- Niye geldim ki ben buraya!
“Hâlikin nâ-mütenâhî adı var, en başı; Hak.
Ne büyük şey kul için, hakkı tutup kaldırmak.”
Her şey nasıl da bir pamuk ipliği üzre, arada gevşeyip salınsa da eni-sonu, koptu-kopacak bir gerginlikte hep.
Ne tutacak bir dal ne aldanmadan, kayıp gitmeden bağlanası bir yeri var insanın şu fenada, tekbir Allah’tan başka.
Allah’ın hesabı ise bambaşka!
Şu dünyanın kahrına da lütfuna da alışamadık bir türlü ya. Her şeyi bir kahır yahut lütuf görmek de içteki o bakışın tezahürü.
Nimetlerin kıymetini bilmeyene her şey kahır gelir; insan o halde kahrolurken, kıymet bilenin önüne, kahır gibi gelip-görünenin her biri de bir lütuftur esasen.
Her şeyimiz yarım ya da hiç başlanmamış. Artıklarla besleniyoruz sürekli…
Yediği-içtiği bir yana; lütuf da olsa kahır da görünse, hep o geçmişin ya da geleceğin artıkları duruyor önünde insanın.
Yunus’un “Muhabbet-i İlahi’nin artığına aşk diyorlar” demesi ile değil, o bir yanda olduğu gibi durur öylece ve hep var gönülde o da…
Asıl üstüne yapışıp kalmış intizar artıkları ile sürünüyor hayat; geçmişin ve geleceğin o artıkları yoruyor bedeni…
Harabeler, yıkıntı ve enkaz üzerinde vuruyor kalp atışlarımız. Gönlümüzün direğinde derman kalmadı; en güçlü en dayanıklı kaslarla yapılandırılmış olsa da eriyip gidiyor kalbimiz de gün gün o yüzden.
İntizarı billur bir kalbe salsalar erir, kararır gider o billur tas da.
Neyin değil, hem geçmişin hem geleceğin intizarı ile nefes alıp vermekte hep hakkı bilen.
Kalbe çöken hüzünden, yere düşen yüzünden, olmadıysa yeryüzünden sıyrılıp hakka dayan, hakka güven, hakka inan…
Ki o halde;
Ne yapsan, ne desen ne söylesen haklısın..
Ve…
İşin doğrusuna bak; hakta mısın!
Kahrederek “niye geldim ki ben buraya” yahut “ne işim var burada benim” dese de demlese de bambaşka, kopkoyu hasretlerle o kahrı, dünya haliyle bir geliş gelmiş ve o gelişle, o deyişle ta başından bitip tükenmiştir göz yaşlarıyla...
İnsandır, hüsrandadır!..
“Hani, Ashâb-ı kirâm, ayrılalım, derlerken,
Mutlaka Sûre-i ve’l-Asr’ı okurmuş, bu neden?
Çünkü meknûn o büyük sûrede esrâr-ı felâh;
Başta îmân-ı hakîkî geliyor, sonra salâh.
Sonra hak, sonra sebat. İşte kuzum insanlık.
Dördü birleşti mi yoktur sana hüsrân artık” diye, felahın sırrına da 4 bileşenle, “Ne büyük şey kul için hakkın elinden tutmak!” deyip de sonra işaret eder böyle Akif ya!..
Hayy esması ile akan gözyaşına bak da gör o hakkı felahı bir de.
Taşın-toprağın, yerin-göğünkine de eyvallah amma…
İnsandan gayri bir de atın ve köpeğin nasibinde ise gözyaşları ve başka bir şeyde de yoksa eğer, sendekiyle beraber o kıtmirlerle atları da gözyaşından mahrum bırakmayana bin şükür.
Güle güle akandan değil, Rezzak’ın rahmetiyle insanın kanından fışkırıp, Aziz’e samimiyetle yaşaran yakaran gözdedir o Hay da…
Gözden düşeni de güzelleştiren o süzülen kan değilse ne.
İtin-oynaşın değil, kahraman atların nasibidir kahramanları sırtlamak da… O ağır yüke de yüklenene de bin selam; haset-kin-kibir olmayana da…
Ve ne bir at ne bir kahraman değil de sana düşen de heybeni sırtlanmak ise düş yola, var git, sen de bir hak yoluna.
-
Tercihleriyle yücelir ya da düşer ya insan…
İnsan, tercihlerinin şahı ya da kurbanı olur bazan ve insan, bazan başka tercih ve başkalarının tercihlerinin şahı yahut kurbanı.
*
Dedi ya ki ‘Efe’m de;
“Vefâsı var mıdır gör kim sana bu çarh-ı devrânın
;
Geçer bir lahzada rü’yâ misâli ömrü insânın.”
Sana kahır gelen başkasına lütufsa, sen o kahrı da kendine lütuf bil.
Sen kendini kendinden terketmeye savaş.
.
Yunus Fırat, dikGAZETE.com