?>

Kırım’da Alman işgali ve Kırım Tatar Sürgünü

Rıdvan Aras

5 ay önce

KIRIM’DA ALMAN İŞGALİ VE KIRIM TATAR SÜRGÜNÜ

Kırım, Kafkaslara açılan bir kapı; Doğu Avrupa’nın sağlam bir kalesi; doğu-batı arasındaki ticaretin kavşak noktası; Karadeniz’e sahip olmanın en önemli dayanağıdır. Dolayısıyla bölge üzerindeki emellerini tatbik etmek isteyen Almanya, karşısında Rusya’yı bulmuş ve her seferinde iki devletin güç çatışmasından Kırım Türkleri zarar görmüşlerdir. Zira 1783 tarihinde Kırım’ı işgal eden ve o tarihten itibaren Kırım’dan vazgeçmeyen Rusya’nın da, jeopolitik açıdan kendisi için son derece önemli olan bu bölgeden vazgeçmesi asla düşünülemez.[1]

Kırım coğrafyası üzerinde hayaller kuran Almanya’nın ise tarihi süreçteki uygulamaları, onların emperyalist politikalarını ortaya koymakla beraber, Kırım Türklerine de büyük zarar vermiştir. Alman emperyalist politikalarının hizmetinde “Got”çuluk yaparak, bu toprakların asıl sahiplerinin Almanlar olduğu yolundaki uyduruk savlara destek verenler de bulunmaktadır.[2]

Almanların emperyalist politikaları, 1918 yılında ve II. Dünya Savaşı esnasında (1941-1944) Kırım’ı işgal etmelerinden anlaşılmaktadır.[3]

Gotlar, Güney İskandinavya'nın Gotland bölgesinde ortaya çıkmış bir kavimdir. II. yüzyıldan itibaren Scythia, Dacia ve Pannonia'da yaşamışlar, III. ve IV. yüzyıllarda Doğu Roma İmparatorluğu’nun topraklarını yağmalamışlar ve Aryanizmi benimsemişlerdir. İki Got kralından biri Roma İmparatoru’nun tahtına oturmuş, diğeri ise İspanya ve Galya’nın önemli bir bölümünü denetimi altında tutmuştur. 15. yüzyılda son Gotların ikamet ettiği Kırım’ın 1475’te Osmanlılar tarafından fethi ile bu büyük ulusun siyasi varlığı sona ermiştir. Artık Got adı sonsuza kadar Avrupa siyasi tarihinden silinmiştir. Ancak Avrupalıların hafızasında ve folklorlarında izleri halen devam etmektedir.[4]

Nitekim, Gotlar yüzyıllar boyunca Avrupa medeniyetini etkilemişler; Got kralları düzenli olarak Ortaçağ Kahramanlık şiirlerinde boy göstermişlerdir. Niebelunglied’de boy gösteren Bernli Dietrich esasında Büyük Theodorik’in ta kendisidir.[5]

Got mirası pek çok toplum tarafından paylaşılamamaktadır. Örneğin bugün İsveç Hanedanlığının Kraliyet Arması üzerinde resmedilen 3 kraldan ikincisi, onun Got Tacı üzerindeki hak iddiasını göstermektedir.[6]

Bu Regnum Gothorum’u temsil etmektedir. Elbette bu, tarihte yaşanmış olan bir tartışmayı akla getirmektedir; bu da Gotların mirasçılarının İsveçliler mi yoksa Avusturyalılar mı olduğu tartışmasıdır.[7]

Tarihin belli dönemlerinde bu tartışma alevlenip sönmektedir. 1431 yılında gerçekleştirilen Basel Konsili’nde bu durum iyice açığa çıkmıştır. Basel Konsilinde İsveçliler ve Avusturya Habsburgları kimin Gotların gerçek mirasçısı olduğu yönünde tartışmalarda bulunmuşlardır. Bundan bir yüzyıl sonra ise yine Habsburgluların resmi tarihçisi olarak bilinen Wolfgang Lazius Gotların Karadeniz’den İspanyaya kadar olan göç bölgesi için “Artık bu topraklarda var olan ülkeler hiç olmadığı kadar Habsburgluların çatısı altında birleşik durumdadır” demiştir. Uppsala Üniversitesi Profesörü Olaus Rudbeck (1630-1702) ise çok daha ilginç bir görüş ortaya atmıştır. Ona göre Plato’nun Atlantis’i Gotların İsveç’idir.[8]

Gotların mirası yalnızca bu da değildir. Got Krallıklarının bir zamanlar, bugünkü Polonya, Ukrayna ve Rusya’nın bir bölümünde hüküm sürmüş olmaları Nazilerin bu bölgeye olan arzularını da körüklemiştir. Öyle ki II. Dünya Savaşı’nın başlarında Polonya’nın Naziler tarafından işgalinin ardından Gdingen Lima’nın adı “Gotshafen” yani Gotların Limanı olarak değiştirilmiştir.[9]

Ayrıca, Nazilerin Rusya’nın iç bölgelerine doğru ilerlemeleri neticesinde Sivastopol Limanı’nın adı da “Theodrik’s Hafen” olarak değiştirilmiştir.[10]

Hunlar 374’te Volga kıyılarında görülmeye başladıklarında, Karadeniz’in kuzeyindeki düzlüklerde Germen kavimlerinden olan Gotlar yaşıyordu. Hunlar’ın başında bulunan Balamir’in Doğu Gotlarını yenilgiye uğratması sırasında, Don-Dinyeper nehirleri arasında Doğu Gotları (Greuthungi-Ostrogotlar), nehrin batısında ise Batı Gotları (Tervingi-Vizigotlar) bulunuyordu. (…) Hunların lideri Balamir, orduyu Ostrogotlar’ın ülkesine yönlendirmiş ve beraberlerindeki gruplarla Don’dan Dinyester’a kadar uzanan büyük Ostrogot krallığının zengin köylerine saldırmışlardı. Hunların akınları ile ittifakı seçen kavimler, rehin yollayarak, Hun birliklerine savaşçı grup vererek ve otlaklarını Hunların sürülerine açarak hayatları ve mallarını koruyorlardı. İttifak yapmak istemeyenler ise kaçma yolunu seçiyordu. Hunların akınlarına dayanamayan Gotların kralı Ermanarik 375 yılında ölünce, Ostrogotlar Hun kralı Balamir’in yönetimi altına girmişlerdi.(…) Ermanarik’in toprakları Hunların boyunduruğu altına girdiğinde, Ostrogotların küçük bir kalıntısı ise Kırım tarafına gitti ve bir ulus olarak varlıklarını bin yıldan fazla bir süre korudular.[11]

15. yüzyılda son Gotların ikamet ettiği Kırım’ın 1475’te Osmanlılar tarafından fethi ile bu büyük ulusun siyasi varlığı sona ermiştir.[12]

Yıkılan Doğu Roma Ostrogot, Vizigot, Vandal, Burgond ve Lombard Krallıklarını kurup sırayla tarih sahnesinden çekilen ve yerel halkla karışıp Got kimliğini ve dilini kaybeden Gotların, kendi dilleriyle ayakta kalabilmiş son kalıntılarına bir Alman seyyah tarafından on 6. yüzyılda, Kırım’da rastlanmıştır.[13]

1563 yılında Flaman diplomat Ogier Ghiselin de Busbeck, Kırım’a gelip yerli halkla konuşarak bir Gotça sözlük hazırlamıştır. Bu tarihlerden sonra Kırım Gotları da tarihten silinmiştir.[14]

Aslında 1. Dünya Savaşı Almanların Kırım’ı ilk işgalleri olmadığını belirtmiştik. Kırım 1. Dünya Savaşı’nda da bir dönem Alman işgaline uğramıştır.

Brest-Litowsk Barış Antlaşması’nın imzalanması ile savaştan çekilen Rusya haricinde bölgede beklenmeyen bir güç ortaya çıkmıştır. Antlaşmanın koşullarına uymamasına rağmen Ukrayna seferi esnasında Alman ordusunun Kırım’a girmesi bölge üzerinde menfaatleri bulunan her devlet tarafından farklı tepkilerle karşılanmıştır. Yine aynı antlaşma ile Ukrayna Devleti kurulmuş ve bu devlet Rusya’ya karşı desteklenmek amacıyla Almanya tarafından tanınmıştır. Bu durumun bölge üzerinde hâkimiyet inşa etmeye çalışan Rusya tarafından hiç olumlu karşılanmayacağı kesindir. Kırım Tatarlarının bu dönemdeki amacı ise Osmanlı Devleti ve Almanya’dan destek almaya çalışarak kendi bağımsızlıklarını elde etmektir.[15]

9 Şubat 1918’de imzalanan Brest-Litovsk Barış Antlaşması ile Ukrayna’nın bağımsızlığını tanıyan Almanya’nın Ukrayna hükümetiyle vardığı anlaşma uyarınca Alman orduları Bolşevikler’den temizlemek üzere Ukrayna’yı işgal etti.[16]

21 Mart’ta Alman askerî işgalinin Kırım’a da uzatılması kararı alındı. 19 Nisan 1918’de Alman askerî birlikleri Kırım’a girmeye başladı. Kırım’daki Bolşevik kuvvetlerinin direnişi kolaylıkla kırılarak Nisan ayı sonuna kadar yarımadanın tamamı Alman ordusu tarafından işgal edildi1. Bolşeviklere karşı yapılan bu çarpışmalara Kırım Tatar gerillaları da katıldı. Alman askerî idaresi altında Kırım Tatar Millî Kurultayı 8 Mayıs 1918’de yeniden toplanabilme imkânını buldu. Ancak kurultayın bir Kırım Tatar hükümeti kurma teşebbüsü Alman askerî makamları tarafından engellendi. Bunun yerine fiilen Alman askerî idaresinin himayesinde karma bir Kırım hükümeti kurduruldu.

Haziran 1918’de teşekkül eden bu Kırım hükümetinde Tatarlar, Bolşevik aleyhtarı Ruslar ve Almanlar yer alırken, hükümet başkanlığını da Litvanya Tatarları’ndan olan General Süleyman Sülkeviç üstlendi. Ukrayna Devleti’nin Kırım’ı ilhak arzuları Sülkeviç hükümetiyle Ukrayna arasında başından itibaren bir siyasî krizin doğmasına yol açtı. Almanya bu kriz sırasında, bir taraftan müttefiki Ukrayna’yı gücendirmemek için Kırım’ı resmen bağımsız bir devlet statüsünde tanımaktan kaçınırken diğer taraftan Ukrayna’nın Kırım’ı ilhakını da kabul etmedi.[17]

Sülkeviç, 15 Kasım 1918'de, Alman birliklerinin Kırım'dan çekilmesinden ardından Kırım’ı terk etti.[18]

1930’lu yılların sonuna gelindiğinde Almanya askeri gücü sayesinde politik baskı kurarak birçok bölgeyi ilhak ve işgal etmiştir. Balkanlarda bulunan ülkelerin çoğu Komünist rejiminden korkarak Almanya'ya yaklaşmak zorunda kalmıştır. Arnavutluk, İtalya tarafından işgal edilirken, Romanya, Macaristan ve Bulgaristan üçlü pakta katılmak zorunda kalmıştır. Doğu Avrupa'da en büyük güç olan Sovyet Rusya ile Almanya 1939 yılında Saldırmazlık ve Dostluk Antlaşması’nı imzalamıştır. 1941 yılına gelindiğinde iki güç olan Sovyet Rusya ve Almanya bir dünya lideri olmak için adeta yarışmışlardır.

Sovyet Rusya lideri Josef Stalin, dünyanın Komünist rejim tarafından Kremlin’den yönetilmesini planlamıştır. Alman lider Adolf Hitler ise “hükümdarlar ırkı” (Almanlar) tarafından yönetilen saf-ırk imparatorluğu kurma planı vardır. Hem Stalin hem de Hitler, planlarını hızlı bir şekilde uygulamak için 1939 yılında imzalanan antlaşmaya saygı duymak zorunda kalmışlardır.

1939 yılında imzalanan Nazist-Sovyet paktı belli bir düzeyde 1772 yılında Frederick, Ekaterina ve Maria Teresa'nın hayata geçirdikleri Polonya'nın paylaştırılmasının tekrarı olmuştur. Lakin Hitler ve Stalin bu üç kraldan farklı olarak ideolojik açıdan rakip pozisyonda olmuşlardır. Her iki lider o dönem Polonya mirasını paylaştırmak içinde yer alan genel ve milli çıkarları farklı bir biçimde ideolojik fikir ayrılıklarından üstün tutmak kararı almışlardır.[19]

Olayların gelişim seyri 23 Ağustos 1939’da SSCB ile Almanya arasında imzalanan “Saldırmazlık Antlaşması” ve gizli protokollerle başladı ve gerçekte bu, II. Dünya Savaşı’nın dönüm noktası oldu. Antlaşmaya göre Sovyetler Birliği Almanya’ya bazı stratejik ham maddeler ile birlikte özellikle petrol temin edecekti. Böylece SSCB’de üretilen petrolün % 75’ini sağlayan Bakü’nün petrolü aralıksız Almanya’ya taşındı.[20]

Nazi Almanyası'nın Moskova Büyükelçiliği askeri ataşeliği görevlilerinin, savaş (Nazilerin Sovyetler'e saldırdığı 21 Haziran öncesi) öncesi 1 Mayıs 1941 yılında Kızıl Meydan'da askeri töreni dikkatle izlemeleri; törende dönemin Sovyet lideri Josef Stalin ve diğer Sovyet devlet yetkililerinin, Kızıl Ordu askerlerini selamladıkları, Sovyet Halk Savunma Komiseri Semyon Timoşenko’nun, törende bulunan Nazi üst düzey askeri görevlileriyle görüştüğü de bilinmektedir.[21]

Almanların, 23 Ağustos 1939 yılında Sovyet Rusya ile imzaladığı Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması sonucu Polonya iki güçlü devletin kıskacında sıkışıp kalmıştır. 1 Eylül 1939 yılında Alman birlikleri Polonya sınırlarını aşarak saldırıya geçmiştir. Nihayetinde Polonya toprakları iki büyük güç Almanya ve Sovyet Rusya arasında paylaştırılmıştır. Bunun üzerine 31 Mart 1939'da Polonya'nın bağımsızlık ve toprak bütünlüğünü resmi bir belgeyle garanti eden İngiltere ve Fransa, 3 Eylül'de Almanya'ya savaş ilan etmişlerdir.

Bu tarihten itibaren büyük felaketler ve yıkımlara sebep olan İkinci Dünya Savaşı başlamıştır. Almanlar yeni bölgeler işgal ettikçe ordunun iaşe ihtiyaçları da artmıştır. Alman Hükümeti bu ihtiyaçları karşılamak için hızlı bir şekilde Sovyet Rusya topraklarını işgal etme kararı almıştır. Daha önce Sovyet Hükümeti ile yaptığı Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması'nı bozan Almanya, 22 Haziran 1941'de Sovyet Rusya'ya saldırmıştır.[22]

Önceden hazırlanmış Barbarossa planına göre (ki Harekât ismini 12. yüzyılda yaşamış ve Üçüncü Haçlı Seferi’ne liderlik etmiş olan Kutsal Roma-Germen İmparatoru Frederick Barbarossa’dan almıştır.[23])

Alman birliklerinin kışa girmeden Arhangelsk Astrahan Hattı’na çıkması planlanmıştır.[24]

1941 yılının Eylül ayında başlayan işgal süreci 1942 yılının Temmuz ayında Sivastopol’ün alınması ile tamamlanmıştır.[25]

Alan Fisher 1941 Eylül ile Aralık ayları arasında yaşananları şu şekilde anlatmıştır. “Evvela birçok Kırım şehrinde Tatar halk ilerleyen Alman ordusunu sevinç gösterileri ve “kurtarıcılar” sedalarıyla karşıladılar. Buna şaşırmamak gerekir. 1930’larda olanlar Tatarlar’ın SSCB’ne bağlı bir Sovyet Rus sömürgesinde yaşadıklarına inanmalarına zemin hazırladı, harbin çıkışından önceki son birkaç yılda Kırımlılar ve milli Tatar liderlerinin imhası çok şiddetli oldu. 1941’de ileri gelen Tatar liderlerinin çoğu ya ölmüştü ya da Batı Sibirya’daki Sovyet çalışma kamplarındaydılar. Nefret edilen Sovyet idaresini kaldırma gayesini ilan eden yabancı bir ordu, ülkelerine girdiği zaman Kırım Tatarlarının sevinç gösterisinde bulunmalarından başka ne beklenebilirdi? Bu da Sovyet hükümetinin Tatarları toptan cezalandırmaları için bir sebep teşkil etti.[26]

Peki, Fischer’in bahsettiği 1920-1941 yılları arasında ne olmuştu?

Lenin, Çarlık rejimini zayıflatabilmenin bir aracı olarak, azınlıklar arasında milliyetçi söylemi manipule etmiş, gerektiğinde halkların self-determinasyon haklarını kullanabilecekleri tezini işlemişti. Böylece, Rusya’da sosyalist düzeni inşa edebilmek için, ulusal kurtuluş hareketlerinin devrimci potansiyelinden yararlanılmış ve azınlıklar arasında “milliyetçi” duygular teşvik edilmiş aynı zamanda da Rus milliyetçiliği gizlenmeye çalışılmıştır. Gerektiğinde milliyetçi söylemi kullanmakta bir sakınca görmese de, genel olarak evrensel sosyalist ideoloji ile beslenen rejim, etnik temelde Rus ulusal kimliğini sistemin önünde bir açmaz olarak değerlendirmiş ve Komünist parti önderliğinde bir “Sovyet kimliği” tesis etmeye çaba harcamıştır. (…)

Lenin’in 1924'teki ölümünden sonra iktidarda tek başına kalan Stalin, Troçki gibi İhtilalci, Sultan Galiyev gibi Türkçü-İhtilalci liderleri temizledikten sonra iktidarını gereği gibi kuvvetlendirdiğini anlayınca komünizm politikalarına yöneldi.[27]

• 1920’de Kırım’ın Bolşeviklerin hâkimiyeti altına girmesinden sonra, öncelikle Milli Hükümet Başkanı Çelebi Cihan’ın, ardından diğer Türk aydınlarının katledilmeye başlamasıyla, Kırım Türklerine yönelik imha siyasetleri hız kazanmıştır. Bu doğrultuda iktidara getirilen Macar komünisti Bela Kun’un, korku ve dehşet siyaseti neticesinde 60-70 bin Türk kurşuna dizilmiş veya Sibirya’ya sürgüne gönderilmiştir.

• Sovyet Rusya’nın Kırım Türklerine yönelik topyekûn imha siyaseti, Sovyet Hükümetinin uygulamış olduğu iktisat politikaları neticesinde ortaya çıkan suni kıtlıkla devam etmiştir. 1921 Kasımından 1922 Haziranına kadar devam eden açlık sonucunda, Sivastopol nüfusunun %11’i, Bahçesaray nüfusunun %55’i hayatını kaybetmiş, yaklaşık 100.000 kişi ölmüş, Kırım’ın nüfusu %21 oranında azalmış, 50.000 kişi de Kırım’dan göç etmiştir. Hayatını kaybedenlerin %60’ını Türkler oluşturmuştur.

• 1923-1927 yılları arasındaki beş yıllık süreçte ise, Kırım’ın muhtariyet haklarını korumak amacıyla harekete geçen 3500’den fazla Türk aydını kurşuna dizilmiş ya da sürgüne gönderilmiştir.[28]

• Ardından 1929-1930’lu yıllarda yaşanan çiftçiliğin zorunlu kollektifleştirilmesi[29] faaliyetleri neticesinde, 40-50 bin Kırım Türk’ü Sibirya ve Urallar’ın işçi kamplarına sürgüne gönderilmiş, bunların büyük çoğunluğu buralarda hayatını kaybetmiştir.

• Sovyet Rusya’nın imha siyasetine karşılık, 1929’da çıkarılan Alakat İhtilali’nin çok kanlı bir şekilde bastırılması neticesinde, binlerce Kırım Türkü kurşuna dizilmiş ya da sürgüne gönderilmiştir.

• Sovyet Rusya’nın, zorunlu kollektifleştirme, Kırım mahsulüne ve hayvanlarına el koyma faaliyetleri neticesinde 1931-1933 yılları arasında yaşanan açlıkla birlikte yaklaşık 7 milyon insan hayatını kaybetmiştir.

Toplu imha siyaseti doğrultusunda yukarıda saydığımız katliamları gerçekleştiren Sovyet Rusya, bunlarla yetinmeyerek, Kırım Türklerine yönelik maddi ve manevi imha faaliyetlerine devam etmiş, 1931- 1936 yılları arasında Müslüman din adamlarının tasfiyesine başlamıştır. Bütün dini önderler “sosyal parazit” ilan edilmiş, milliyetçilik ve ihtilal aleyhtarlığı ile suçlanan binlerce aydın ve din adamı, idam ya da sürgün edilmiş, camiler ve medreseler kapatılmıştır. “Sovyetleştirme” çalışmaları altında, Kırım Türklerinin milli edebiyat, folklor çalışmaları yasaklanmış, milli yaşayış, kültür ve aile geleneklerinin yok edilmesi yolunda hareket edilmiştir.[30]

Sovyet Rusya’nın geliştirdiği “Milliyetler Politikası”[31] stratejisine bağlı olarak, halkların özgün tarih ve dilleri inşa edilerek, diğer Türkî halklarla bağlarının koparılması ve farklılaşmaları amaçlanmıştır.[32]

Bolşeviklerin Kırım’a hâkim oldukları 1921-1941 yılları arasındaki 20 yıllık süreçte, Kırım’ın 1917 yılındaki Türk nüfusunun yarısı imha edilmiş ya da sürülmüştür.[33]

Sovyet Rusya’nın Kırım Türklerine yönelik imha hareketleri sonraki süreçte de artarak devam etmiş ve İkinci Dünya Savaşı yıllarında en acımasız şekilde, toplu sürgünler yoluyla uygulanmıştır.[34]

Gerçekten büyük travmalarla dolu Rusya tarihi, 1924-53[35] arası pek çok açıdan Petro dönemiyle dahi karşılaştırılamayacak ölçüde şiddet ve acıya sahne olmuştur.[36]

Almanlara gösterilen bu ilginin bir diğer tezahürünü, Kırım dışında yaşayan Kırım Türklerinin vatanlarının bağımsızlığını elde etmek için Almanlarla temasa geçmelerinde görmekteyiz. İlk olarak Edige Kırımal ve Müstecip Ülküsal gibi tanınmış iki Kırım Türkü, Türkiye Cumhuriyeti’nin de çabaları sonucu Almanya’ya gitti. Kırımal ve Ülküsal[37] burada Alman yetkililerle ülkesinin ve halkının geleceği hakkında girişimlerde bulundu. Aynı şekilde Kırım’da da bir kısım Kırım Türkü, vatanlarının Sovyet Rus hâkimiyetinden kurtularak bağımsız bir Kırım Türk Devleti hâlini almasını istiyordu.[38]

Türkiye de bu gelişmelere kayıtsız değildi.

Ekim 1941 başlarında Türkiye’den Rusya’ya gönderilen askerî heyetin cephe gezisi, von Hentig’in refakatinde yapıldı. Heyette, General Ali Fuat Erden ve General Hüsnü Emir Erkilet de bulunuyordu. Gezi bölgesi, Sovyet Rusya’nın güneyinde, Kırım dâhil, Türk-Tatarlarla meskûn bölgelerdi. Bu arada Kızıl Ordu’ya mensup Kırım Tatarlarının bulunduğu esir kampları da ziyaret edilecekti.

Seyahatin yalnız askerî değil, siyasî karakteri de vardı. Her iki general, Kırım’ın ve yeni zaptedilecek diğer Türk-Tatar bölgelerinin planlanan siyasî geleceği ile ilgileniyorlardı. General Erden, Türk Harp Akademileri Komutanıydı. General Erkilet ise ona Türk-Tatar çevrelerinin gayriresmî temsilcisi olarak refakat ediyordu.[39]

General Erkilet, Büyükelçi von Hentig’e Berlin’de Kırım Türk-Tatar Millî Merkezi’nin çekirdek kadrosunu teşekkül ettirmek istediklerini, bu merkez vasıtasıyla Kırım’ın istikbali için Almanlarla işbirliği yapmayı düşündüklerini söyledi ve görevlendirilecek şahısların Almanya’ya girişleri, Berlin’deki faaliyetleri ve Kırım’a gönderilmeleri için yardım ve tavassutta bulunmasını rica etti.[40]

Söz konusu dönemde Almanlarla görüşen önemli isimlerden biri de “Türkçü/Turancı” kimliğiyle bilinen Nuri Killigil Paşa’dır. Enver Paşa’nın kardeş olan Nuri Paşa, I. Dünya Savaşı yıllarından tanıdığı, Almanya’nın Moskova Büyükelçisi Schulenburg ile Almanya’da bir araya gelmişti. Nuri Paşa, dönemin önemli Türkçü simalarından Reha Oğuz Türkkan’a, söz konusu görüşmede kendisine kurulacak gönüllü Türk birliklerinin başına geçmesinin teklif edildiğini iddia etmişti. Nuri Paşa bu teklif karşısında, Sovyet işgali altında bulunan Türk memleketlerine bağımsızlık verilmesini ve bunun uluslararası kamuoyunda deklare edilmesini istediğini; ancak Almanlar bu konuda cevap vermedikleri için teklifi reddettiğini söylemişti.[41]

Bu girişimler ileride sonu faciayla bitecek Kırım Tatarlarından teşekkül “Mavi Alay”ların oluşturulması ile sürecek, Ankara’nın, Almanya’ya yakınlığıyla[42] nasıl ki Almanya, Sovyetlere ilk saldırdığında Türkçülük körüklenmişse, 1943'ten sonra da Nazilere karşı Sovyetlerin üstünlük kurduğu dönemde de Türkiye'deki Türkçü ve Turancılar suçlanmış, zan altında bırakılmış ve Alman propagandası yapmakla itham edilmiş[43] olacaktı.

Nitekim bu dönemde Rus-Türk yakınlaşmasını engellemek isteyen Almanya’nın[44] Türkiye’de Sovyet düşmanlığını körüklemek için yaptığı ikinci hamle de ülkedeki Turancı düşünceye sahip kişileri Rus karşıtlığı etrafında örgütlenmekti. Berlin hem hükümet, hem de halk içinde faaliyette bulunan gizli ajanlarıyla Ankara ve diğer sivil gruplarda Sovyet düşmanlığı besleyen azınlıkları harekete geçirmeye çalıştı. Hatta Ribbentrop 5 Aralık 1942 tarihinde Türkiye’deki Sovyet aleyhtarı propagandanın başarıya ulaşabilmesi için Papen’e 5 milyon RM gönderdi.[45]

Kırım’daki Alman işgaline tekrar dönersek, evvela Alman komutanlığı Türk hükümetini Mihver devletlerinin safında savaşa sokmak için yeterli baskı yapabileceğine inanıyordu. Nihayetinde Türkler uzun zamandan beri Almanlar’ın dostuydular, Birinci Dünya Savaşı’nda Almanlar’ın yanı sıra savaşmışlardı ve Sovyet Hükümeti’nin selefleri çarların güneye doğru yayılma arzularından hiçbir zaman vazgeçmemiş olduğunu fark etmişlerdi. Fakat bu, Almanlar’ın Kırım Tatarları meselesini ihtiyatla ele almalarına sebep oluyordu. Çünkü Kırım Tatarları, Türkiye Türkleri’nin ilgisini diğer Sovyet milliyetlerinden daha çok çekmişlerdi. Sadece ve sadece bu sebepten dolayı Alman idarecileri, Tatarlar’ın Kırım’dan erken bir tarihte çıkarılmamasını kararlaştırdılar. Hatta Ankara’daki Alman sefiri Von Papen, Kırım seferi tamamlandıktan sonra orada Kırım Tatarlarının katılabileceği bir idare kurmasını hükümetinden ısrarla talep ediyordu. Ona göre bunun Türkiye üzerinde güçlü bir siyasi tesiri olacaktı.[46]

Nitekim, Birinci Dünya Savaşı Kırım Tatarları tarafından kurtuluş vesilesi olarak görülmemiş miydi?[47]

Almanlar’ın Kırım’ı işgal etmesiyle Kırım Türkleri; Rus hâkimiyetinden kurtulup, bağımsız bir devlet kurarak hür dünya insanlığının sahip olduğu bütün maddi ve manevi hak ve hürriyetlere kavuşmayı hayal etmişlerdi. Ancak Almanlar beklenen “kurtarıcı” olmadıklarını yaptıkları uygulamalarla kısa sürede ortaya koydular. İşgal edilen bölgelerde, bilhassa Ukrayna ve Kırım’da çalışabilir durumda olan kadın-erkek binlerce genci esir alarak çalıştırmak üzere Almanya’ya gönderdiler. Yüzlerce insanı ya komünist suçlamasıyla kurşuna dizdiler ya da değişik suçlardan Nikolayev ve Akmescid (Simferopol) şehirleri dışına kurulan esir kamplarına yolladılar.[48]

Bu kamplardaki hayat zorluğu, açlık ve salgın hastalık, yüzlerce Türk gencinin hayatına sebep oldu. Kırım’da Almanlar aleyhine yapılan propaganda ve faaliyetlerin artması üzerine Almanlar, kamp esiri Türkler için bir “şans” tanıdılar. Bunlardan “muhafaza” taburları kuruldu. Bu taburların vazifesi; “bütün milliyetlere mensup yerli nüfusu savunarak, ancak dağ köylerine saldıran Sovyet çetecilerine karşı savaşmaktı. Adı geçen “muhafaza” taburları ki gönüllü taburları da deniliyordu.[49]

Ancak bu savaş esirlerinden oluşan taburların, o dönemin şartları içinde ne kadar “gönüllü” oldukları ihtiyatla karşılanmalıdır.[50]

Alman Kamplarındaki esirlerden 26 Türkistan, 15 Azerbaycan, 13 Gürcü, 12 Ermeni, 9 K. Kafkasya, 8 Kırım Tatarları ve 7 Volga (Kazan) Tatarları olmak üzere toplamda 90 lejyon birliği kurulmuştu.[51]

Müslümanlardan Alman ordusuna yapılan katılımlarda bilhassa Kırım’da sadece gönüllülük esası olmamıştır. Kırım Türklerinin Almanya’ya yardımcı olmasının ana sebebi bağımsızlık isteğidir. Ama aksi halde bir tavrın takınılması ve gönüllü olunmamasına karşılık Almanya’nın silah tehdidini kullanması gönüllülük esasını sorgulatmaktadır. Gönüllülük bir irade ortaya koymak iken, birçok Kırım köyünün Alman uçaklarınca bombalanması, XI. Ordu’ya katılmak istemediği bilinmektedir. Ayrıca Kırımlıların hazır bulunan Einsatzgruppen D sorumluları tarafından kurşuna dizilmesi, iş birliği kavramının içine alamayacağı hususların yaşandığı hakikatini işaret etmekte yetersiz kalamaz.[52]

Nitekim Nazi ideolojisi bu noktada yine işlemiştir. Din ve etnik köken ayırımcılığına dayanan Nazi ideolojisi doğrultusunda Slav, Türk ve diğer Asya kökenli esirlerle Yahudilere insanlık dışı muameleler yapılırken İngiltere, ABD ve Kuzey Avrupa kökenli esirler ayrı tutulmuştu. ABD, İngiltere ve Fransa kökenli esirlere 1929 Cenevre Konvansiyonunun tanımladığı esir hakları çerçevesinde yaklaşan Almanya; bu anlaşmaya taraf olmayan Sovyet esirlerine karşı ise sert bir politika izlemekten kaçınmamıştı. Nitekim esir edilen Kızıl Ordu askerleri arasında Ukrayna, Belarus, Polonya, Litvanya, Fin ve Gürcü asıllı askerler diğer savaş esirlerinden ayrı tutulmuş; hatta bir süre sonra Romanya, Ukrayna, Belarus, Letonya, Estonya, Litvanya kökenli savaş esirleri salıverilmişti. Alman esir kampları, 1942 yılı Mart ayından sonra MüslümanTürk ve diğer Asya kökenli milletlere mensup savaş esirlerinin toplandığı yerler hâline gelmişti.[53]

Almanlara esir düşen Sovyet askerlerinin büyük bir çoğunluğu esir kamplarında açlık, salgın hastalık, soğuk ve Alman subayların keyfi davranışları sonu ölürken belli bir kısmı oluşturulan lejyonlarda Sovyetlere karşı cepheye sürüldü. 1941-1945 yılları arasında esir düşen 5.2 milyon Sovyet askerinden 3.3 milyonunun kamplarda öldüğü Alman tarihçiler tarafından da yazılıyor.

Esir kamplarından kurtulmayı başaran 1919 Türkistan doğumlu Alim Alamat kendisinin olduğu kampta 80 bin esirden 6 ay içinde sadece 3 bin kişi kaldığını söylüyor. Alim Alamat her gün ortalama 100 kişinin cesedini arabalarla çukura attıklarını anlatıyor. 1916 Kuzey Kafkasya doğumlu Sefer Aymergen kendisinin de içinde olduğu 16 binlik Kızıl Ordu askeri esiri olarak Çekoslovakya’ya çıktıkları yolculuktan geriye 2500 askerin kaldığını anlatıyor.[54]

İlerleyen dönemde savaşın gidişatının değişmesi sayısı milyonları bulan esirlerin değerlendirilmesi gerekliliğini ortaya çıkarmış, çoğu kamplardaki acımasız şartlardan kurtulmak isteyen esirlerden Hitler’in onayıyla birlikler oluşturulmaya başlanmıştır. Savaş sırasında esir edilen askerlerin sayısının tahmin edilenden çok fazla olması; Nazi Almanya’sını farklı bir uygulamaya sevk etmişti. Başlangıçta “üstün ırk” idealine dayanan Nasyonal Sosyalist Alman ideolojisinin de etkisiyle aşağılanan, insanlık dışı muameleler uygulanarak esir kamplarında ölüme terk edilen Kızılordu mensupları, ilerleyen günlerde işçi ya da cephe gerisinde asker olarak istihdam edilmeye başlanmıştı.

1941 sonlarına doğru da Alman Doğu Bakanlığının kurulmasıyla birlikte SSCB vatandaşı olan esirlerin, özellikle Türksoylu esirlerin Kızıl Ordu’ya karşı cepheye sürülmesi fikri hâkim olmuştu. Türksoylu esirlerin kamplarda ölüme terk edilmektense askeri birlikler oluşturularak cephede ya da geri hizmetlerde istihdam edilmesi konusunda Türkiye ve Türk kamuoyunda tanınan şahsiyetlerin de etkili olduğu görülmüştü.[55]

Alman Doğu Bakanı Rosenberg, değişen savaş stratejileri doğrultusunda 30 Aralık 1941 tarihli emirle öncelikli olarak işgal ettikleri Sovyet topraklarında yaşayanlardan “gönüllü” adı altında askerî birlikler oluşturup bunlardan yararlanma yoluna gitmişti. Söz konusu birlikler, Alman askerî makamları tarafından “Yardımcılar” olarak isimlendirilmişlerdi. Yardımcılar; “Yerli Emniyet Birlikleri”, “Koruma Birlikleri” ve “Düzen Sağlama Birlikleri” gibi farklı sınıflara ayrılmışlardı. Belarus (Beyaz Rusya) ve Ukrayna kökenli askerlerin çoğunlukta olduğu bu birliklere Alman üniforması giydirilmiş; erzak ve maaş verilmiş, ölüm ya da sakatlık gibi hallerde ise asker ailelerine yardım edilmişti. Alman ordusunda görev alan yardımcı askerlerin mevcudu, 600 bin ilâ 1 milyon 400 bin arasında değişiklik göstermişti.[56]

Çünkü, Naziler, Ukrayna Otosefal Kilisesi'nin öncülük ettiği dini faaliyetlere, çok adaylı yerel seçimlere ve küçük-orta ölçekli işletmelerin açılmasına müsaade etmiştir. Bu nedenlerle ve Stalin'in uygulamalarına karşı bir tepki olarak çok sayıda Beyaz Rusyalı ve Batı Ukraynalı, Kızıl Ordu'dan kaçarak Nazi saflarında çarpışmaya başlamıştır.[57]

Sonuçta harcanan çabalar meyvesini vermiş ve Doğu Lejyonları (Ostlegionen) 1942 yılı ortalarında kurulmaya başlanmıştır. Nitekim Almanya enerji kaynaklarına sahip olmak amacıyla Kafkasya üzerinden Türkistan’a ulaşma politikasını hayata geçirmek için SSCB esirleri arasında yer alan Müslüman-Türk askerlerinden Doğu Lejyonları adı altında birlikler oluşturmuş ve farklı bölgelerde konuşlandırmıştı.

İdil-Tatar Lejyonu, 21 Ağustos 1942 tarihinde oluşturulmuş; Doğu Lejyonları kapsamında kurulan bir başka Türk lejyonu da Azerbaycan Lejyonu olmuştu. 22 Aralık 1942’de fiilen kurulan ve konumuzu teşkil eden Türkistan Lejyonunda da Türkmen, Özbek, Kazak, Kırgız, Karakalpak Türkleri ve Tacikler bulunmakta idi. Doğu lejyonları içinde Gürcü, Kuzey Kafkasya ve Ermeni Lejyonları da teşkil edilmişti. Ayrıca Alman işgâli ile birlikte Kırım’da Kırım Tatarlarından oluşturulmuş “Gönüllü Nefs-i Müdafaa Taburları” da bu tür bir yapılanma olarak Kızıl Ordu’ya karşı II. Dünya Savaşının içinde yer almışlardı.[58]

Rusya sınırları dışındaki Müslümanlardan olan Boşnaklardan da bir birlik oluşturulmuştur. Ustaşa’nın baskıları başta Saraybosna’daki kanaat önderleri olmak üzere Hırvatistan’daki Müslümanlar’ı Almanlar ile işbirliğine yöneltir. Sovyet topraklarının Almanlar tarafından işgali sonrası kurulan SS lejyon birlikleri gibi Balkan Müslümanları da Waffen-SS’e bağlı Hançer Birliği’ne dahil edilir.[59]

(Hatta kıyafetleri nedeniyle Fesli Naziler olarak anılan) Bu birlik o kadar popüler olur ki, dönemin Kudüs müftüsü Muhammed Emin El-Hüseyni, Hitler’in özel davetlisi olarak Bosna’ya gelerek birliğe moral ziyaretinde bulunur.[60]

Aslında, Hitler’in kararı Kırım’ın en kısa yoldan III. Reich toprağı olması ve Alman yurdu olarak kalması yönünde olmuştur.[61]

Alman bakış açısıyla tasarlanan yeni Kırım’a; Kırım ekonomisinin kötü olması ve Kırım Türkleri ile Türkiye Türklerinin önemsenmeyecek kadar az olmayan bağları gibi iki önemli engel çıkmıştır. İki önemli engeli göz önünde bulundurarak tüm şartları değerlendiren Almanlar daha önce tasarladığı Kırım’ı ilhak siyasetini terk etmek zorunda kalmıştır. Almanya tarafından düşünülen odur ki Kırım’ın ilhakı Türkiye’nin kendilerine olan desteğini kaybettirecekti. Hatta Kırım’ın işgali ile beraber Tatar Türkleriyle iyi ilişkiler kurulursa Türkiye SSCB’ye karşı Almanya’nın yanında savaşa çekilebilirdi. Almanya’nın tüm bu ihtimalleri değerlendirmesi sonucu G. Fraundfeld Kırım’a Genel Komiser yetkisiyle atanmış ve bu atama sonrası işgalin yerini fiili sömürge idaresi almıştır.[62]

Almanlar Kırım Genel Bölgesi’ni 2 bölüm olarak tasvir etmişlerdir:

1) Kırım eski Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti, 25.140 kilometrekarelik alana sahip bir yarımada üzerindedir.

2) Eski SSCB Ukrayna’nın her iki eyaleti olan eski Oblast Zaporijya ve Nikolayev’in bazı bölgeleri bu kısma dâhildir. Bu, Kırım’ın kuzeyindeki 25.000 kilometrekareden daha az bir alana sahip, güney Ukrayna’nın Taurida ovası olarak da bilinen Nogay bozkırlarıdır.413 Burada dikkat çeken husus Taurida ovalarının Almanlar tarafından da Ukrayna sınırları içinde düşünülmüş olmasıdır. Zira Ukrayna için yapılan idarî taksimatta “Taurida Bölgesi” yer almaktadır.

Kırım’daki idarî taksimat ise şu şekilde yapılmıştır:

Kırım genel bölgesi (Generalbezirk) 4 şehir komiserliğine (Stadtkommissariate) ve 14 Bölge Dairesi’ne (Kreisgebiete) bölünmüştür. Genel Komiserlik Makamı (Generalkommissars-merkez) Simferopol’dedir. Dört şehir komiserliği (Stadtkommissariate); Simferopol (Akmescit), Sivastopol, Kerç ve Melitopol’dan oluşmaktadır. On dört bölge dairesi ise şunlardır: (Bölge Komiserliklerinin_Gebietskommissars altı çizilmiştir).

1) Gözleve’nin eski bölgeleri Akmescit ve Ak Şeyh ile birlikte Gözleve Bölge Dairesi.

2) Perekop, Kolaj ve Canköy ilçeleriyle birlikte Canköy Bölge Dairesi.

3) Eski ilçeleri Fraidorf, Larindorf ve Telman ile birlikte Kurman-Kemelçi Bölge Dairesi.

4) Eski ilçeleri Saki, Büyük-Onlar ve Simferopol ile birlikte Simferopol Bölge Dairesi.

5) Eski ilçeleri Bahçesaray, Aluşta ve Yalta ile birlikte Yalta Bölge Dairesi.

6) Eski ilçeleri Suja, Balaklava ile birlikte Sivastopol Bölge Dairesi.

7) Eski ilçeleri Seitler, İçki ve Karasubasar ile birlikte İçki Bölge Dairesi.

8) Eski ilçeleri Sudak, Eski Kırım ve Kirov ile birlikte Sudak Bölge Dairesi.

9) Eski ilçesi Leninskoye ile birlikte Kerç Bölge Dairesi.

10) Eski ilçeleri Hola-Pristan, Skadovsk ve Aleşki ile birlikte Aleşki Bölge Dairesi.

11) Eski ilçeleri Çaplinka, Kalançak ve Kakhovka ile birlikte Kakhovka Bölge Dairesi.

12) Eski ilçeleri Novotroitskoye ve Heniçesk ile birlikte Heniçesk Bölge Dairesi.

13) Eski ilçeleri Veseloye, Ivanovka ve Akimovka ile birlikte Akimovka Bölge Dairesi.

14) Eski ilçeleri Novo-Nikolayevka, Novo-Vasilayevka, Priasovskoje ve Melitopol ile birlikte Melitopol Bölge Dairesi.

Bütün bu idarî teşkilatların başında Almanların bulunmasına karar verilmiştir.

Diğer ve son olan idarî birim ise “SS ve Einsatzgruppe Özel Görev Birliği” birimidir. SS şefi Otto Ohlendorf yönetiminde olan ve merkezi Berlin’de bulunan bu birim, Alfred Rosenberg’e bağlıdır.[63]

Kırım Yarımadasının askeri kontrolünü sağlamca ele geçirdikten sonra Almanlar; yarımadayı mahalli temsilcilerle herhangi bir otorite paylaşmaksızın idare etmek yolundaki niyetleri hususunda hiçbir şüphe bırakmadılar. Kırım’daki Alman idaresi her biri diğerinden hemen tamamen müstakil hareket eden üç kısma taksim edilmişti. Öncelikle askeri komuta, başlıca görevi bölgede düzeni temin ve Sovyet gücünün tekrar ortaya çıkmasına mani olmak üzere General Manstein’in uhdesindeydi. (…) Kırım’daki Alman otoritesinin ikinci kolu, Ukrayna Reich komiseri Erich Koch’a bağlı olan siyasi komutaydı. Koch’un Kırım’daki temsilcisi, Kırım Yarımadası genel komiseri olan Alfred Frauenfeld idi. Dallin’e göre Frauenfeld “Kırım kültürünün Gotik menşei ile ilgilenen fanatik bir Nazi ve sabit fikirli bir yobaz”dı. O dönemin Tatar kaynakları Dallin’in Frauenfeld hakkındaki görüşüne katılmakta ve Tatar kültürü ve diniyle ilgili “yeni düzen”in müsebbiplerinin Manstein ve subaylar olduğuna inanmaktaydılar. Üçüncü bir Alman idaresi de polis, SS ve Einsatzstab (özel görev birliği) tarafından yürütülüyordu ve doğrudan doğruya Berlin’deki Rosenberg’e bağlıydı.

Bu idare[64], özellikle şovenist ve hatta ırkçı tutumundan dolayı, belki de kanıt olmaksızın diğer iki idarenin faaliyetlerini baltalamayı başardı.[65]

Alman idaresindeki Kırım’da, Cuma günü tatil ilân edildi, dinî bayramların kutlanmasına, mevlit şenliklerinin yapılmasına izin verilmekle kalınmadı, Alman subaylar bunların yapılmasını teşvik etti. Toplu sünnet törenleri bile organize eden Almanlar Kırım’da bir müftülüğün kurulmasına izin vermediler. Kontrol edilemez siyasal faaliyetlerden korkan askerî komuta, müftülüğün siyasal aktivizmin üreme alanı olmasından endişelenirken, Müslümanlar dinî bir liderlikten çok ulusal bağımsızlıkla ilgileniyorlardı.[66]

Hatta Fransa’nın Temmuz 1940’ta düşüşünden hemen sonra ve Britanya Savaşı’nın başlangıcında emekli diplomat Max von Oppenheim, düşmanın müslüman topraklarında isyan çıkartma konusunda yedi sayfalık bir öneriyi Alman Dışişleri Bakanlığı’na göndermişti. Bu şahıs I. Dünya Savaşı ve öncesinde panislâmın siyasal potansiyelinin yılmaz savunucularındandı ve II. Wilhelm’in kendisini “300 milyon Müslümanın dostu” ilân etmesindeki esin kaynağıydı.[67]

Alman idaresi, Kırım’da dini vecibeler bakımından esnek bir yönetim anlayışı sergilese de aynı esnekliği siyasi haklar konusunda göstermemiştir. Kırım Türkleri siyasi haklarını savunmak için komisyonlar aracılığıyla faaliyete girişirken, Alman tarafı komisyonları ve komisyonların faaliyetlerini görmezden gelmiştir.[68]

Almanlar tarafından II. Dünya Savaşı esnasında, Kırım’daki Alman makamlarının onayı ile kurulan belediye teşkilat reisliklerine, köy muhtarlıklarına ve iktisadî işletmeler müdürlüklerine Tatarlar getirilmemiştir.[69]

Kemal Özcan’ın tespitleriyle[70]; Kırım’da askerî makamlar başta olmak üzere yerel yönetim ve polis teşkilatının büyük çoğunluğunun idaresine Rus yöneticiler tayin olunmuştu. Mesela, Akmescid (Simferopol) şehri’nin Belediye Başkanı Kamenskiy adl bir Rus, yardımcısı ise yine aynı milletten Sevastianov idi. Yine aynı şehirdeki eğitim müdürü Granovskiy, polis müdürü ise Fedov adlı Ruslardı. Yine aynı şekilde, nüfusunun %88’i Türk olan Bahçesaray’ın belediye başkanlığına sadece 4 haneye sahip olan Rumlardan bir şahsın getirildiğini görmekteyiz. Kırım Türklerine ise sadece Kültür işleri Bakanlığı verilmiş ve buraya Tohtaroğlu isimli bir Türk tayin edilmiş, yardımcılığına ise yine bir Rus getirilmişti.

Kırım komiteleri ve Alman kurumları arasında aracı bir rol üstlenen Erich von Manstein görüldüğü üzere diğer Alman generallerinden çok daha farklı bir kişilik olarak karşımıza çıkmaktadır. Kırım üzerindeki düşünceleri ile uygulamak istediği politikalar çok daha ılımlı ve Kırım halkını memnun edecek düzeydedir. Fakat tüm bu uygulamalar elbette Alman çıkarları düşünülerek gerçekleştirilmiştir.[71]

Buna mukabil, “Kırım kültürünün Gotik menşei ile ilgilenen fanatik bir Nazi ve sabit fikirli bir yobaz” olduğundan bahsettiğimiz Frauenfeld’in yanında, “Gotenland” fikrinin mimarı olan Alfred Rosenberg’in Kırım’a bu ismi verirken dahi tarihî geçmişle bir bağ kurmaya çalıştığı ortaya çıkmaktadır. “Gotlar ülkesi” olarak adlandırma yapabileceğimiz bu isim Kırım topraklarının Gotların mirası olarak benimsenmiş olduğunun bir kanıtıdır. II. Dünya Savaşı esnasında Kırım’da yapılmış olan arkeolojik ve antropolojik araştırmalar ise 1928-1929 yıllarında yarım kalmış olan çalışmaların devamı niteliğindedir.[72]

Alfred Rosenberg, Kırım’ın Germen geçmişini ve Nazi niyetlerini haklı çıkarmak amacı ile yarımada üzerinde doğrudan kontrol sahibi olunması gerektiğini vurgulamıştır.[73]

Onun savunduğu tezlerden birisi de Kırım’ın jeopolitik olarak Germen mirasının bir parçası olduğudur. Çünkü Kırım’da varlık gösteren son Gotlar XVI. yüzyılın sonlarına kadar yaşamışlardır. Aralık 1941 tarihinde Adolf Hitler’e Kırım için “Gotenland” adını vermeyi teklif eden de kendisidir.[74]

Kırım’ı kendi plan ve programında bir yerleşim yeri olarak tasavvur etmiştir.[75]

SS şefi Otto Ohlendorf yönetiminde olan ve merkezi Berlin’de bulunan idarî birim “SS ve Einsatzgruppe Özel Görev Birliği” birimidir.  Birim, Alfred Rosenberg’e bağlıdır. Otto Ohlendorf’un sert bir tavır takındığı belirtilmiştir. Böylece diğer birimler nezdinde yapılması planlanan tüm olumlu faaliyetlerin de pek bir anlamı kalmamıştır. Ohlendorf, Kırım’daki kütüphane, müze ve kitapçılardaki eserlere el konulmasını istemiş ve Almanya’ya pek çok değerli eserin gönderilmesi emrini vermiştir. Almanlar tarafından yapılan tüm bu uygulamaların sonucunda Kırım Tatar kültürü büyük ölçüde zarar görmüştür ve telafisi mümkün olmayan sonuçlar ile karşılaşılmıştır.[76]

Bu dönemde Kırım’da özellikle Gotların mirasına dair pek çok araştırma yapılmış ve yine Alfred Rosenberg’in çabalarıyla 1942 yazında çalışma grupları oluşturulmuştur. Bu çalışma grupları el konulan koleksiyonların tahliyesini güvence altına almakla yükümlüdür.[77]

Kırım’daki Gotik mirası araştıran diğer yetkili de SS Başkanı olan Heinrich Himmler’dir. Heinrich Himmler Almanlaştırma politikası için Kırım’ın uygun olduğunu düşünmüştür. XVI. yüzyıla kadar burada Gotların varlığı mevcuttur ve bu gerçek, bölgenin eski bir Germen yerleşim yeri olduğuna kanıt gösterilmektedir.[78]

Kırım’da 1941-1944 yılları arasında gerçekleşen Alman işgali sırasında yerli halkın Alman Birliklerine karşılık vermemesine ve bu nedenle Sovyetler Birliği’nin halka yaptığı baskıya rağmen Almanya, Kırım halkının düşlediği “kurtarıcı” misyonunu yerine getiremez, aksine Kırım halkı üzerinde baskı kurar.[79]

Kırım’da birçok köy yakılır. İki ateş arasında kalan Kırım Tatarları, esir edilerek Almanya’ya sanayi tesislerinde çalıştırılmak üzere “doğu işçisi” sıfatıyla yollanır. İş gücünden faydalanılamayan çok sayıda insan ise kurşuna dizilir ya da esir kamplarına gönderilir. Hatta savaş sonrasında vatanlarına dönmek isteyen Kırım Tatarlarına izin verilmez.[80]

Hem Alman hem de Sovyet Birlikleri Kırım halkını savaşta en ön saflara yerleştirerek aynı milletin insanlarını birbirlerine karşı savaşmak durumunda bırakırlar.[81]

Nitekim, Sovyet Ordusunda asker iken Nazilere esir düşen Cengiz Dağcı, aynı zamanda II. Dünya Savaşı’nın önemli tanıklarındandır. Savaş sırasında Nazilerin Sovyet Ordusu’ndan esir düşen Türk kökenli askerlerden oluşan Türkistan Lejyonerleri projesinde yer almış ve burada yaşadıklarını romanlarına ustaca yansıtmıştır. Ayrıca hatıralarında da önemli bilgiler vermektedir. Cengiz Dağcı’nın Korkunç Yıllar, Yurdunu Kaybeden Adam ve Biz Beraber Geçtik Bu Yolu isimli romanları bu konuyla ilgilidir. Bu romanlarda Türkistan Lejyonerlerinin askeri faaliyetleri ve hatta duygu ve düşünceleri hakkında hiçbir tarihi vesika ve çalışmada bulamayacağımız bilgiler bulunmaktadır.[82]

Nitekim, senaryosu Cengiz Dağcı’dan alınan ve Nazi ideolojisinin yerildiği Kırımlı filmi 2014 yılında gösterime girer. Film, Rusya’da yaşayan Tatarlara karşı Sovyetler’in baskıcı politikalarını gösteren bir sahneyle başlamaktadır. Tatar halkı kültürlerini yok etmeye yönelik yapılan Sovyet baskılarına direnirken, Rusya 2. Dünya Savaşı’na dahil olur. Bu süreçte Rusya’da yaşayan Tatar halk da Rus ordusuna katılır. Tatarlar, Ruslarla birlikte Nazilere karşı savaşırlar. İlerleyen süreçte Naziler Tatarları esir ederler.[83]

İkinci Dünya Savaşı yıllarında, Almanya'nın Kırım'ı işgâli sırasında 1943'te ailesiyle Almanya'ya kaçan ve 5,5 yıl çok zor koşullarda kampta kalan Faize Bekman; "Bugünkü zulmü o zaman da Kırım Tatarları gördü. Ondan kaçtık. Ve istemedik tekrar Ruslarda kalmayı... Almanları tanımadığımız için daha iyidir diye kaçtık. Almanları gördükten sonra anladık ki Almanların, Ruslardan farkı yokmuş insan muamelesinde..." ifadesi olayların özeti gibidir.[84]

Sözkonusu kamplarda İlber Ortaylı’nın anne ve babası olan Kemal ile Şefika Ortaylı da bulunacaktır. Settarova ailesi gibi nispeten daha şanslı olanlar, Türkiye’ye ulaşabilmiştir. Kırım'ın ağır koşullarından dolayı gözleri arkada, ana vatanlarından göç etmek zorunda kalmış, Türkiye'ye doğru yola çıkmışlardır. Bu yolculukta; Simferopol'den Sevastopol'e, Odessa'dan Pryzemsyl'e, Neurippin'den tekrar Odessa'ya, Köstence'ye, Ossmanstedt'e, Graz'a ve daha türlü türlü şehre uğranmış, pek çok durak geçilmiştir. Settarovlar; zaman zaman göçmen kamplarında kalmış, iki yıl Hindelag'da çalışmışlardır. Yolculuğun sonlarına yaklaşırken Augsburg'da evrak işlemleri görmüş, Milano ve Cenova üzerinden Napoli limanına varmış ve en sonunda Türkiye'ye ulaşmışlardır. Türkiye'nin kötü durumdaki ekonomisine direnmiş, kendilerine yeni bir hayat kurmuşlardır.[85]

Dolayısıyla, Nazilerin savaşın seyri nedeniyle uygulamaya koyamadıkları Gothland fikrinden hiçbir zaman vazgeçmedikleri görülmektedir. Çünkü, “ilk ırkçı" Nazi teorisine göre “Moğol, Tatar ve Kırgız aşağı ırkla eşdeğer kelimelerdi ve Rusya’nın Asyalaşması ırki sağlığını yok etmişti.” 1943’lerde bile Almanya’da gösterilmek üzere yapılmış bir propaganda filminde Almanlar Kırım’da yerlerini “daha asil bir ırkın alacağı” Tatar tiplerden ve Asyalı geri kalmışlıktan” bahsediyorlardı.”[86]

Zira onlar düşük Asyalılığı temsil ediyorlar ve “Untermensch” olarak ifade ediliyorlardı.[87]

1943 yılı Kasım ayında Stalingrad’dan hareket eden Sovyet ordusu “Kırım’ın anahtarı” sayılan Perekop’a kadar gelir. Sovyetler Birliği Kırım’ın işgalinden iki yıl sonra 10 Nisan 1944 tarihinde Kırım’ı Almanlardan geri alır. İki büyük devletin arasında kalan Kırım, tekrar Sovyet despotizmine uğrar. Bu andan itibaren Kırım halkı, askerlerin keyfi tutumları doğrultusunda sorgulanır. Alan Fisher görgü tanıklarının ifadelerine dayanarak Kırım’ın Ruslar tarafından geri alındığı süreçte ilk iki hafta Simferopol sokaklarındaki ağaç dallarına ve telefon direklerine birçok ceset asıldığını, Kırım halkının herhangi bir sorguya tabi tutulmadan ya da cinsiyet ve yaş fark etmeksizin idam edildiğini, kadın ve çocukların askerler tarafından taciz edildiklerini belirtir.[88]

“Kırım” gazetesinin 13 Aralık 1944 ve 19 Ocak 1945 tarihlerinde yazmış olduğu haberlere göre, Bahçesaray'daki ağaçlar darağacı olarak kullanılmıştır. Almanlarla işbirliği konusunda iki kişinin şahitliğinin olması, herhangi bir kişinin idamı için yeterli sayılmıştır.[89]

Sovyet ordularının Kırım’a hakim olmasından sonra, bölgenin gerek Alman istilacılardan, gerekse Sovyet karşıtı addedilen unsurlar ile Almanlarla işbirliğinde bulundukları iddia edilen kişilerden temizlenmesi için bir takım hazırlıklar yapılmıştı. 13 Nisan 1944 tarihinde SSCB İçişleri Halk Komiseri ve Devlet Güvenliği Genel Komiseri L. Beriya ile Devlet Güvenliği Halk Komiseri V. Merkulov tarafından Kırım ÖSSC’nin “Sovyet karşıtı unsurlardan temizlenmesi” hususunda talimatname niteliği taşıyan bir belgenin yayınlanması,[90] o zamana kadar yapılan hazırlıkların resmen uygulanmaya konması anlamını taşımaktaydı.[91]

Uygulama kararı sonrasında hazırlanan raporlara göre, 1 Nisan 1940 tarihi itibariyle Kırım’da 1.126.800 kişi bulunmaktaydı. Bunun içinden Kırım Türklerinin mevcudu hakkında kesin bilgiler bulunmamakla birlikte, yaklaşık 218 bin kişi olduğu tahmin edilmekteydi. Rapordan anlaşıldığı üzere, 17-20 Nisan 1940 tarihinde Kırım’dan 180.000 kişi tahliye edilmiş, toplam 90.000 kişi ise Kızıl Ordu’ya çağrılmıştı. Kızıl Orduya çağrılanlar arasında 20.000 Kırım Türkünün de bulunduğu dikkati çekmektedir. Bu arada Kırım’dan 62.000 Almanın sürgün edildiği, 67.000 Yahudi, Karaim ve Kırımçak Türkünün de Almanlar tarafından kurşuna dizildiği ifade edilmektedir.[92]

Bunun yanında yapılan operasyonlar sonunda 7 Mayıs 1944 tarihi itibariyle 5381 (16 Mayıs’ta ise 6452) kişi tutuklanmış ve çeşitli miktarda silah ile bunlara ait mühimmat ele geçirilmişti.[93]

En nihayetinde Stalin’in onayıyla sürgün gerçekleşir. Evlere yapılan baskınlarla halka yalnızca 15 dakika süre verilir. İnsanlar hayvan vagonlarına sıkış sıkış konularak yolcluğa çıkarılır. Farklı görüşler olmasına karşın, Kırım Tatar Milli Hareketi mensuplarınca 1966’da yapılan gayr-i resmi nüfus sayımı neticesinde elde edilen sonuçlardan, sürgün edilen halkın toplam sayısının 238.500 kişi olduğu tespit edilmiştir. Buna göre, sürgüne uğrayanların 205.900’ü (% 86,4) kadın ve çocuklardan oluşuyordu.[94]

Son derece çetin olduğu görülen bu hayat şartları, Kırım Türkleri arasında oldukça ciddi boyutlara varan can kayıplarına neden olmuştu. Sürgünden yıllar sonra bizzat Kırım Türkleri tarafından yapılan nüfus sayımı sonucunda ortaya çıkan tablo, yol boyunca ve yerleşim yerlerine vardıktan sonra geçen birkaç yıl içinde açlık ve hastalıktan ölen Kırım Türklerinin mevcudunu gözler önüne sermektedir. Buna göre, sürgüne gönderilenler arasında bulunan 112.700 çocuktan 60.034’ü, 93.200 kadından 40.085’i, 32.600 erkekten 12.061’i hayatını kaybetmiştir. Bu sürülen bütün halkın %46.2’sı, diğer bir ifade ile halkın neredeyse yarısı demekti.[95]

Sayılar incelendiğinde sürülenlerin kesif çoğunluğunun kadın ve çocuklardan oluştuğu görülmektedir. Yaklaşık % 13’lük bir erkek nüfus bulunmaktadır ki, bunlar askerlik çağı dışında, çeşitli sebeplerle savaşa iştirak edemeyecek olanlardır. Yani, Nazi işbirlikçisi denilenler bunlardır.

Kırım Türkleri 18 Mayıs 1944 gecesi vatana ihanet ettikleri gerekçesiyle Kırım’dan sürgün edilerek çoğunlukla Özbekistan’a yerleştirilmişlerdi. II. Dünya Savaşı esnasında birçok yetişkin erkeğin cepheye alınmasıyla birlikte Kırım’da kadınlar, yaşlılar ve çocuklar kalmış, onlar da bir gece yarısı meydana getirilen büyük sürgüne tanıklık etmişlerdi. Yaklaşık üç hafta süren eziyetli sürgün yolculuğunun ardından Özbekistan başta olmak üzere Rusya Federasyonu’nun çeşitli yerlerine yerleştirilen Kırım Türkleri sürgün bölgelerinde oldukça zorlu bir yaşama mahkûm edilmişlerdi. Çatısı ve duvarı olmayan küçük evlerde on ya da on beş kişi hayatını idame ettirmeye mecbur bırakılmıştı. Ayrıca geçim sıkıntısının getirmiş olduğu zorluklar binlerce kişinin pamuk tarlalarında, elektrik ve su fabrikalarında çalışmasını zorunlu kılmıştı. Sürgün yerlerinde bulunan Kırım Türkleri her ne kadar olağanüstü zorluklar ile karşılaşmış olsalar da tek bir an dahi yaşam mücadelelerinden vazgeçmemiş ve kendilerine yeni bir hayat tarzı oluşturmanın gayreti içerisine girmişlerdi.[96]

Martin-Oleksandr Kisly’in Post-Traumatic Generation: Childhood of Deported Crimean Tatars in Uzbekistan (Posttravmatik Kuşak: Sürgün Edilen Kırım Tatarlarının Özbekistan’daki Çocuklukları) [97] başlıklı makalesi çocukluklarını sürgünde geçiren Kırım Tatarlarının bir takım deneyimlerini tanıklıklar dolayımıyla ele alarak bu doğrultuda önemli bir adım atmaktadır.

Sovyetlerin dağılmasının ardından tüm malvarlıklarını geride bırakarak anavatanlarına dönmeye başlayan Kırım Türkleri, Kırım’a geldiklerinde evlerine Rusların yerleştirildiğini görerek sükût-u hayâle uğradılar. Kendi evlerine yerleşemeyen bu insanlar, boş buldukları arazilerde çukurlar kazarak içinde yaşamaya başladılar. Daha sonra gecekondu tarzı evler yaparak mahalleler oluşturdular. Kurdukları bu evler kolluk güçleri tarafından yıkılıyor, onlar tekrar yapıyordu. Sürgünde yürekleri dağlayan acılar yaşayan bu insanlar vatan hasretiyle döndükleri atayurtlarında bu şekilde tutunmaya çalışıyorlardı.[98]

Ardından Kırım’da yaşayan Almanlar, Rumlar, Bulgarlar, Ermeniler de “zorunlu göçe” maruz kaldılar. Kırım’dan toplam 12.422 Bulgar, 15.040 Rum, 9621 Ermeni, 1119 Alman ve diğer milletlere mensup 3652 kişi sürgün edilmişti.[99]

Böylelikle Kırım’ın tüm yerli halkı sürülecek, bölge tamamen Slav unsurlara kalacaktır. Esasında bu, uzun zamandır uygulanan ve 1930’larda şiddetini artıran sürgün[100] ve Slavlaştırma politikasının son halkasıdır.

Sürgün dönemine baktığımızda, “Kırım Tatar nüfusunun 95.000’ini 18 yaşını doldurmuş erkek nüfus teşkil ediyordu. 22 Temmuz 1941 tarihinde Yüksek Sovyet Prezidium’u, 14 askeri bölgede 1905 ile 1918 doğumluları ihtiva eden genel seferberlik ilan etmişti. Bu 14 askeri bölgeye Kırım da dahil idi. Dolayısıyla Almanlar Kırım’a girdiklerinde orada yalnız seferberlik harici olan halk bulunuyordu.

Mayıs 1984 ile Aralık 1987 tarihleri arasını taradığımız Lenin Bayrağı Gazetesi’nde yayınlanan muhtelif hatıralar ve haberlerden 220 Kırım Tatarının 1941-1944 tarihleri arasında Sovyet Ordusunda, Partizanlar safında veya yer altı teşkilatlarında Almanlara karşı mücadele ettiklerini tespit ettik. Taranan bu kısa süre göz önüne alındığında Sovyet saflarında Almanlara karşı mücadele eden Kırım Tatarlarının sayısının ne kadar çok olduğunu tahmin edebiliriz.

Bu şahısların tamamına yakın bir kısmı Sovyet ordusunun madalyaları ile mükafatlandırılmıştır. Lenin Bayrağı Gazetesinin 21 Mayıs 1988 tarihli nüshasının 4. Sayfasında 5 Kırım Tatarının Sovyetler Birliği’nin 1 numaralı madalyası olan ve “Sovyetler Birliği’nin Kahramanı” nişanı ile birlikte verilen “Zolotoya Zvesda (Altın Yıldız)” madalyası ile taltif edildiklerini görüyoruz. Bunlar arasında bulunan Kırım Tatar pilotu Ahmet-Han Sultan[101]

II. Dünya Savaşı’nda gösterdiği yararlılıktan dolayı bu madalya ve nişanı iki defa almıştır.

Netice olarak Alman-Sovyet Savaşı sırasında “Almanlarla işbirliği yapanlardan daha fazla Kırım Tatarı Sovyetler Birliği’ne hizmet etmiş ve hak etmedikleri halde sürgüne gönderilmişlerdir.

İşbirliği yaptığı söylenenler, savaş esnasında Almanlara esir düşen ve Alman esir kamplarında ölmek veya onlarla işbirliği yapmak arasında tercih durumunda olan Kırım Tatarlarıdır. Kırım halkından Almanlarla işbirliği yapanların sayısı 15.000 olarak tahmin edilmektedir. Bunlar Mayıs 1944’te Almanlarla birlikte Kırım’ı terk etmişlerdir.”[102]

Kızıl Ordu ve partizan hareketi içinde yer alan Kırım Tatar sayısının 60.000’in üzerinde olduğu ifade edilmektedir ki, bu rakam, askere alınanlar ve sürgüne gönderilen kadın ve çocukların mukayesesi karşısında gerçekçi görünmektedir.

Ahmet Han Sultan’ın yanı sıra Çeşitli nişanlarla ödüllendirilenler de vardı. Örneğin, Nazım Demirkaya on üç ve Server Emirali, Abdullah Setar, Osman Lemanov, Cafer Kemal yedi, Hasan Abkerimov da dokuz nişan kazanmışlardı. (…) Tatarların savları, ondört ya da on beş kişinin Sovyetler Birliği’nin en yüksek nişanı olan Sovyetler Birliği Kahramanı (Gorey Sovyetskogo Soyuza) ünvanını aldığı yönündedir.[103]

(…) Sovyet Ordusunda görev alanlar haricinde bir kısmı yerel partizanlarla işbirliği yapmaktan kaçınmamıştı. Hatta, içlerinde yakalanmaları için Alman Yüksek Komutanlığı tarafından başlarına ödül konulanlar bile vardı. Sovyet basınında sık sık Kırım Tatarlarının kahramanlıklarını anlatan yazılar yer alıyordu.[104]

Bunların yanında, 1943- 1944 yıllarında Kırım’da ve Kafkasya’da Alman ordusunun cephe gerisinden 81 radyogram göndermiş ve yüksek mükâfatlar almış olan kadın istihbaratçı Halime Abdennanova, Kırım’ın korkusuz kadın çetecisi Havva Müslimov,  Kırım’da 1941’de Perekop berzahının savunması sırasında Sovyetler Birlikleri safında “kahramanca” ölmüş olan Türk Yazarı Ennan Aliyev[105] de anılması gerekenler arasındadır.

Net olarak ifade etmek gerekirse; 1941-1944 arasında Nazi Almanyası Kırım'ı işgal etti. Büyük Vatanseverlik Savaşı sırasında Kızıl Ordu saflarında, Kırım'dan 35 binden fazla Kırım Tatarı görev yaptı, toplamda ise 60 bin civarında Kırım Tatarı savaştı. 97 kadın da dahil olmak üzere bir buçuk binden fazla Kırım Tatarı subay rütbesindeydi. Kırım Tatar Ulusal hareketine göre içinde Kızıl Ordu içerisinde 100.638 Kırım Tatarı vardı, 16.713 Kırım Tatarı partizan hareketine katılmıştı. 7.727 Kırım Tatarı ise yeraltı örgütlerine katılarak savaşmıştı ve yurtsever gruplar arası iletişimden ve yardımdan sorumluydu.[106] 

Savaşan Kırım Tatarlarının yaklaşık üçte biri savaş meydanlarında hayatını kaybetti.[107] 

Büyük Vatanseverlik Savaşı'nda gösterdiği kahramanlıklar için Kırım Tatarı olan Teyfuk Abdul, Uzeyir Abduramanov, Abduraim Reşid, Fetislyam Abilov, Seyitnafe Seyitveliyev ve Ahmet Han Sultan'a Sovyetler Birliği Kahramanı ödülü verildi. Ayrıca Seyitnebi Abduramanov ve Leonid Velilayev Şeref Nişanı'na layık görüldü. İsmail Bulatov, Ablyakim Gafarov gibi Kırım Tatarı Sovyet generalleri de mevcuttur.[108]

Kırım Türkleri Kızıl Ordu ve partizanlar için önemli görevlerde bulunmuşlardır. Ayrıca büyük başarılar elde etmişlerdir. Kırım’da bulunan 7 adet tugayın ikisinde bulunan 28 adet bölüğün on tanesini kumanda etmiş olmaları, bu duruma örnek gösterilebilir.[109]

Nitekim, Sürgüne gönderilenler arasında Kızıl Ordu mensubu Kırım Türk askerleri de bulunuyordu. Bu cümleden olmak üzere, Kırım Türklerinden 524 subay, 1392 astsubay ve 7079’u çeşitli rütbelerde olan toplam 8995 Kızıl Ordu mensubu Kırım’dan çıkarılmıştı. Kırım’ın genelinde sürgün edilen sabık Kızıl Ordu mensubu ise toplam 10.892 kişidir.[110]

II. Dünya Savaşı resmen 02.09.1945 tarihinde sona ermiştir. Kırım Sürgünü ise 18.05.1944’te gerçekleşmiştir. Yani, sürgün gerçekleştiğinde savaşın bitimine daha bir yıldan fazla zaman vardır. Bunun anlamı, aileleri, akrabaları memleketlerinden uzaklaştırılan Kırım Tatar askerlerinin halen Nazilere karşı savaştıkları gerçeğidir. Onlar da savaş sonrası Kırım’a dönemeyecek, ailelerini arama hakkını çok sonra edinebileceklerdi.

Örneğin, İsmail Bulatov (Kırım Tatarcası: İsmail Bulat oğlu Bulatov, Rusça: Исмаил Булатович Булатов; 28 Şubat 1902-25 Eylül 1975)[111], II. Dünya Savaşı sırasında Kızıl Ordu'da görev yapan Kırım Tatar generaliydi. Çatışmanın başlangıcında yarbay olan rütbesi yükseltilerek tümgeneralliğe terfi ettirildi ve Berlin üzerinden birlikleri yönettiği 21. Ordu'nun komutan yardımcısı oldu. Tüm savaş boyunca Kızıl Ordu'nun sadık bir üyesi olmasına rağmen, Kırım Tatar etnik kökeni memleketine geri dönemeyeceği anlamına geliyordu. Hayatının geri kalanında bölge konseyinin bir üyesi olduğu Odessa'da yaşadı. 25 Eylül 1975'te öldükten sonra Tairovsky mezarlığına defnedildi.[112]

Seitnebi Abduramanov ise, (Ukraynaca: Сеїт Небі Абдураманов, 15 Şubat 1914, Bahçesaray - 15 Aralık 1987, Nemengan) Kırım Tatarı asıllı Sovyet asker. II. Dünya Savaşı sırasında Kızıl Ordu'da 1. sınıf Şeref Nişanı ile ödüllendirilen genç bir müfreze komutanıydı. Ancak, savaşın bitiminden kısa bir süre sonra ordudan terhis olan Abduramanov, daha sonra Kırım Tatar etnik kökeni nedeniyle Özbekistan'a sürgüne gönderildi ve yıllarca kendisine tevcih edilen ödülden bihaber yaşadı. Abduramanov, uzun yıllar boyunca 1. Sınıf Şeref Nişanı aldığından habersiz olarak yaşadı ve madalya kendisine 1968 yılına kadar verilemedi.

Günümüzde Özbekistan'ın Kırgızistan sınırı yakınlarındaki Nemengan şehrinde bir fabrikada çalıştı ve hiçbir zaman doğduğu topraklar olan Kırım'a geri dönemedi. Seitnebi Abduramanov 15 Aralık 1987'de Nemengan'da 73 yaşında hayatını kaybetti.[113]

Bu esnada son derece trajik olaylar da yaşanmıştır. Kırım Türklerinin 3 gün içinde tamamen vatanlarından sürgün edilmesi operasyonunun başarıyla neticelenmesi şerefine 19 Temmuz 1944’te bir tören tertip edilmiş ve operasyonda görev alanlar Sovyet yönetimi tarafından mükafatlandırılmıştı. Ancak tören sırasında gelen bir haber, Arabat adlı bir Türk köyünün unutularak boşaltılmadığını gösteriyordu. Azak Denizi ile Sivaş arasında yer alan Arabat köyünün halkı balıkçılık ve tuz üretimi ile uğraşan köylülerdi.

Kobulov adamlarına iki saat içinde orada tek bir Kırım Türkünün kalmaması yönünde emir verdi. Oysa Kırım Türkleriyle dolu yük katarları çoktan yol almıştı ve onlara yetişme imkanı yoktu. Bunun üzerine Arabat’taki bütün Kırım Türkleri oldukça büyük ve eski bir gemiye bindirilerek mahzene kapatıldılar. Gemi denizin en derin yerine getirilerek ambar kapakları açıldı ve gemi içindeki insanlarla birlikte batırıldı. Bu olay sonunda Arabat köyünde yaşayan Kırım Türklerinden kurtulan tek bir kişi bile olmamıştı. Bu operasyondan sonradır ki, Kobulov Kırım’ın Türklerden “tamamen” temizlendiğini belirten raporunu iletebilmiştir.[114]

Diğer trajik olay ise Mavi Alay[115] vakasıdır. Ankara’nın da yönlendirmesiyle Alman ordusuna destek veren Mavi Alay adıyla anılan Nefsi Müdafaa Taburu mensupları ve ailelerinden oluşan binlerce Tatar Müslüman da meşakkatli yolculuktan sonra Avrupa’ya ulaşır. Nefes aldıkları ilk yer İtalya’nın Pazulla bölgesidir. Burada fazla barınamadan Avusturya’ya göç etmek zorunda kalırlar. Avusturya’nın Karnten bölgesinde Ober Drauburg çevresinde Drau nehri kıyısında oluşturdukları çadırlarda yaşamaya başlarlar.

Talihsizlik peşlerinden kovalar ve Avusturya işgalinde görevli 8. İngiliz ordusuna esir düşerler. İngilizler, 28 Mayıs 1945 yılında esir Tatarları, Sovyetler Birliği’ne teslim etmek zorunda olduklarını fakat Moskova’dan öldürülmeyeceklerine ait güvence aldıklarını açıklarlar. Rus konvoyları esirleri almak için kamplara gelmeye başladığında, Kırım Tatarlarının ya Ruslara teslim olmak ya da intihar seçeneği kalmıştır. 1945 yılının baharında tarih çok acı bir gerçeğe şahitlik ediyordu. Ruslara teslim olmak istemeyen kadınlar kocalarıyla, çocuklarıyla el ele, dua ve çığlık sesleri karışımıyla Drau Nehri’nin azgın sularına atlayarak intihar ettiler. Avusturya şahitlik ettiği katliamın anısına Oberdrauburg bölgesi İrschen köyünde bir anıt inşa ettirmiştir.

1960 yılında Avrupa İslam Cemiyeti tarafından dikilen anıtta, Almanca olarak; “Burada 1945 yılının 28 Mayıs’ında 7 bin Kuzey Kafkasyalı, kadınları ve çocuklarıyla Sovyet otoritelerine teslim edildiler ve İslamiyet’e olan sadakatleri ile Kafkasya’nın idealine kurban gittiler. Bu dikilen taş, binlerce isimsiz Kafkasyalı kurbanın dünyadaki 7 bin kişilik tek mezar taşıdır.” ibaresi yer almakta olup, konu, Serenad isimli eserinde işlenmiştir.

Nitekim, Sovyetler Birliği’nin son dönemlerinde ve Batılı kaynaklarda Kırım halkının yüzde onluk diliminin Almanların safına geçtiği çok sonradan kabul edilir. Sovyetler Birliği üzerine çalışmalarıyla bilinen ve Irak Amerikan Üniversitesi’nde Öğretim Üyesi olan J. Otto Pohl da Alman işgali sırasında yerli Kırım Tatar nüfusunun farklı tutumlar sergilediğini belirtir. Araştırmacıya göre halkın büyük çoğunluğu Kızıl Ordu’ya ve partizan birliklerine yardım eder, Nazi rejimine muhalefet ederek Sovyet rejimine sadık kalır. Kırım halkının bir kısmı da Almanların örgütlediği gönüllü birliklerde hizmet verir. Alman kayıtlarında Alman taburlarında yer alan Kırım Tatarı sayısının 9.225 erkeğe ulaştığını gösterir. Bu rakamın ise İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanlara hizmet eden ve 1,3 milyondan fazla Sovyet vatandaşının % 1’inden daha az olduğuna dikkat çeker. Almanların yanında yer alan ezici çoğunluğun ise düşünülenin aksine Kırım Tatarları değil, Sovyetler Birliği’nin çekirdek halkları olan Rusya, Ukrayna ve Belarus olduğunu vurgular.[116]

Bütün bu lejyon askerleri arasından gerek isteyerek gerekse istemeden Almanya ile işbirliği yapmış olanlar çok mağdur olmuşlardır. Savaştan sonra vatanlarına geri dönenleri idamlar ve sürgünler beklemiştir. Kızılordu’ya hizmet eden Rusya Müslümanlarının ödülü ise yüz binlerin sürgünü ile sonuçlanmıştır![117]

Bütün bu gerçeklere karşın Kırım Tatarları neden seslerini duyuramamış, mağduru oldukları halde cezalandırıldıkları konusunda haklılıklarını ortaya koyamamışlardır? Her şeyden önce yukarıda bahsettiğimiz üzere, nüfusunun önemli bölümünü savaş ve sürgün ortamında kaybetmiş olan Tatarlar zorlu koşullar altında hayatta kalma savaşı vermişlerdir. Zaten imkanları da kısıtlıdır. Ayrıca, Kırım Tatar konusunda Sovyet popüler tarihi içine ‘toplu ihanet’ suçlamasının, Stalin’in diğer siyasi ve etnik ‘düşman’larına karşı öne sürdüğü başka pek çok asılsız ithamından daha çarpıcı ve kalıcı olmasında aldatmaca ve sansürün nasıl bir rol oynadığı[118] artık belgelerle ortaya konulmuştur. Yayınlar yasaklanmış, “konuşanlar” cezalandırılmıştır. Diğer yandan ABD, İngiltere başta olmak üzere Sovyet Rusya’nın müttefikleri, olayı görmezden gelmiş, en azından “iç mesele” olarak addetmişlerdir.

Savaş sonrası paylaşım meselesi ve yaraların sarılması gayreti söz konusu görmezden gelmeye ortam hazırlamıştır. Savaş boyunca tarafsız kalan Türkiye ise, yeni uluslar arası koşullarda kendine yer bulma siyaseti içinde olunca konuya ilgi gösterememiştir. İki kutuplu dünyanın ortaya çıkması sonucunda konu gündeme gelmeye başlasa da, konu siyasi düzlemde, inandırıcılıktan yoksun, “taraflı” yüzeysel anlamda ele alınabilmiş, objektif olarak tartışma konusu olmamıştır. Bir yandan da, Kırım Tatar hususunun gündeme gelmesi, Türkiye’de Anti-Sovyet ve Stalin karşıtı olmak olarak değerlendirildiğinden bir kesim tarafından sessiz kalınmış, sunulan argümanlarla savunulmakla yetinilmiştir. Diğer taraftan ise Rusya karşıtlığı, Sovyet Rusya yanında Nazilere karşı savaşan Türk kökenlileri ön plana çıkartmamıştır. Bu durumu Soner Yalçın: 

Nazilerin, kendilerine inanmayan 88 bin Kırım Tatar'ını Almanya'ya sürgün etmeleri ve 85 binini “aşağı ırk” görüp katletmeleri nedense hiç yazılmaz! Türkiye'de hep bir anti-Sovyetler Birliği veya anti-Rusya propagandası var çünkü! Ülkesi Sovyetler Birliği için çarpışan Müslümanlar da bu nedenle bilinmez. Mesela, İmam Şamil adına tank kolu bile vardı Sovyetlerin. Veya:

Berlin'de faaliyet gösterirken yakalanıp idam edilen anti-faşist grubun lideri Tatar şair Musa Celil unutulabilir mi?

Ya, Taman Kadın Hava Alayı'nın meşhur pilotu Tatar kökenli Maguba Sırtlanova

Ya, Almanya'yı teslim alan Reichstag binasının tepesine ilk kızıl bayrağı dikenlerin arasındaki Tatar Gazi Zagitov?

Savaş yıllarında en yüksek askeri ödül “Sovyetler Birliği Kahramanı” madalyasına 11 bin 519 asker layık görüldü. Bunların 161'i Tatar Türkü idi. (Bir örnek daha yazayım: 710 bin kişinin cepheye gittiği Başkurdistanlı 200 binden fazla er ve subay çeşitli ödüllere layık görüldü. Bunların 278'i “Sovyetler Birliği Kahramanı” madalyası aldı.)

Sovyetler Birliği içerisindeki Kazan ve Kırım Tatarları, Başkurtlar, Çuvaşlar, Sibirya Türkleri, Kazaklar, Kırgızlar, Özbekler, Türkmenler, Azerbaycan Türkleri, Ahıska Türkleri, Karaçay-Balkarlar, Gagavuzlar vb. Nazilere karşı vatanlarını savundu. Rusya düşmanlığı bu tarihi gerçeklerin üzerini örtüyor maalesef…”[119] diyerek net bir şekilde ifade etmektedir.

Çocukların Kırım Hurzuf’ta kurulu ünlü piyoner kampı Artek’te geçirdikleri 1952 yazını konu edinen bir film yayınlanır. Filmi ilginç kılan, “Vera direksiyonda Moskova’dan Kırım’a gidiyoruz Koktebel’e asıl adı Göktepe ili bir kapalı kutuda ikimiz” demiş olan Nazım Hikmet’in filmde kampı ziyaretini içeren renkli görüntülerinin bulunmasıdır. Nazım Hikmet bu ziyaretinde üzerinde Osmanlıca yazılı bir taşı görür.  Nâzım Hikmet kampı gezerken birden işte bu taşın üstüne bastığını fark etti ve irkildi. Üzerine Kur'an’dan sözler işlenmiş bir mezar taşı! Taş hemen o gün oradan kaldırılır.[120]

Taşın kaldırılmasında Nazım Hikmet’in verdiği tepki etkili olmuştur. Dönemin Artek yöneticilerinden Vladimir Svistov’un (1922-2003) belleğinde Nâzım Hikmet’in 1952’deki ziyareti de iz bırakmış. Ölümünden kısa bir süre önce yapılan bir röportajda şöyle anıyor o günleri Svistov. Bunlar aynı zamanda o dönemin propagandası, algı yönetimi ve kültürel varlıkların durumu hakkında da bir özettir:

“Savaştan sonra Artek’in yeniden kurulması için Alman savaş esirleri işe koşuldu. İnşaat malzemesi çok enderdi. Bu nedenle yıkık binalardan ve diğer harabelerden elde edilen araçlara başvurulurdu. Artek’e ait kamplardan birinin merdivenleri tamir edilirken hemen yan tarafta bulunan Tatar mezarlığından taşlar kullanılmıştı.

Bir taş yerleştirilirken yazılı tarafı üste gelmiş. O günlerde kutsala hakaret anlaşılır sebeplerden ötürü pek kimseyi rahatsız etmezdi. Sovyet propagandasının Kırım Tatarlarına acıması yoktu. Nüfusun çoğunluğu da bu propagandaya inanırdı. ‘Düşman halkın’ mezar taşının ayaklar altına alınması normaldi. Çoğu insanın umrunda bile değildi. Arap harfli bir mezar taşı işte. Kırım’da anlaşılmaz yazılı eski eser görülmemiş bir şey miydi sanki?”[121]

Kaldı ki, tamamen haksız olduğu artık tüm dünya ve Rusya tarafından da kabul edilen sürgünde mağdur edilen ve üzerinde “hain” yaftası ile baskı altında bulunan “Stalin’in günahlarından”[122] olan Kırım sürgününün, hele hele çoğunluğu kadın ve çocuklardan oluşan zorlu yolculuğun, Arbat örneği de varken insani açıdan da savunulmasının mümkün olduğu açıktır.

Sonuç olarak, Kırım Tatarlarının ve diğer Sovyet halklarının Stalin döneminde başına gelenler, esas olarak milliyetçilik-komünizm çatışması veya savaş yıllarının bir anomalisi olarak değerlendirildiği için tüm dünyada sol çevrelerin yüreğini titretmedi. Batı ülkelerinde ise, özel olarak Doğu Avrupa, genel olarak ise Doğu toplumu olarak görülen SSCB coğrafyasına pek ilgi duyulmadığı için bu trajediler üzerine konuşulmadı bile.[123]

Kırım Tatarlarının, Ahıska Türklerinin, Çeçenler ve İnguş’ların sürgünü “intikam sürgünü” olarak adlandırılmıştır. Bu milletlerin sürgünü ile ilgili yapılmış olan resmî açıklamada, düşmanla iş birliği yaptıkları yer almıştır. Fakat bu açıklamalar sürgün sonrası dile getirilmiştir. Yani bu iddialar gerçeklikten uzak, sahte deliller altında belirtilmiştir. Bazı araştırmalar bu sürgünlerde, Gürcistan’ın topraklarını genişletme hırsı olduğunu da ortaya koymuştur. Nitekim sürgün sonrası Gürcistan’ın toprak kazanması bu iddiayı kuvvetlendirmiştir.[124]

Volga Tatarları ve Türkistanlıların Almanlarla daha büyük çaplı işbirliğine rağmen topluca sürgün edilmemeleri tersine Türkiye sınırında yaşayan Ahıska Türklerinin Almanlarla hiçbir teması olmamasına karşın sürgün edilmesi “Alman işbirliği” argümanının Ruslar’ın “stratejik bölgelerin etnik yapısını maniple etmek” için kullandığı bir mazeretten başka bir şey olmadığını düşündürmektedir.[125]

Zaten, Otto Pohl, The Deportation of the Crimean Tatars in the Context of Settler Colonialism (Yerleşimci Sömürgeciliği Bağlamında Kırım Tatar Sürgünü)[126] başlıklı makalesinde, Kırım Tatar Sürgünü’nü ‘yerleşimci sömürgeciliği’ ile ilişkilendirerek ele almaktadır.

SSCB'nin Kafkasya politikası yine Çarlık Rusya’nın Kafkasya politikasının devamı niteliğinde olup, Türk ve Müslüman halka karşı olan politikalarında milliyetçilik esası her zaman ön planda tutulmuştur. Ahıska Türkleri’nin zorla göçe tabi tutulmasında Stalin’in Gürcü oluşu büyük etkiye sahiptir.[127]

Öte yandan Fransa’da sürgünde yaşayan ve Almanlar’a çalışan Bolşevik karşıtı Michel Kedia ismindeki bir Gürcü ajanın 1943 senesinde Sovyet Gürcistan’ı ile Türkiye arasındaki sınırda istihbarat amaçlı sıkça bulunduğu ve burada gizli operasyonlar yürüttüğü de arşiv belgelerinde görülmektedir.[128]

Gürcistan[129] özellikle Stalin döneminde, diğer cumhuriyetlere göre şanslı olmuş ve eğitimde kendi dilini kullanma fırsatı bulmuştur. Bu ise Gürcülerin sanat ve kültür alanında olduğu gibi, diğer konularda da milli şuurlarını korumalarını sağlamıştır. Edebiyat ve şiir alanında önemli gelişmeler yaşanmıştır. Bu arada Sovyet döneminde, diğer sahalarda olduğu gibi, Gürcüler sanat ve kültür alanında büyük hamleler yapmışlardır.[130]

Bu noktada Kırım sürgününde en ön planda olan Beria’yı zikretmek önemlidir. Gürcü halkının alt etnik grubu olan Megrel’li Beriya, şüphelendiği en yakın arkadaşını bile sürgüne gönderilebilir veya kurşuna dizdirebiliyordu. “Rusya’nın Transkafkasya güvenlik sorumlusu Lavrenti Beriya, Stalin’in gözüne girebilmek için Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan’da yaşayan Türk-Müslüman halklara karşı büyük bir katliam içine girişmiştir. Ayrıca Beriya-Stalin ikilisinin Türk Dünyası üzerinde almış oldukları kararlarda etnik kimlikleri de etkili olmuştur. Örneğin: Kafkasya ve Türk Cumhuriyetlerinde sürgüne tabii tutulan etnik grupların yerine Gürcü asıllı halkaların yerleştirmesi dikkat çekicidir.[131]

2. Dünya Savaşı’nda topraklarında Gürcü lejyonları eğitim gören ve Gürcüler gibi sürgün ve benzeri uygulamalara tabi olmayan Ukraynalılar ise, daha genç bir devletken, 1. Dünya Savaşı sırasında Almanya’dan talep ettiği Kırım’a, Ukrayna asıllı Kruşçev döneminde 1954 yılında sahip olmuşlardır. Kırım 1783 ile 1954 seneleri arasında Rusya’ya bağlı kalmıştır.

Ukrayna doğumlu olup hayatının önemli bir kısmını burada geçiren ve siyasi kariyerini Ukrayna Komünist Partisinde yapan Sovyet lideri Kruscev tarafından Kırım 1954 senesinde Ukrayna’ya verilmiştir. 1954 senesi Rusya Ukrayna’nın birleştiği Preyaslav Antlaşması'nın 300. Yıl dönümüydü. Ukrayna’da yükselen Rus karşıtlığının azaltılması ve Kırım'ın idaresinde yaşanan idari-ekonomik zorlukların giderilmesi gibi nedenlerden dolayı böyle bir statü değişikliğine gidildiği belirtilmektedir.[132]

Kuzey Kafkasya halklarının geri dönüşlerine müsaade eden Sovyet idaresi, yasal düzenlemelerle olmasa bile idareten Kırım Tatarlarının ve Ahıskalıların geri dönüşüne karşı ciddi bir mukavemet olduğu görülmektedir. Sovyet idarecilerinin yerel idareciler eliyle bürokratik engeller çıkartmak suretiyle bu iki halkın geri dönüşüne izin vermediği iddiası yanlış olmayacaktır. Bu durumda ise coğrafyaların stratejik olarak önemli görülmesinin etkili olduğu söylenebilir. Özellikle Ahıska Bölgesinin Türkiye sınırında yer alması, bu sınırda Türk soylu bir topluluk istemeyen Sovyet idarecilerince göz önünde bulundurulduğu muhakkaktır. Zaten Alman işgaline uğramayan Ahıska Bölgesindeki Türklerin sürülmesinin de sebebi olarak literatürde aynı durum gösterilmektedir. Kırım bölgesinin stratejik özelliği de Kırım Tatarlarının geri dönüşüne gösterilen mukavemette önemli rol oynamıştır.[133]

Kırım’ın Ukrayna’ya devredilmesinden sonraki dönemi kapsayan arşiv belgelerinden anlaşıldığına göre; Kırım’dan sürgün edilen Rum, Ermeni ve Bulgarların geri dönüşüne izin verilmesi üzerine, Ukrayna KP Merkez Komitesi Sekreteri Kiriçenko tarafından Sovyetler Birliği lideri Hruşçev’e yazılan mektupta, Kiriçenko, Kırım Tatarlarının serbest bırakılarak Kırım’a yerleşmelerine müsaade edilmemesini talep etmektedir. Böylelikle, Sovyetler Birliği’nin her yerinde yaşama hakkına sahip olanların, yine bir Sovyet toprağı olan Kırım’da yaşamalarının istenmemesinin altında, Kırım’ın stratejik önemine binaen sadece Slav asıllılar ile iskan edilmesi düşüncesinin yattığı görülmektedir.[134]

Uzun süren mücadeleler sonucunda geri dönebilen Kırım Tatarları 20.03.2014 tarihine kadar Ukrayna iç hukuku çerçevesinde azınlık statüsüne sahip bir topluluk olmuştur. 20.03.2014 tarihinde ise Ukrayna Yüksek Meclisi tarafından alınan bir kararla Kırım Tatarları yerli halk olarak tanınmıştır.[135]

Bu kararın, RF’nin Kırım’ı ele geçirmesinden sonra alınmasına dikkat çekilmiştir.[136]

Savaş sonucunda Almanya işgal edilmiş ve parçalanmıştır. Savaşın sonucunda uluslar arası sistem yeniden dizayn edilmiş, yeni ülkeler ortaya çıkmıştır. Birçok ülkenin sınırları değişmiş, yönetim değişimleri yaşanmış ve yeni devletler ortaya çıkmıştır. En önemlisi ise, uluslar arası yapı Müttefik Devletler oluşturulmuş, NATO ve BM gibi organlar ortaya çıkmıştır. Savaş sonrası düzen Soğuk Savaş’a neden olmuştur. Güç dengesi Avrupa’dan Amerika’ya doğru kaymış, dünya iki kutuplu sisteme yelken açmıştır.[137]

Kırım’ın jeopolitik durumu nedeniyle Kırım siyasetinde üzerinde yaşayan halktan daha çok uluslararası büyük güçler belirleyici olmuştur. İkinci Dünya Savaşından bir süre sonra oluşan iki kutuplu dünya ve soğuk savaş Kırım’ı büyük güçler bağlamında yine doğrudan etkilemiştir. CIA’in 1947 yılında yapılandırılması, 1949 yılında NATO’nun kurulması bu sürecin temel taşlarını oluşturmuştur. Bir anlamda, Almanya’nın yerini bu kez ABD almıştır.

Amerikalılar II. Dünya Savaşı’ndan sonra Münih’e geldiklerinde Almanların Doğu Bakanlığı tarafından Sovyetlere karşı organize edilmiş çok sayıda gayri Rus grup ile karşılaştı. Bu gruplar Almanlar tarafından istihbarat gücü olarak yetiştirilmişti ve çıkardıkları dergiler, düzenledikleri konferanslar ve radyo yayınları dikkat çekiciydi. Dolayısıyla Münih mevcuttaki bu elverişli yapısı sebebiyle bu defa da Amerikalılar için önemli bir istihbarat merkezi haline geldi. Propaganda ve bilgi toplama amacıyla Amerikan gizli servisi CIA, Münih’te 1951 yılında “American Comittee for The Liberation of the Peoples of The Russia” (Amerika’nın Rusya Halklarını Kurtarma Komitesi) adlı bir Komite kurdu.

Amerikan hükümeti tarafından finanse edilen Komite, Sovyet karşıtı Rus uyruklu diaspora ve Rus olmayan birçok milli temsilci ile irtibata geçti. Bu gruplarla irtibat muhtemelen Almanların Doğu Bakanlığı’nda (Ostministerium) çalışan Gerhard von Mende gibi akademisyenler aracılığıyla sağlandı.

Mende ayrıca, Sultan Garip liderliğindeki İdil-Ural, Edige Kırımal liderliğindeki Kırım-Tatar, Ermenistan ve Gürcistan gruplarını da örgütlemiştir. Bu teşkilatlar 1950 başlarından itibaren CIA’nın emrine girerek, İngiltere işgal bölgesindeki şehirlerden ABD işgal bölgesindeki Münih’e nakledilmiştir.[138]

Komitenin kuruluşunun akabinde akademik çalışmalar yapmak üzere Sovyetler Birliğini Araştırma (Öğrenme) Enstitüsü kuruldu ve Dergi isimli süreli yayın çıkarılmaya başlandı. Bu Komitede özellikle Rus uyruklu olup Bolşevik olmayan unsurlar tesirliydi. Rusya Türkleri tarafından kurulan Komiteler ise Amerikan stratejilerine bağlı olarak çeşitlilik gösteriyordu.[139]

Komitenin kuruluşunun akabinde; “Sovyetler Birliğini Öğrenme Enstitüsü”, “Bolşevizm Aleyhtarı Koordinasyon Merkezi” gibi kuruluşlar oluşturulmuş, bu kuruluşlarca komite tarafından yayımlanan İngilizce "Problems of the Peoples of the USSR" (Münih) ve Türkçe “Dergi", Rusça "Vestnik", Arapça "Elmecelle" (Münih) gibi dergiler çıkarılmış; ayrıca Radyo ise 1952’de “Radio Liberty” adıyla yayına başlamıştır.[140]

Radyo çeşitli masalardan oluşmaktadır. Bu masalarda; eskiden Hitler’in Doğu Bakanlığında (Ostministerium) çalışan çeşitli Türkler çalışmaktadır. Edige Kırımal ise Tatar masasında çalışmaktaydı.[141]

Kırım Millî Merkezi temsilcisi sıfatıyla Kırım Türk – Tatarlarını ve dâvalarını müdafaa ve temsil eden Dr. Edige Mustafa Kırımal, Dergi’nin kapanıncaya kadar sorumlu müdürlüğünü yapmıştı.[142]

Enver Altaylı’nın "Ruzi Nazar: CIA’in Türk Casusu" kitabındaki ifadesiyle; Edige Kırımal'ın yönettiği dergi, bütün Türk dünyasında ilgiyle izlenen bir yayın organı haline gelmişti. Ruzi, dostu Mustafa Edige Kırımal'ı kutlamıştı.[143]

Necip Hablemitoğlu’nun anlatımıyla; “Dr. Edige Kırımal, o tarihlerde C.I.A. tarafından Almanya’da kurulmuş olan “Sovyetler Birliği’ni Öğrenme Enstitüsü”ndeki görevini sürdürmekteydi. Kendisi gibi A.B.D.’den maaş alan Dr. Baymirza Hayit, Süleyman Tekiner, Mehmet Emircan gibi mesai arkadaşlarıyla Türklük bilincinin gereğini yerine getirmeye çalıştıklarını, ancak, özellikle “Hürriyet Radyosu” ve “Hür Avrupa Radyosu” gibi yine C.I.A. tarafından finanse edilen kuruluşlarda çalışan bazı Türk gençlerinin “ajanlık” statüsünü kabul etmelerinden yakınmıştı.”[144] 

Türkiye’deki İslamcıların yararlandığı bu tür yayınlara bir örnek Münih’te kurulan “Bolşevizmden Kurtarma Amerikan Komitesi”nin desteklediği “Sovyetler Birliği Öğrenme Enstitüsü” tarafından yayımlanan Dergi isimli yayındır. İslâm dergisi bu yayını okuyucularına tanıtmış ve aynı enstitü tarafından Caucassian Review (Kafkas İncelemeleri) isimli bir derginin de yayımlandığını okuyucularının ilgisine sunmuştur. Daha sonra bu derginin başyazarı olan Edige Kırımal adında bir kişinin Kırım’da Sovyetlerin baskı siyasetini anlattığı bir yazısı da İslâm dergisinde yayımlanmıştır.[145]

Yine her yıl Enstitü tarafından Amerika, Asya ve Avrupa’nın muhtelif yerlerinden gelen ilim ve fikir adamlarının katıldığı “ilim konferansları"nı düzenlenmiştir. Konferanslara katılanlar arasında Sovyetler Birliğindeki Türk illerine mensup kişiler mevcuttu; Kırım Türklerinden Avukat Müstecip Ülküsal, Dr. Edige Kırımal, avukat İbrahim Otar[146] bunların içinde yer almaktadır. Ayrıca, Edige Kırımal’ın Cafer Seydamet Kırımer ile mümkün olduğunda yüzyüze, olmadığında mektuplaşmak suretiyle devamlı irtibatta oldukları görülmektedir.[147]

Nazi döneminde Azerbaycan, Kırım, İdil-Ural ve Türkistan lejyonerleri ile Almanya’da yaşayan Türk kökenli sığınmacılara yönelik olarak başlatılan, Soğuk Savaş döneminde ise Sovyetler Birliği’ndeki Türk bölgelerini kapsayacak şekilde genişletilen yoğun propaganda faaliyetlerinin, Türk milliyetçiliği düşüncesinin yayılması ve güçlenmesine de katkıda bulunduğu aşikardır.[148]

Bu noktada General Gehlen önem taşımaktadır. İkinci Dünya Savaşı esnasında bir Alman generali olarak Türk lejyonlarının oluşturulmasında etkin rol alan Gehlen savaş sonrası ABD saflarına geçmiş, Avrupa’daki CIA örgütlenmesinin temellerini atmıştır. Onun, Sovyetlerdeki etnik milliyetçilik duygularının kaşınması politikası da böylelikle CIA’e taşınmıştır.

23 Mayıs 1945’te ABD kuvvetlerine teslim olan Gehlen, yakın ekibi ile beraber önce Wiesbaden’deki sorgu merkezine gönderildikten sonra sene sonuna kadar Almanya’da gözaltında tutulur ve bahsedilen pazarlık sonrasında Savaş Bakanlığı’ndan gelen bir kararla ABD’ne gönderilir. Burada kendisine Dr. Richard Schneider ve Hans Holbein takma isimleri verilerek Soğuk Savaş dönemde istihbarat sahnesine resmen çıkarılmış olur. Oluşturduğu ekip ‘Rusty’ kod ismi ile 1 Temmuz 1949 tarihinde devreye sokulmuştur. (…) O zamana kadar Stratejik Hizmet Ofisi (OSS-Office of Strategic Services) ve G-2 adları altında faaliyet gösteren Amerikan istihbaratı artık merkezi bir yapıya kavuşacaktı. 20 Haziran 1949 tarihinde başkan Harry S. Truman tarafından imzalanarak yürürlüğe konan kanun ile resmen kurulan CIA’nın fikir babası bir nevi Reinhard Gehlen idi. (…)

Gehlen'in ne denli önemli olduğundan bahsetmiştik. Bu Nazi eski generali Amerikan İstihbaratı'nı kurmuştu. Gehlen, Hitler'in Orta Asya ve Balkanlardaki Müslümanları örgütleme organizasyonlarında yer alıyordu. Bu miras Gehlen aracılığıyla CIA'ya geçecektir. Gehlen'in keşfettiği Özbek kökenli General Ruzi Nazar, ABD'de özel harp eğitimine tabi tutuluyordu. Aslında Nazar, İkinci Dünya Savaşı'nda Rus Ordularında görev yapmıştır. Savaşın sonlarına doğru Alman Ordusu'na sığınan Nazar, Gehlen tarafından himaye altına alındı ve CIA'e angaje edildi.[149]

Başlarda sadece sözde saf Alman ırkına mensup kişilerin kabul edildiği SS birimi savaşın gidişatı değişince Türk lejyonlarının da dahil edildiği birim haline getirilmiştir. Savaş esnasında ve sonrasında Alman askeri olarak esir alınan bu Türkler, savaşın bitimiyle Sovyet ordularına teslim edildiklerinde vatana ihanet suçundan idam edilmişlerdir. Bunun sonucunda Sovyet rejimi yıkılana dek Türk halklarını sürekli baskı altında tutmuş ve Politbüro’nun bizzat belirlediği sürgün ve katilamlar Türkler’in peşini bırakmamıştır. (…)

Hadise sondan başa takip edildiğinde, sorumluların Gehlen’in yönettiği Doğu Cephesi-Yabancı Ordular Tahkikat Birimi’nin ve Hitler’i ziyarete gelen Türk paşalarının olduğu açıkça görülmektedir.[150]

Nitekim Niyazi Berkes de, “Erkilet'in bu budalalıkları, zavallı Kırım halkına çok pahalıya mal oldu. Çünkü bu Nazi uşaklarının yaptıkları kışkırtma ve propagandalar yüzünden Kırım halkı arasına ikilik sokuldu. Sovyetlere bağlı kalan Kırım halkı, Nazilerin kaçma dönemi gelince ötekiler tarafından öldürüldüler. Nazi yanlısı olduklarını Rusların bildiği yanı da Ruslar orayı alınca yerlerinden yurtlarından edilerek sürüldüler ve bu zavallı halk bu iki devlet arasındaki cehennemi savaşın en acıklı kurbanı oldu. Bu cinayetin sorumluluğunda bu Nazi uşağı paşanın da bir payı vardır.” demektedir.[151]

Bu süreçte gerek Türkiye’de ikâmet eden Zeki Velidî Togan gerekse savaştan önce Almanya’ya yerleşmiş Said Şamil, Mustafa Çokay ile Veli Kayyum Han gibi Türksoylu isimler de önemli katkı sağlamışlardı. Sonuçta Türkiye’deki Türkçü çevrelerin heyecanı ve Almanları iknâ kabiliyetleri, Türk esirlerin II. Dünya Savaşındaki konumlarını ve kaderlerini etkilemişti.[152]

Sovyet Rusya döneminde sürgün edilen halklara, bu arada Kırım Tatarlarına verilen resmi özür, günümüzde Rusya Kırım’ında Sovyetler Birliği'nin Nazi Almanyası'na karşı kazandığı zaferin Kırım Tatar Kültürel ve Tarihi Miras Müzesi’nde kutlanması, Kırım Sürgünü’nün simgesi haline gelen Süren Köyü Tren İstasyonuna Sürgün Anıt ve Müze Kompleksinin 18.05.2022 tarihinde açılması, II. Dünya savaşında Sank Petersburg (Leningrad) savunmasında ölen 240 Kırım Tatarı için 2023 yılında dikilen anıt ve Sovyet Kahramanı Kırım Tatar pilot Ahmet Han Sultan Heykelinin 2020 yılında açılması gibi faaliyetlerle fiiliyatta da gerçekleşmektedir.

Kırım Tatarları sürgünden dönmek amacıyla uzun ve çileli bir mücadele vermişlerdir. Sözkonusu mücadele halen devam etmektedir. Bu mücadelede, Kırım Türklerinin Milli Hareketinde Yer Alan Bazı Kadınların Özbekistan’daki Faaliyetleri[153] de etkili olmuştur.

Netice olarak, 1944 yılından beri Kırım Türklerinin vatana dönüş[154] uğruna verdiği mücadeleler geç de olsa meyvesini vermiş ve kitleler halinde vatana dönüş başlamıştır. Bunun neticesinde, 1987 yılında Kırım’a yerleşen Kırım Türklerinin sayısı 2300, 1988’de 19.3000 kişi iken, bu sayı 1989’da 28.000’e yükselmişti. 1 Mayıs 1990 itibariyle ise Kırım’da toplam olarak 83.116 Kırım Türkü yaşamaya başlamıştı.[155]

Sonuç itibariyle, olan siyaseti belirleme gücünden yoksun olan halka olmuştur. “Kızılyıldız ile Gamalı Haç” arasında kalan Kırım halkı, savaşı Almanlar kazansa “Gothland” adına vatanlarından sürgün edilecekken, Stalin tarafından “işbirliği” ithamıyla yurtlarından olmuşlardır. Kırım üzerindeki uluslar arası siyaset Almanya’nın yerini ABD’nin almasıyla devam etmiş, sorunlar beklenenin aksine artarak devam etmiştir. Esasında, görülen etnik temelli siyaset mühendisliğinin başarılı olmadığıdır. Kırım Tatarları sürgün edilirken “iltimas geçilen” Gürcistan’da Gül, Ukrayna’da Turuncu devrimler adı altında gerçekleştirilen ve Rusya’nın yakın çevre politikasına karşı NATO’nun genişleme doktrinin karşı karşıya geldiği renkli devrimler, dini-etnik unsurlara dayalı politikaların uzun vadede gerçekçi olmadığını ortaya koymuştur. Aslolan, yüzlerce yıldır Kırım yarımadasında yaşayan, çok kültürlü bir halkın tarihsel kökleriyle aidiyet duygusuna daha çok sahip çıkacağını bilmek, katkı sunmalarına imkan vermektir. Bu, aynı zamanda şüphesiz ki, tarihi miras iddiasına da dayanak teşkil edebilecektir.

.

Rıdvan Aras, dikGAZETE.com

St. Petersburg’daki, Leningrad Muharebelerinde Nazilere karşı Savaşta ölen

Kırım Tatarları Anısına dikilen Anıt

Ahmet Han Sultan Heykeli

Simferopol/Akmescit

Süren İstasyonu

Sürgün Müze ve Anıt Kompleksi

[1] Aybüke Güzay, Almanya’nın Hedefindeki Kırım, Uluslararası Türk Kültürü ve Medeniyeti Kongresi, (pp. 911-918), Balıkesir, Türkiye, (Eylül 2018), s. 911.

[2] Necip Hablemitoğlu, Yüzbinlerin sürgünü, Kırım’da Türk soykırımı,  Toplumsal Dönüşüm, İstanbul, 2004, s. 17.

[3] Aybüke Güzay, a., g., b., s. 911.

[4] Mert Kozan, Gotların Anayurdu ve Kökeni-Origin of the Goths and Their Homeland, Tarih Araştırmaları Dergisi, c. 33, S. 55,  2014, s.71.

[5] Henry Bradley, The Story of the Goths: From the earliest times to the end of the Gothic Domination, 1888,s. 171.

[6] Sveriges, Götes och Vendes Konung, yani Biz İsveç, Gotlar ve Vendtlerin Kralıyız. 1973 yılına kadar çıkartılan bütün yasalar bu cümleyle başlamaktadır. Konu için ayrıntılı olarak bknz: Byron J. Nordstrom, Scandinavia since 1500. University of Minnesota Press, 2000.

[7] Ayrıntılı Bilgi İçin: Mert Kozan, Got Mirası Hususunda İsveç Krallığı ve Alman Habsburgları Arasında Yaşanan Tartışmalara Genel Bir Bakış, Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, Yıl: 4, Sayı: 28, Temmuz 2016, ss. 264-275.

[8] Mert Kozan,a., g., m., s. 73,74.

[9] Herwig Wolfram, Herwig Wolfram, History of the Goths, University of California Press; First Edition edition, 1990 , s. 3.

[10] Herwig Wolfram, a.g.e, s. 3.

[11] Ali Çimen, Göknur Akçadağ, Tarihi Değiştiren Savaşlar, Hunların Gotları Yenilgiye Uğratması, Timaş Yayınları, 2021, s. 18-20.

[12] Mert Kozan, Gotların…, s. 71.

[13] Anders Kaliff, The origins of the Goths – mysterious and misunderstood. international symposium, Uppsala University June 15-18, 2011. (Servet Doğan, Gotik Hristiyanlık, . Türk & İslam Dünyası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Yıl: 9, Sayı: 32, s. 31.

[14] L. Munkammar, Wulfila, the Goths and the Bible,  International Symposium, Uppsala University June, 15-18, 2011, s. 41; K. Hinds, Goths, Marshall Cavendish Corporation Map copyright, 1962, s. 41. (Servet Doğan, a., g.,m., s. 31)

[15] Aybike Güzay, Kırım’da Alman İşgali ve Osmanlı Devleti’nin Tutumu Üzerine Bir Değerlendirme (1918), Genel Türk Tarihi Araştırmaları Dergisi, C: 2, S:4, Temmuz 2020, s. 447.

[16] Ayrıntılı Bilgi İçin: Yüksel Kaştan, Necmi Uyanık, Bolşevik İhtilali Sonrasında Alman Ordusunun Ukrayna’yı İşgali, Tarihin Peşinde –Uluslar arası Tarih ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, Yıl: 2020, Sayı: 24 Sayfa: 347-370.

[17] Kemal Gurulkan, Birinci Dünya Savaşı’nın Kırım Tatarları Tarafından Kurtuluş Vesilesi Olarak Görülmesi ve Faaliyetleri, Yakın Dönem Türkiye Araştırmaları, Yıl: 2015/1-2, Cilt:14, Sayı: 27-28, s: 100.

[18] Selçuk Ural, Nesrin Hangül, Türk Basınında Sovyet İhtilali Sonrası Kırım’ın Durumu (1918’de Yaşanan Gelişmeler), XVIII. Türk Tarih Kongresi, Kongreye Sunulan Bildiriler ( IX.Cilt ), s. 622.

[19] Ahmet Edi, İkinci Dünya Savaşı'nda Sovyet Rus ve Alman Ordularında Savaşan Azeri Askerler, History Studies, 11/4, Ağustos 2019, s. 1395.

[20] Nesrin Sarıahmetoğlu, II. Dünya Savaşı’nda Azerbaycan ve Azerbaycan Türkleri, İkinci Dünya Savaşı Ve Türk Dünyası, (Yayına Hazırlayanlar: Nesrin Sarıahmetoğlu&İlyas Kemaloğlu), Türk Dünyası Belediyeler Birliği (TDBB) Yayınları, No: 17, İstanbul, 2016, s. 109.

[21] Fuad Safarov, https://anlatilaninotesi.com.tr/20170501/alman-askeri-casuslar-kizil-meydanda-1028300064.html

[22] Bilgi için: Burak Çınar, İkinci Dünya Savaşı’nda Kırım Yarımadası’na Düzenlenen Harekâtlar ve Kırım’ın Stratejik Değeri, Tarih Araştırmaları Dergisi, vol.38, no.66, 2019, ss.528 - 564.

[23] Atatürk Ansiklopedisi, Barbarossa Harekâtı (22 Haziran-5 Aralık 1941) 

[24] Ahmet Edi, a., g., m., s.1395.

[25] Aybüke Güzay, Almanya’nın Kırım’daki İslam Politikası(1941-1944), Journal of Universal History Studies, 3 (Prof. Dr. Mustafa Keskin Special Issue), s. 174.

[26] Alan Fisher, Kırım Tatarları, İstanbul, Selenge Yayınları, 2009, s. 219.

[27] Şeyma Gürhan, 1930’lu Yıllarda SSCB'nin Kırım'da Uyguladığı Sovyetleştirme Politikaları ve Yaşanan Suni Açlık, Ulisa: Uluslararası Çalışmalar Dergisi, 2017 Özel Sayısı, s. 45, 46.

[28] Bilgi için: Kamelya Tekne, Sovyet Kırım’da Veli İbrahim Yılları, , History Studies, 12/5, Ekim 2020, s. 2651-2672.

[29] Ayrıntılı bilgi için bkz.: Isaac Deutscher (1991). Tarihin İronileri, İstanbul: Belge Yay., 1991, s.143-144; Sovyet Müslümanları, Pınar Yay., İstanbul, 1992, s.157-161.

[30] H. B. Paksoy, Kırım Tatarları, Belgelerle Türk Tarihi, S.72, 1991, s. 74, 75; Mustafa Kalkan, Sovyetler Birliği’nin ve Rusya Federasyonu’nun Orta Asya Üzerindeki Stratejik Planları, Bilge Kültür Sanat Yay., İstanbul, 2007, s. 170, 171.

[31] Bilgi için: Hasan Aksakal, Stalin ve İkinci Dünya Savaşı Bağlamında Milliyetler Politikası, Karadeniz Araştırmaları, Cilt: 6, Sayı: 21, Bahar 2009, s.23-30.

[32] Hasan Aksakal, Stalin ve II. Dünya Savaşı Bağlamında Milliyetler Politikası, Karadeniz Araştırmaları, C.6, S.21, 2009 s. 24; Vincent Monteil, a.,g.,e., s. 126, 127.

[33] Necip Hablemitoğlu, Kırım’da Türk Soykırımı,  IQ Kültür Sanat Yay., İstanbul, 2002, s. 37.

[34] Cemile Şahin, Rus Yayılmacılığına Bir Örnek: 1944 Kırım Türklerinin Sürgünü, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt: 8 Sayı: 39, Ağustos 2015, s.

[35] Bilgi için: Necip Hablemitoğlu, Sovyet Rusya’da Devlet Terörü, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, 2005, ss. 256.; Tuğçe Akçabaş, Totaliter Sistem ve Stalin Döneminin Baskı Politikaları, Yüksek Lisans Tezi, Karabük Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Enstitüsü Bölge Çalışmaları Anabilim Dalı, Karabük, Temmuz 2022.

[36] Michal Reiman, Stalinizmin Doğuşu, çev: Bülent Tanatar, İstanbul, Metis Yayınları, 1998. Petro dönemi Rusya’sı için ayrıca bkz. Dilek Yiğit Yüksel, Rus Modernleşmesi ve Türkiye (1682-1905), Yayımlanmamış Doktora Tezi, Hacettepe Üniversitesi AİİT Ens. Ankara, 2006, s. 79-133. 14 Abdullah Kıran, “Milletler Cemiyeti ve Önlenemeyen Savaş”, GAU J. Soc.& Appl. Sci. Cilt 3(6), 2008, s.19-36.

[37] Alman Dışişleri Bakanlığı Arşivi’nde Alman Dışişleri Bakanlığı’nda Woerman’a gönderilen, yetkili kişi olan Hentig imzalı bir belgede Müstecip Ülküsal ve Edige Mustafa Kırımal’ın misyonu ile ilgili şu bilgiler yer almıştır: “Müstecip Ülküsal ve Edige Mustafa Kırımal, Ordu birimleri tarafından getirilerek Dışişleri Bakanlığı ve Doğu Bakanlığı’na ulaştırılmışlardır. Kendilerine operasyona kadar savaş esirleri kampında çalışmalarına devam etmeleri için olanak sağlanmalıdır. Doğu Bakanlığı, seyahatlerini desteklemektedir; hattâ, kişi başına 400 Reichsmark tutarında ödenek tahsis edilmiştir. Doğu Bakanlığının ilgi sahasındaki bölgelerde bu kişilerden birinin izni hemen çıkmıştır. Bu kişileri daha sonra kullanmayı düşündüğümüz ve canlarını sıkmak istemediğimiz için, 20 Ocak tarihli ricamı yineliyorum. Berlin 28 Ocak 1942. Alman Dışişleri Bakanlığı Siyasi Arşivi R: 29900, Panturancılık Dosyası, Belge no: 311616. (Bayram Bayrakdar, Alman Dışişleri Bakanlığı Arşiv Belgeleri Işığında İkinci Dünya Savaşı Sürecinde Sovyetler Coğrafyasında Ukrayna Kafkasya ve Türkistan’a Yönelik Pantürkizm/Panislamizm Faaliyetleri ve Türkiye, 100. Yılında Sovyet İhtilali ve Türk Dünyası, (Ed: Yunus Koç, Mikail Cengiz)Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü,Ankara, 2018,  s. 171.

[38] Giray Saynur Derman, II. Dünya Savaşı’nda Kırım Türklerinin Siyasî Faaliyetleri, İkinci Dünya Savaşı ve Türk Dünyası, Türk Dünyası Belediyeler Birliği (TDBB) Yayınları, No: 17, s. 34, 35.

[39] Patrik von zur Mühlen, Gamalıhaç ile Kızılyıldız Arasında (II. Dünya Savaşında Doğu Halklarının Milliyetçiliği), çev. Eşref Bengi Özbilen, Ankara, 1984, s. 119.

[40] [40] Giray Saynur Derman, a.,g.,m., s. 38.

[41] Gulzhaukhar Kokebayeva, The Place of Turkestan in the First half of the 20th Century, Bilig, Sayı: 76. (Kış), 2016, s. 127 vd.

[42] Bilgi için: Eva Vicdan Aktaş, II. Dünya Savaşında Türkiye’deki Nazi Propagandası, Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, İzmir, 2003.

[43] Hakan Savran, II. Dünya Savaşında Büyük Güçler ve Türkiye (1939-1945), Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, Edirne, 2015, s. 108.

[44] Alican Kaygısız, Türkiye-Nazi Almanya’sı İlişkilerinin Ekonomi Politiği (1933-1945), Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İktisat Anabilim Dalı, Mayıs 2021, s. 112.

[45] Baskın Oran, Türk Dış Politikası Cilt I: (1918 – 1980), İletişim Yayınları, 22. Baskı, İstanbul, 2018, s. 448, 449.

[46] Şeyma Gürhan, 20. Yüzyılın İlk Yarısında Kırım Türkleri ve Sürgünü, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Temmuz 2017, Ankara, s. 135.

[47] Kemal Gurulkan, a,g,m, ss: 95-117.

[48] Kemal Özcan, II. Dünya Savaşı Sırasında Kırım Türkleri’nin Almanlarla İlişkisi Meselesi Üzerine”, Karadeniz Araştırmaları Dergisi, Cilt: 4, Sayı: 4,2005, s.68.

[49] Şeyma Gürhan, a.g.t, s. 141.

[50] Kemal Özcan, Kırım Dramı, Babıali Kültür Yayıncılığı, 2010, s. 33.

[51] Taner Gür, II. Dünya Savaşında Almanlar’a Esir Düşen Türkistanlı İdil (Volga)-Ural Lejyonu,  Tarih Alanında Seçme Yazılar – IV, Özgür Yayınları, Ed.Yunus Emre Tansü, Gazizantep, 2023, s. 160

[52] Mikail Kolutek, a,g,m, s. 425.

[53] Latif Çelik, II. Dünya Savaşında Almanya Saflarında Savaşan Türkistan Lejyon Ordusu, Doktora Tezi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler EnstitüsüTarih Anabilim Dalı Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bilim Dalı,  Konya, 2015, s. 140; Ahmet Asker, Nazi Irk Tasnifinde Türkler ve Ortadoğu Halkları,  Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi. Cilt: XII. Sayı: /25. (Güz), 2012, s. 88.

[54] Samir Babaoğlu, Nazi Almanya’nın Müslüman Lejyonları, Mecra, 10.01.2024. https://www.gzt.com/mecra/nazi-almanyasinin-musluman-lejyonlari-3467786

[55] Bilgi için: Mehmet Korkut Aydın, İkinci Dünya Savaşı’ında Türkistan Lejyonu: Kuruluşu, Faaliyetleri ve Türkiye’nin Yaklaşımları, Tarih Okulu Dergisi (TOD), Ağustos 2019 Yıl 12, Sayı XLI, ss.621-663.

[56] Nadir Devlet, Stalinizme Karşı Almanya’da Oluşturulan Lejyonlar, Stalin ve Türk Dünyası (ed. Emine Gürsoy, Naskali-Liaisan Şahin), Kaknüs Yayınları, İstanbul, 2007, s. 99, 100; Nesiman Yaguplu, Azerbaycan Legionerleri, Çırag, Bakı, 2005, s. 77.

[57] Mert Dinler, Jeopolitik Çerçevede Ukrayna-Rusya Gerilimi, Yüksek Lisans Tezi, Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Yönetimi Anabilim Dalı, Edirne, 2018, s. 94.

[58] Mehmet Korkut Aydın, a,g,m, s. 637, 638.

[59] Bosna’da Müslümanlar askerlerin yer aldığı Alman Waffen-SS Hançer Birliği hakkında bknz: G. Lepre, Himmler’s Bosnian Division: The Waffen SS Handschar Division 1943-1945, Schiffer Publishing, Pennsylvania, 1997.

[60] Emir Öngüner, Ustaşa Örgütü ve Dr. Ante Paveliç: II. Dünya Savaşı’nda Hırvatistan’daki Nazi Yanlısı Rejim, Düşünce ve Tarih Dergisi, 3(25), s. 43, 44.

[61] Kemal Özcan, “II. Dünya Savaşı Sırasında Kırım Türklerinin Almanlarla İlişkileri Meselesi Üzerine”, Karadeniz Araştırmaları, S.4 (Kış 2005), s. 66.

[62] Mikail Kolutek, II. Dünya Savaşında Kırım Türkleri ve Nefsi Müdafaa Taburları, Ergün Özakçora Armağanı, II. Cilt, (Editörler: Ahmet Aksın, Yavuz Haykır, Filiz Yıldırım, Hiperyayın: 525, İstanbul, 2019, s. 419.

[63] Aybüke Güzay, Kırım’da Alman İşgali ve Kırım Tatarları, Doktora Tezi, Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Tarihi Anabilim Dalı, İzmir, 2021, s. 107-110.

[64]  Ayrıntılı bigi için: Aybüke Güzay, Alfred Rosenberg’in Görev Birliği ve Kırım’daki Faaliyetleri, Karadeniz Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, 9/20, ss.621-632.

[65] Şeyma Gürhan, a.,g.,t., s. 142, 143.

[66] David Motadel, çev. Ahmet Fethi Yıldırım, İslam ve Naziler, : Alfa Yayınları, İstanbul, 2015, s. 231.

[67][67] David Motadel, a,g,e, s. 228.

[68] Mikail Kolutek, a, g, m, s.420.

[69] Orhan Özkırımlı, İkinci Dünya Savaşı’nda Kırım Türkleri ile Almanlar Arasındaki Münasebetler, Emel, Sayı 25, Kasım-Aralık 1964, s. 16-18, ss. 15-20.

[70] Kemal Özcan, Kırım Dramı, Babıali Kültür Yayıncılığı, 2010, s. 43.

[71] Aybüke Güzay, a,g,t, s. 106.

[72] Necip Hablemitoğlu, Yüzbinlerin Sürgünü, Kırım’da Türk Soykırımı, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, 3. Basım, İstanbul 2004, s. 17; Aybüke Güzay, a,g,t, s.22.

[73] Alexander Dallin, German Rule in Russia 1941-1945, A Study of Occupation Policies, St. Martin’s Press, Londra 1957, s. 253.

[74] Alexander  Werth, Russıa at War 1941-1945, London, 1964, s. 545.

[75] Myllynıemi Seppo , Dıe Neuordnung der Baltıschen Länder 1941-1944 Zu nationalsozialistischen Inhalt der deutschen Besatzungspolitik, Dissertation, Helsinki 1973, s. 69.

[76] Kemal Özcan, a,g,e, s. 44.

[77] Aybüke Güzay, a,g,t, s. 111.

[78] Josef Ackermann, Heinrich Himmler Als Ideologie, Musterschmidt, Göttingen 1970 , s. 224.

[79] Kemal Özcan, Kemal, Kırım Türklerinin Varoluş Mücadelesi: Kırım Dramı, Babıali Kültür Yayıncılığı, İstanbul, 2010, s. 27.

[80] Brian Glyn Williams, The Crimean Tatars: From Soviet Genocide to Putin’s Conquest, New York: Oxford University Press, 2016, s. 94, 95.

[81] Cemile Şahin, Rus Yayılmacılığına Bir Örnek: 1944 Kırım Türklerinin Sürgünü, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt: 8 Sayı: 39, 2015, s. 333.

[82] Abdulvahap Kara, Cengiz Dağcı ve II. Dünya Savaşında Türkistan Lejyonerleri, Anadolu Üniversitesi Türk Dünyası Uygulama ve Araştırma Merkezi-Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Türk Dünyası Uygulama ve Araştırma Merkezi, Uluslar arası Cengiz Dağcı Sempozyumu Bildiri Kitabı, Hazırlayanlar Nurcan Ankay, Deniz Depe, 16-17 Mayıs 2017, Eskişehir, s. 149.

[83] Caner Çakı, Yaşar Zorlu, Mustafa Karaca (2017). Türk Sinemasında Nazizm İdeolojisi: “Kırımlı” Filmi ve Göstergebilimsel Analizi, Sosyoloji Konferansları - Istanbul Journal of Sociological Studies. No: 56, 2017-2, s. 82.

[84] https://www.haberler.com/yasam/kirim-isgalinden-kacti-nazi-calisma-kampinda-5-5-8789214-haberi/ 

[85] Ayşe İdil Tanatar, Selen Saygun, Buse Yılmaz, Ali Yücel, Doruk Onat Yıldırım, Kırım'dan Türkiye'ye uzanan bir göç hikayesi: Nigar Settarova, İbrahim Mert Öztürk, HIST 200-9 (2019-2020 Spring) ; 7, Bilkent Üniversitesi, 2020. https://repository.bilkent.edu.tr/items/c10dc34a-cee3-42b5-95e6-86901a03d85c

[86] Şeyma Gürhan, a.,g.,t., s. 135.

[87] Patrik von zur Mühlen, a,g,e, s. 40.

[88] Alan Fisher, Kırım Tatarları, Selenge Yayınları, İstanbul, 2009, s. 234.

[89]  Kemal Özcan, Kırım Türklerinin Sürgünü, Türkler Ansiklopedisi C:20, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002, s. 206.

[90] SSCB İçişleri Bakanı ve Devlet Güvenlik Bakanının Emri için bkz. M.N. Guboglo-S. M. Çervonnaya, Krımskotatarskoye Natsional’noye Dvijeniye, C. II, Moskva, Rossiyskaya Akademiya Nauk, Tsentr po izuçeniyu Mejnatsional’nih Otnoflenii, İnstitut Etnologii i Antropologii im. N.N. Mikluho-Maklaya, 1992, s. 42,43. Ayrıca bkz. Krımski Tatarı 1944-1994: Statti, Dokumenti, Svidçennya Oçevidtsıv, Kiyiv, Ridniy Kray, 1995, s. 71,72.

[91] Kemal Özcan, Kırım Dramı, s. 64.

[92] Pogrujenı v Eşelonı i Otpravlenı k Mectam Poselenii, Haz. N.F. Bugay, İstoriya SSSR, No. 1, Moskva, 1991, s. 151.

[93] Kemal Özcan, Kırım Türklerinin Sürgünü ve Milli Mücadele Hareketi (1944-1990),  24 Nisan 2009, https://www.surgun.org/1944-surgunu/5-kirim-turklerinin-surgunu-ve-milli-mucadele-hareketi-1944-1990.

[94] Şeyma Gürhan, a,g,t, s. 159. Söz konusu nüfus sayımı neticesinde elde edilen bu rakama, savaştan önce Kırım’dan göç ederek ayrılan devlet ve parti kademelerinde görev almış kişiler ile aileleri, askere gidenler ve 1944 yılında “emek ordusu” adı altında seferberliğe çağrılanlar dâhil edilmemiştir.

[95] A. Seyitmuratova, Natsional’noye Dvijeniye Krımskih Tatar: Sobitiya, Faktı, Dokumentı, Akmescid (Simferopol), 1997, s. 3.

[96] Hande Gündüz, 18 Mayıs 1944 Sürgününden Sonra Kırım Türklerinin Sürgün Yerlerindeki Yaşamları, Aksaray Üniversitesi VI. Genç Tarihçiler Öğrenci Sempozyumu, 3 Mayıs 2019.

[97] Martin Oleksandr Kisly, Post-Traumatic Generation: Childhood of Deported Crimean Tatars in Uzbekistan (Posttravmatik Kuşak: Sürgün Edilen Kırım Tatarlarının Özbekistan’daki Çocuklukları), International Crimes and History, 2015, Issue: 16, ss. 71-93.

[98] Erşahin Ahmet Ayhün, Anılarla 18 Mayıs 1944 Sürgünü , Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, II, 2015, s. 98.

[99] “Deportatsiya: Beriya Dokladıvayet Stalinu”, Haz. N.F. Bugay, Kommunist, No. 3, Moskva, 1991, s. 109; Kemal Özcan, Kırım Türklerinin Sürgünü ve…,

[100] Bilgi için: Ercan Topçular, Stalin Dönemi ve Sürgüne Uğrayan Halklar, Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Orta Asya Türk Tarihi II Final Ödevi, Edirne, 2020; Selma İlkiner, Stalin Dönemi Sürgüne Uğrayan Halklar, https://www.academia.edu/43823438/Stalin_D%C3%B6nemi_S%C3%BCrg%C3%BCne_U%C4%9Frayan_Halklar

[101] Kamelya Tekne,  Sovyet Ordusunda Kırımlı Bir Türk: Ahmethan Sultan, Zeitschrift für die Welt der Türken, Cilt: 12, No. 2, 2020, ss. 81‐96.

[102] Nermin Eren, Kırım Türklerinin II. Dünya Savaşı’nda Sovyet Ordusundaki Yararlılıkları, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yakınçağ Tarihi Anabilim Dalı, İstanbul, 1988, s. 78, 79.

[103] Bozkurt’a göre ise, savaş sırasında Sovyetler Birliği kahramanlığını sembolize eden en değerli Sovyet madalyası “Altın Yıldız”ı almaya hak kazananlar arasında 9 Kırım Türkü de vardı. Giray Saynur Bozkurt, Kırım Tatarları ve Sürgün, Stalin ve Türk Dünyası, İstanbul, Kaknüs Yayınları, 2007, s.225.

[104] Ayla Göl, Sovyetler Birliği’nde Kırım Tatarlarının Yer Değiştirmesi Sorunu, Yüksek Lisans Tezi,Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslar arası İlişkiler Anabilim Dalı, Ankara, 1988, s. 45.

[105] Aybüke Güzay, a,g,t, s. 132.

[106] twirpx.com/file/2582670/ Османов Ю. Б. Исторические справки, страница 83

[107]  Крымскотатарское эго. //Коммерсант" https://www.kommersant.ru/projects/crimeantatars

[108] https://tr.wikipedia.org/wiki/Sovyetler_Birli%C4%9Fi%27nde_K%C4%B1r%C4%B1m_Tatarlar%C4%B1

[109] Demirhan Özüdoğru, II. Dünya Savaşı’nda Almanya’daki Rusya Mahkumu Türklerin Faaliyetleri, Yüksek Lisans Tezi, Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı, Balıkesir, 2016, s. 47.

[110] 40-50-e Godı: Posledstviya Deportatsii Narodov”, Haz. N.F.Bugay, İstoriya SSSR, No. 1, Moskva, 1992, s. 134.

[111] https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0smail_Bulatov

[112] Gulnara Bekirova, "Исмаил Булатов: Достоин награждения Крым.Реалии (Rusça), https://ru.krymr.com/a/28331726.html

[113]

[114] Mübeyyin B. Altan, “The Arabat Tragedy: Another Page from the “Surgun” https://www.iccrimea.org/surgun/arabat.htm; ayrıca bkz. V. Vozgrin, “Sürgünlük Siyaseti”, Yıldız, S: 4, 1991, s. 138. Öyle ki, sürgünden sonra Kırım’da Türk olarak sadece Hazar Türklerinin torunları olan 3301 Karaim Türkü kalmıştı: Bkz. Edige Kırımal, “Muhtelif Haberler”, Dergi, S. 48, Münih, 1967, s. 79; Kemal Özcan, Kırım Türklerinin Sürgünü ve Milli Mücadele Hareketi (1944-1990), 24 Nisan 2009, https://www.surgun.org/1944-surgunu/5-kirim-turklerinin-surgunu-ve-milli-mucadele-hareketi-1944-1990.

[115] Bilgi için: Osman Atalay, Kırım Tatarları, Mavi Alay Katliamını Unutma!, 18 Mayıs 2021, https://www.sde.org.tr/inceleme/kirim-tatarlari-mavi-alay-katliamini-unutma-analizi-22307

[116] Jonathan Otto Pohl, Kırım Tatarlarına Karşı Düzmece Vatana İhanet Suçlamaları, Çev. Selami Kaçamak. Emel Dergisi, Sayı 231, 2010.

[117] Ferdi Çiftçioğlu, II. Dünya Savaşı Sonrasında Türkiye’ye İltica Eden Rusya Müslümanları: Manisa Örneği, Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science Yıl: 5, Sayı: 29, Ekim 2018, s. 187.

[118] Andrew Dale Straw, Straw, Sahte Bir Tarihin İfşası: Stalin’in Kırım Tatarlarına Karşı Öne Sürdüğü İkinci Dünya Savaşı Esnasında “Toplu İhanet” Sahte Suçlamasının Ortaya Çıkışı ve Yayılması, Uluslararası Suçlar Ve Tarih, S: 16 (Mart 2015), ss. 19-44.

[119] https://www.sozcu.com.tr/kara-propaganda-wp7387048

[120] https://artekovetc.ru/press8.html

[121] Mustafa Kemal Yılmaz, Nazım Hikmet’in Kırım Ziyareti, 05.03.2014. https://sarapdumanlari.wordpress.com/2014/03/05/nazim-hikmetin-kirim-ziyareti/

[122] https://marksist.net/oktay-baran/kirim-ukrayna-ve-stalinizmin-gunahlari.htm

[123] Ayşe Hür, Radikal Gaztesi, 24.02.2014. https://www.duzceyerelhaber.com/ayse-hur/33233-stalin--naziler-ve-kirim-tatarlari

[124] İbrahim Hasanoğlu, “Sovyetler Birliği’nde 1944 Sürgünleri ve İnsan Kayıpları”, Bizim Ahıska Dergisi, No:40, 2015, s. 8.

[125] Özhan Öztürk,  Tatar Sürgünü ve Tatarların geri dönüş mücadelesi (1939-). https://ozhanozturk.com/2017/08/30/tatar-surgunu/

[126] Otto Pohl, The Deportation of the Crimean Tatars in the Context of Settler Colonialism (Yerleşimci Sömürgeciliği Bağlamında Kırım Tatar Sürgünü), International Crimes and History, 2015, Issue: 16, ss. 45-69.

[127] Seyfeddin Buntürk, Rus Türk Mücadelesi’nde Ahıska Türkleri, Berikan Yayınları, Ankara, 2007, s. 200.

[128] Breitman, D., Historical Analysis of 20 Name Files from CIA Records, April 2001, https://www.archives.gov/iwg/declassified-records/rg-263-cia-records/rg-263-report.html; Burds, J., The Soviet War against ‘Fifth Columnists’: The Case of Chechnya, 1942–4, Journal of Contemporary History, 2007, Vol 42(2), 267–314, https://justicefornorthcaucasus.com/genocide/pdf/Burds-FifthColumnists.pdf (Emir Öngüner, Reinhard Gehlen ve Örgütü Sovyet Türkleri’ni Stalin’in Zulmüne İten Nazi Generali Amerika’ya Nasıl Hizmet Etti? https://www.academia.edu/36510980/Reinhard_Gehlen_ve_%C3%96rg%C3%BCt%C3%BC_Sovyet_T%C3%BCrkleri_ni_Stalin_in_Zulm%C3%BCne_%C4%B0ten_Nazi_Generali_Amerika_ya_Nas%C4%B1l_Hizmet_Etti)

[129] Bilgi için: Yunus Ekici, İki Dünya Savaşı Arasında Gürcistan, Yüksek Lisans Tezi, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı, Elazığ, 2012.

[130] Mehmet Saray,  Türkiye ve Yakın Komşuları, AKDTYK, Atatürk Kültür Merkezi, Ankara, 2006, s. 210, 211.

[131] Vugar Akifoğlu, Sovyetler Birliği’nin Türk Dünyasına Yönelik Politikasında; Lavrenti Pavloviç Beriya (Лаврентий Павлович Берия), Erzincan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Yıl 16, Sayı 1, 2023, ss. 76-90

[132] Ali Sait Sönmez, Harun Bıçakcı, Cuma Yıldırım, Kırım sorunu bağlamında Rusya Ukrayna ilişkilerinin analizi, International Journal of Social Sciences and Education Research, 1 (3), 2015, s. 666.

[133] Gürkan Polat, 1943-1944 yıllarında Sovyetler Birliğinden Sürgün Edilen Halkların Sürgününün Geri Dönüş Düzenlemelerinin İncelenmesi: Ahıska, Kırım ve Karaçay-Malkar Sürgünleri Örnekleri, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı Uzmanlık Tezi, Ankara 2014. s. 116, 117.

[134] Kemal Özcan, Sürgündeki Kırım Tatarları Hakkında Ukrayna Arşivlerinde Yer alan (1954-1967 Dönemine Ait) Bazı Belgeler ve Değerlendirmeleri, Tarih Dergisi, S: 43, Haziran 2012, s. 170.

[135] Bahadır Bumin Özarslan, Soğuk Savaş Sonrasında Kırım’ın ve Kırım Tatar Türklerinin Statüsü, Uluslararası Hukuk ve Politika Dergisi, Cilt: 10, Sayı: 39, 2014, s.108.

[136] Madiya Altun, Uluslar arası İlişkiler Politikasının Belirlenmesinde Ulusal Kimlik Famtörü, Kırım Tatarları Örneği, Yüksek Lisans Tezi, Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslar arası İlişkiler Anabilim Dalı, Ağustos 2019,  s. 80.

[137] Aziz Tutsak, Hitler Almanyası’nın Yayılmacı Politikası ve İkinci Dünya Savaşı (1932-1945), Akademik Bakış Dergisi, Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler E-Dergisi, Türk Dünyası Kırgız – Türk Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sayı: 63 Eylül – Ekim 2017, s. 206.

[138] https://www.cia.gov/library/readingroom/document/519697e8993294098d50c4a1, https:// www.cia.gov/library/readingroom/document/519697e8993294098d50c471, https://www. cia.gov/library/readingroom/docs/CIA-RDP80-00809A000600330688-2. Türk gruplarının Münih’teki faaliyetleri için ayrıca bkz.: Ian Johnson, A Mosque in Munich. Nazis, The CIA, And The Muslim Brotherhood In The West, Houghton Miffl in Harcourt, Boston/New York 2010.

[139] Sibel Demirci, Münih’te Çıkarılan Antisovyet Yayınlardan İki Özgün Örnek Dergi Ve Kafkasya Dergileri, TAD, Cilt: 41, Sayı:71, 2022, s.517, 518.

[140] Sibel Demirci, a,g,m, s. 520.

[141] Sibel Demirci, Türk Siyasi ve Düşünce Hayatında Rusya Türkleri, Haziran 2020, Post Yayınları, İstanbul, s. 111.

[142] Sibel Demirci, Münih’te, s. 521.

[143] Enver Altaylı, Ruzi Nazar: CIA’in Türk Casusu, Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş., İstanbul, Şubat, 2013,  S. 320.

[144] https://ankaenstitusu.com/turkiye-cumhuriyeti-devleti-ve-dis-turkler-stratejisi/

[145] Cangül Örnek, 1950’li Yıllarda Abd ile Buluşma: Anti-Komünizm Modernleşmecilik ve Maneviyatçılık, Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Siyaset Bilimi ve Uluslar arası İlişkiler Anabilim Dalı Uluslar arası İlişkiler Bilim Dalı, İstanbul, 2010, S. 275, 276.

[146] Sibel Demirci, Münih’te, s. 522.

[147] Bilgi İçin: Özge Polat, Kırım Tatar Aydınlarından Dr. Edige M. Kırımal (1911-1980): Hayatı ve Eserleri, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Genel Türk Tarihi Bilim Dalı, İstanbul, 2020.

[148] Kemal Özden, Azerbaycan Lejyonu ve Abdürrahman Fatalibeyli’nin Faaliyetleri (1942-1954), XVIII. Türk Tarih Kongresi, X. Cilt, Türk Tarih Kurumu,s. 538.

[149] Onur Dikmeci, https://www.academia.edu/44674953/SO%C4%9EUK_SAVA%C5%9E_D%C3%96NEM%C4%B0NDE_%C4%B0T%C4%B0BAREN_T%C3%9CRK_S%C4%B0YAS%C4%B0_TAR%C4%B0H%C4%B0_Z%C4%B0H%C4%B0NSEL_D%C3%96N%C3%9C%C5%9E%C3%9CM_%C3%96ZEL_HARP_GLOBAL_KONSENSUSA_D%C4%B0RENME_M%C3%9CCADELELER%C4%B0

[150] Onur Dikmeci, a,g,m.

[151] Niyazi Berkes, Unutulan Yıllar, İletişim Yayınları, İstanbul, 1997, S. 207.

[152] Ekinci, 1997: 208 vd; Hostler, 1958: 266 Necdet Ekinci, Türkiye’de Çok Partili Düzene Geçişte Dış Etkenler. Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul, 1997, s. 208 vd; Charles W. Hostler, The Turks and Soviet Central Asia, Middle East Journal, Vol. 12, No:3, 1958, s. 266.

[153] Kemal Özcan, Hande Gündüz, Kırım Türklerinin Milli Hareketinde Yer Alan Bazı Kadınların Özbekistan’daki Faaliyetleri, Eurasian Academy of Sciences Social Sciences Journal , 2019, C: 24, ss: 1‐11. 

[154] Bilgi için: Ayşegül Aydıngün, İsmail Aydıngün, Kırım Tatarlarının Vatana DönüşüKimlik ve Kültürel Canlanma, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, 2004.

[155] Guboglo, M.N.-S.M. Çervonnaya, Krımskotatarskoye Natsional’noye Dvijeniye, C. II, Moskva, Rossiyskaya Akademiya Nauk, Tsentr po İzuçeniyu Mejnatsional’nih Otnoşenii, İnstitut Etnologii i Antropologii im. N.N. Mikluho-Maklaya, 1992, s. 254.

.

YAZARIN DİĞER YAZILARI