Avrupa’da feodal sistemden çıkan insanlık, Kapitalizmin ilk dönemlerinde yeni bir tehditle baş başadır. Makineleşme ve iş sektörünün belli bir çevrenin eline geçmesiyle, ‘kobi’lere, zanaatkâra, insana gerek kalmamaktadır; makinelerin yerini insan alır, omurga ve eklemlere ihtiyaç kalmamakla birlikte sonuç gittikçe yayılan işsizlik ve kaygıdır.
Teknolojinin ilerlemesiyle, modern insan da her alanda izlenmekte, gözlenmektedir.
Korku köleleştirmektedir, ruhuna iyice işlemekle, öyle ki artık yeni insan koşullanmış köle olarak doğmakta, zorlama olmadan kabullenmekte, içten ve doğal yaşamaktadır.
Düşünmeyi, sadece direktifleri uygulamak olarak algılayan ve bunu da tek özgürlük kabul eden bir insan türü yaratılmıştır.
Fikri ve hayalleri yoktur, analizlerini sahiplerinin taraflarına göre ele alır. Yitik akıl veya körlük dünyasında yaşarlar. Makineler en yüksek insan türü olarak imal etmiştir, hiçbir insani özellik kalmaz. Aklı yok etme, ortadan kaldırma, kaybetme ile oluşan yeni varlık, kullanımda hiçbir tereddüt yaşatmayacaktır. Düşünme yeteneklerini ilk kez kaybederler.
Kötü, bozuk ve sağlıksız beslenirler, bellek bozukluğu ve soyutlama yeteneklerini yitirirler, konsantrasyon ve dikkatleri yok denecek kadar azdır, ayakta durmakta güçlük çekerler, yaşamaktan kaçınırlar, düşünme yeteneklerini de ikinci kez yitirirler.
Her şey beyinde silikleşmeye, muğlaklaşmaya başlar, olan-biteni göremezler, uydurma yahut gerçeklerden kopma, halüsinasyon görülür. Sadece an vardır, geçmiş ve gelecek yoktur, anında unutulur, akrabalar hatırlanmaz, dost ziyaretleri yok olur, artık kendi bedeninde tutsak fakat bunu yadırgamayan insan vardır.
Aristotales, insanların yaratılıştan eşit olmadıklarını, kimisinin köle, kimisinin de efendi olmak için dünyaya geldiklerini söylemişti.
Köleler, zincirler içinde her şeyi, hatta onlardan kurtulma isteğini bile yitirirler, kölelik doğal hale gelir.
Hakkı doğuran güçtür ve bir öncekini köleleştiren güç, onun hakkını da elde eder.
Öyleyse yapılacak olan şey, her zaman güçlü olmaya çalışmaktır.
Köle, ceza görmeden hakkını savunamaz, cezalandırılır, ceza görmeden başkaldırabilenler, sendikal haklara sahip, sosyal güvencesi olan ve kanunların onlara tanıdığı hakları kullanabilenlerdir. Aksi halde, insanın yerini hemen bir makine alır.
O halde kölenin evrim geçirip insan olabilmesi, özgür düşünebilmesi için hukuk kurallarına, toplum sözleşmesine ihtiyacı vardır.
Doyabilmesi gerekir, bununla ruh ve bedensel özgürlüğü geri gelir, kendini, hayatından bir parçasını, sözleşmeyle bağlayabilmesi, karın tokluğuna ve ruh halinin normalleşmesine bağlıdır; peki kölelikten çıkması için yeterli mi, makineleşmenin yarattığı gözlenmenin, izlenme korkusunun kesin kurallarla, evrensel hukuk kurallarına bağlı olarak ortadan kalkması gerekir.
Peki, biraz daha derine inelim ve soru soralım: Kalabalığı, homurtuları, karnı doyunca özgürleşen ve bireysel çıkar ve menfaatlerini kamu çıkarından üstün tutacak insanı korku olmaksızın boyunduruk altına almak mümkün müdür?
Buraya kadar makineleşme, kölelik, özgürlük, korku, düşünme yetisi gibi konuları tartıştık, bir yere varacağım.
Makineleşmenin bir an için olmadığını hayal edelim…
Korku ortadan kalkınca, insan, hayatta kalabilmek, insan onuruna layık hayat standardına ulaşmak için ilk iş olarak sendika kuracaktır, teşkilatlanacaktır, ardından her ilde teşkilatlanacaktır, haklar kılcal damarlara, işçi bazında birebir ilişkiye kadar gidecektir.
Fabrikalar aleyhine iş ve işçi davaları açılarak kazanımlar elde edilecektir. Günlük çalışma süresi belki de azalacaktır, yüksek kar elde eden fabrikaların geliri düşecek, hasılat eşit bir şekilde tabana yayılacaktır.
Peki işveren sizce bunu ister mi?
Neden makine yerine insan çalıştırsın, sigorta yok, yorulmak yok, maaş yok, sendika yok, çalışma saatleri yok, dinlenme hakkı yok, yeme-içme gideri yok, servis derdi yok, fazla çalışma ücreti, iş kazası yok, meslek hastalığı yok, hafta sonu ücreti yok, maliyetler minimize edilir, kar maksimize edilir o halde neden işsizlik korkusunu insanın üzerinden kaldırsın ki, bunu yaparsa insanlar örgütlenir, geniş kitlelerin desteği kazanılır ve haklar talep edilir, hatta gün gelir kooperatif kurulur işverene karşı rekabet edilecek koşullar oluşturulur.
O halde insan, Gregor Samsa gibi kendini hep dev bir böcek olarak görmelidir. Asla iyi ve güzel şartlara alıştırılmamalıdır.
Oysa evdeki plan çarşıya uymaz ve Fransa’da ve İngiltere’de dayanışma örgütleri ve yardımlaşma sandıkları kurulur. Sendikacılığın önü açılmış olur. Bu da teşkilatlanmanın gerekliliği sayesinde olmaktadır.
İnsan, artık özgürce düşünür, tutsaklık biter ve sistemde hem makineye hem de işverene karşı haklarını savunur hale gelir.
Saygılarımla.
.
Av. Mustafa Çelik, dikGAZETE.com