?>

Konvansiyonel savaşlarda istihbaratın önemi

Serkan Yıldız

1 yıl önce

Konvansiyonel Savaşlarda İstihbaratın Önemi

Geçtiğimiz yazılarda “Askerler ile İstihbaratçıların” neden anlaşamadıklarını kısaca yazmış hatta bu konuyu Norman Schwarzkopf’un güzel bir sözüyle de örneklemiştim.

Evet, I. Körfez Savaşı, istihbarat açısından incelendiğinde General Schwarzkopf’un dediği gibi; “İstihbaratçıları dinleseydim hala Kuveyt sınırında bekliyor olurduk” diyecek / dedirtecek kadar kötü bir karne (mi) almıştır istihbarat dünyası.

Tartışılır, ki ben Generale katılmıyorum.

Ancak her olayda olduğu gibi burada da “Müşterinin (ki burada müşteri; ABD Ordusu) tam olarak ne beklediği, ne istediği, ne zaman istediği ve nasıl istediği çok çok önemlidir.

Ve istihbaratçıların (konu gereği bunlar CIA oluyor) bu konuda kesin ve kat’i sonuçlar verememesi sonrası muamma yaşanmış hatta 1991’de CIA kadrolarında kısmen değişime gidilmiştir. Bazı istihbarat uzmanları, askerlerin emrine verilmiş ve bir asker gibi hizmet alınmaya başlamıştır.

İlerleyen süreçlerde bu durum belli noktalarda “askerlerden” oluşan istihbarat istasyonları kurularak çözüme kavuşmuştur. Hemen hemen bütün dünyadaki ABD Büyükelçiliklerinde şu an müşterek ve askerlerden oluşan “İstihbarat / Operasyontimleri mevcut bulunmaktadır.

Peki, General Schwarzkopf haklı mıydı?

Konvansiyonel bir savaşta, istihbarat ve unsurları için “Hiç olmasalar daha iyi” denilecek durumda mıydı? 1990’da da 2020’de de hatta 2045’de bile?

Buna sadece 13 yaşında askerlik mesleği ve savaş sanatı içine giren ben değil kısacık ve temel askerlik eğitimi almış bir yedek subay hatta çavuş talimgâhlarda eğitim görmüş çavuşlar bile sanırım; “Asla” diyecektir. Yani bunu anlamak için general olmanıza gerek yoktur.

Evet, konvansiyonel savaşlarda özellikle ordular için istihbarat çok ama çok önemlidir.

Siz General Schwarzkopf’un bu şekilde söylendiğine bakmayın.

I. Körfez Savaşı’nda bile CIA’in ABD Ordusuna çok ciddi faydaları olmuştur. Özellikle “Teknolojik – Sinyal ve Uydu İstihbaratı” açısından.

Gemilerin körfezdeki hareketleri, haberleşmeleri, çöldeki askerin taktik manevraları ve çöle uygun desteklemeler hatta ikmal noktalarına varıncaya kadar.

Düşman istihbaratı, düşman birimleri hatta düşmanın “savaş yetenekleri”, ellerindeki mevcut silahlar, kümelenmiş gruplar hatta grupların kendi içindeki manevralarına varıncaya kadar… Ama Norman Schwarzkopf’a belli ki yetmemiş.

Bu tip harekâtlarda istihbarat biraz şekil değiştirir.

Keza bu değişim, istihbaratçılarda da görülür.

Kullanılan istihbarat oranları farklılaşır.

İnsan İstihbaratı her zamanki mühim yerini muhafaza ederken ibre diğer kollara nazaran teknolojiksinyal ve uydu istihbaratlarına doğru kayar.

İstihbarat disiplininden ya da biliminden faydalanmak için önünüze çıkan yollardan en çok fayda göreceğiniz maddeler bunlardır.

İnsan İstihbaratını asla bir köşeye atamazsınız.

İnsanları bilen, tutan, gören, gözlemleyen ve raporlayan bir birimi yok saymak sizi yok eder.

Teknolojik istihbarat ise ordu için vazgeçilmezdir. Analizler, yapay zekâ faktörleri ve tabii ki harekât planları.

Sinyal istihbaratı ise düşmanın ne konuştuğu, ne bildiği, neye ne kadar hâkim olduğu ve sizle ilgili planları açısından eşsizdir.

Uydu istihbaratı ise bence bu tip durumlarda en mühim ve vazgeçilmez olanıdır. Sebep ise; Orduları hareketlendirirken sizin ihtiyacınız olan en temel ve en mühim nokta ordunun iaşesidir.

Lojistik ve ikmal / levazım olarak desteklenmesidir. (Bunu çoğu yazımda fark etmişsinizdir ki sık sık gündeme alırım) Lojistik destek nedir?

Askerin, yürüyüş kolundaki erat ve erbaşın, subay ve astsubayın iaşesinin sağlanmasıdır. İAŞE nedir?

Temel olarak yaşamsal ihtiyaçların sağlanmasıdır. Bunu elinizde uydu olmadan bilemezsiniz. Göremezsiniz. Yürüyüş halinde olduğunuz coğrafyada önünüzü ancak “uydu istihbaratı” ile fark edebilirsiniz.

Nerede durulur, nereden gıda temin edilir, nerede suya – temiz kullanma ve içme suyuna ulaşılır ve nerede ihtiyaç giderilir?

20.000 askerin aynı anda idrar yaptığını düşünebiliyor musunuz? Diğer ihtiyaç gidermeleri saymıyorum bile. Ki etrafta silinip - temizleneceğiniz bir ağaç yaprağı bile olmayan bir coğrafyada. Kaldı ki 12.000 askerin aynı anda birer yaprak tuvalet kâğıdı kullanıp attığındaki durumu düşünün.

Ama konvansiyonel savaş taktiklerinde bunları görmeli, ona göre planlar oluşturmalısınız.

Eğer bu konuda eksik kalırsanız; Yunan ordularının yaşadıkları “Küçük Asya Faciası”ndaki komplikasyonla baş başa kalır, Anadolu bozkırında askerinize su dahi bulamaz duruma düşersiniz.

Eksik neydi o Yunan Savaş Makinasında; İstihbarat yapmadılar – yapamadılar.

1912’de kurulan ve çok kısıtlı imkânlarla sorti yapan Türk Hava Kuvvetlerinin, Yunan uçaklarına aman vermemesi diyebiliriz.

Ve ordu Ankara üzerine yürüyüp, zafer kazanacakken ve buna kesin gözüyle bakarken Anadolu’nun kurak ve kavrulmuş toprağına çakılıp kaldı.

İşte bu kadar önemliydi istihbarat!

Ardından Türk Süvarilerine sadece fişi çekmek kaldı.

Kütahyalı Yüzbaşı Tevfik’in dediği gibiydi durum; “Biz bu toprağı tanırız, nazına kaprisine katlanırız, ceremesini çekeriz, su nerededir nasıl çıkar biliriz. Ama Yunan bunu nasıl bilsin?”

Ve öyle de oldu…

Polatlı’yı az geçmişti ki Yunan ordusu durdu.

Peki, aynı Yunan ordusunun elinde uydu istihbaratı olsaydı ve yürüyecekleri yolu önceden görebilselerdi ona göre önlem alsalar ve imkânlarını genişletselerdi ne olurdu? “Keşke Yunan kazansaydı” diyenlerin rüyaları gerçek olurdu… Ezan okunmasına okunurdu ama adın, atan ne olurdu o bilinmez!..

Konvansiyonel savaşlarda ciddi bir ordu popülasyonu ile yürüyen harekât planları icra edilir.

Ve bu orduların hareketlenmesi ağır bir yük treninin hızını alıp, yokuştan aşağı inmesi gibidir.

Kolay kolay hızını kesemezsiniz, ani manevralar yapamaz ve frene bastığınızda durdurmak çok ama çok zordur.

Böylesine montanlı bir harekât içindeyseniz oluşacak istihbarat, sizin gözünüz kulağınız olacaktır.

Ve asla vazgeçip, bir kenara itemeyeceğiniz “Beşinci Gücünüz”dür. (Diğer dört gücün ne olduğunu ilerleyen yazılarımızda işleyelim; konu bütünlüğü bozulmaması açısından)

Sırasıyla istihbaratınız ya da hemen yanınızda olan beşinci gücünüz size; harekatın başlayacağı ya da devam ettiği coğrafya, coğrafyanın zor koşulları, iklimi, ulaştırma noktaları, ulaştırmanın verimi, ulaştırmanın sonuçlanması, lojistik imkanlar, lojistiğin sağlanmasının kolay yollarından başlayıp haberleşme trafiği, bu trafiğin güvenliği, güvenliğinin alınması – sağlanması ve devamı, coğrafya ve düşman birimlerine göre uygun silahların seçimi, kullanılması ve değişkenlik içeren durumların bildirilmesi, uçakların ve diğer hava araçlarının sorti politikaları, döner kanat sistemlerinin ikmal noktaları, teknik ve mekanik destekleri, uygun mevkiler, tedarik kısımları, zırhlı birliklerin mikro hareketleri, makro hedefleri gibi yardımcı bilgiler verir.

Bunun yanında; düşman haberleşme kanalları, düşman istihbarat politikaları, düşman savunma mevzileri, düşman savunma mevzilerinin türleri, çeşitleri, düşman birimlerinin moral ve motivasyonu, lokasyon olarak noktalanmış düşman istasyonları, o istasyonların menşeleri ve tabiatı, personeli ve komutanın zaafları, hedef coğrafyadaki sivil hedefler, sivil hedeflerin durumu ve halkın reaksiyonlarına kadar tüm bu bilgiler “Savaştaki İstihbarat Birimleri”nden çıkar ve önünüze gelir.

Ve tabii ki buraya kadar yazdıklarımız, İstihbarat birimlerinin size vereceği bilgilerin yüzde 10’unu bile oluşturmaz.

Norman Schwarzkopf nasıl bir beklenti içindeydi de istekleri karşılanmadı bunu bilemeyiz ama yukarıda saydığım ve sayamadığım birçok “bilgi ve istihbarat ürünü”, teoride ve pratikte temel istihbarat ünitelerine sahip her istihbarat servisi tarafından kolaylıkla sağlanabilir.

Önümüzde bu tip durumlara örnek verilecek çok fazla seçenek yoktur ama II. Körfez Savaşı ve NATO ile ortak yürütülen Kosova Harekâtlarını sayabiliriz sanırım.

II. Körfez Savaşında, ilkinde dersini almış bir CIA vardı. Hataya yer bırakmadan çalıştılar. Dönem ve koşullar gereği “özelleşmiş” istihbarat dünyasının şirketlerinden de muazzam fayda sağladılar.

Hem insan istihbaratı hem de teknolojik istihbarat alanlarında.

Birçok yüksek montanlı özel istihbarat şirketi, alanda görev aldı o harekâtta.

Ve bilgi akışını CIA üzerinden sağladılar müşterilerine.

Özellikle Afganistan harekâtında CIA bunun faydasını çok fazla gördü.

ABD ordularının küçük birimler halinde hareketlenmesinde o dönemin özel istihbarat şirketlerinin çok büyük katkıları olduğunu bu konuyla ilgilenen herkes biliyordur.

ABD askerlerinin ilerlemesinde, hedef birimlere müdahalesinde hatta sıcak çatışma noktalarında bu şirketlerin faydası reddedilemez durumdaydı.

Kosova Harekâtında ise CIA yine sahnedeydi ve “uydu istihbaratı” sayesinde o topraklarda Sırpların işledikleri cinayetleri dahi görsel olarak müşteriye sunan hatta zaman zaman cinayet işleme maksadıyla hareketlenen Sırp birimlerine karşı direnç oluşturan NATO askerlerinin bölgeye sevk edilmesinde dahi CIA’in uydu istihbaratı devreye girdi.

Ne kadar faydalı oldu?

Bunun yorumunu size bırakıyorum.

Konvansiyonel bir harekâttı Kosova Operasyonu.

Ve istihbaratın ne kadar mühim ve elzem olduğunu görmemiz için önümüzdeki büyük örneklerden de biriydi aynı zamanda. Uydu üzerinden “dinlemeyapılan ilk harekât olarak da göze çarpar.

Sırp Paramiliter güçlerinin cinayet maksadıyla hareketlenmelerini bu şekilde tespit edebilmişlerdi.

Peki, bu nasıl mümkün olabildi?

Oda içinde yapılan konuşmaların, oda içindeki camlarda yaptığı titreşimlerden, uydu vasıtasıyla “dinleme ve raporlama” yapıldı.

Bu, 1980 hatta daha öncelerinde fikirleşmiş ancak uygulama o günlerde gerçekleşmişti.

1980 İhtilali öncesi Genelkurmay Başkanı Kenan Evren, MGK toplantısında Bülent Ecevit’le konuşurken; “Korkarım, bir dinleme cihazı kullanmadan bile şu an bizi dinleyebilenler muhakkak vardır” diyerekten bunu gizli de olsa gündeme getirmişti.

Orgeneral Kenan Evren kimdi ve neye hizmet etmişti?

Bunu da siz okuyucularımızın yorumlarına bırakıyorum.

Konvansiyonel harekâtlarda ve savaşlarda “istihbarat ve ünitelerini” asla yok sayamaz, fuzuli olarak nitelendiremezsiniz.

Bunu tarihte “gereksiz” gören tek komutan sanırım Norman Schwarzkopf’tur.

Binlerce yıl öncesinde Sun Tzu, tam tersini söylerken bunu kabul etmemek bir akıl tutulması ya da bahane üretme çaresinden öteye geçmez.

Sun Tzu; “Siz hem düşmanı hem kendinizi bilirseniz zafer çok yakındır, siz düşmanı bilir kendinizi bilmezseniz bir kazanır bir kaybedersiniz ama siz hem düşmanı hem kendinizi bilmezseniz zafer sadece şansa bağlıdır ki çoğunlukla da kaybedersiniz.” derken, bu kesinlikle boşa söylenmiş bir söz değildir.

.

Serkan Yıldız, dikGAZETE.com

YAZARIN DİĞER YAZILARI