Müdürü, millet kumlu ayaklarını yıkasın diye kabinlere plastik leğenle su taşıdı seke seke.
Müşteri az, öyle günübirlik belirli niyetle gelenleri de biz almıyoruz.
Hatta Acar bazen girişlerini yapıyor görevliye “gösterin odalarını” talimatını veriyor; çift rahatlamış, resepsiyonun önünden geçip de tam kaybolacakken.
- Efendim evlenme cüzdanımız yanımızda tabiii değil mi?
- Kem de küm küm öhö…
- Kusura bakmayın, prensibimiz değil…
Haydi…
Gerisin geri.
Bir otel işletmek; hele lokantası, plajı ve diğer imkanları varsa dünyanın en zor işidir.
Ve bir otel ancak 2-3 senede oturur ve kâra geçer.
Bir gün oteli bir işletmeciye vermiş; mal sahibini o yaşta, koridorda; “Artık para kazanmak istiyorum!..” diye ter-ter tepinirken gördüm.
Kızmadım, acıdım.
İsviçreli biri geldi; TV yıldızı, Talk showcu, gitar da çalıyor.
Bizde daha “Teknik Üniversite Deneme Yayınları” var onu da aramızda gören yok.
Ahbab olduk…
Almanca konuşuyoruz…
Ben, soyadımızın nereden geldiğini anlattım.
Buraya da yazayım da aradan çıksın.
Bizimki sonradan alınış bir soyadı değil.
Sülale ismi.
Bize “Alacakaptanzade” derlermiş.
1934’de Soyadı kanunuyle, ağa - bey - zade - paşa ekleri yasaklanmış.
Bizimkiler de “zade”yi atmışlar.
Aileye adını veren Alacakaptan, Barbaros’un korsanlarından.
O da “Midillili” bizim gibi.
“Alaca”sı halk arasında “Samyeli” diye bilinen bir cilt hastalığından (Vitiligo) yüzünün açıklı-koyulu, pençe-pençe olmasından.
“Alaca” oradan, kaptanlık da korsanlığından ileri geliyor.
Bizim İsviçreli, ülkesine döndü bir ay sonra yurtdışından bir dergi geldi.
Türkiye izlenimlerini yazmış…
Manşet:
“KORSANLIKTAN DİSCJOCKEY’LİĞE”
-“Hayatta Oynamam” adlı kitabımdan-.
Ulvi Alacakaptan, dikGAZETE.com