?>

Kadim Türk Devleti ve Hoca Ahmed Yesevi’nin kurduğu ‘Saçlı İşan-Laçiler’ (İki dilde yazılmıştır: TR-EN)

Emrah Bekçi

2 gün önce

Kadim Türk Devleti ve Hoca Ahmed Yesevi’nin kurduğu “Saçlı İşan-Laçiler” & The Ancient Turkish State and the “Saçlı İshan–Laçiler” Order Founded by Hoca Ahmed Yesevi

(İki Dilde Yazılmıştır. TR-EN)

Tarih sahnesine milattan önceki yüzyıllarda çıkan Türkler, yalnızca savaşçı kimlikleriyle değil, aynı zamanda kurdukları disiplinli devlet yapıları, töreye dayalı yönetim anlayışları ve özgün medeniyet anlayışlarıyla da dikkat çekmiştir. “Kadim Türk Devleti” denildiğinde, genellikle bu uzun tarihsel sürecin kökenlerine, özellikle de Orta Asya bozkırlarında şekillenen ilk siyasi ve kültürel yapılara atıfta bulunulur.

Türklerin bilinen ilk büyük devletlerinden biri, milattan önce 3. yüzyılda kurulan Büyük Hun İmparatorluğudur. Çin kaynaklarında “Hiung-nu” olarak geçen bu devlet, ilk defa bir Türk topluluğunu merkezi bir idare altında toplayarak siyasi bir bütünlük sağlamıştır. Mete Han zamanında ordu teşkilatı, “onlu sistem” ile yapılandırılmış, disiplinli ve stratejik bir savaş gücü oluşturulmuştur. Bu dönem, aynı zamanda “kut” anlayışının, yani hükümdarın Tanrı tarafından seçildiğine inanılan meşruiyetin ilk şekillendiği zamanlardır.

Hunlardan sonra gelen Göktürkler (Köktürkler), 6. yüzyılda kurdukları devletle Türk adını ilk kez resmi bir devlet unvanı olarak kullanmışlardır. Orhun Yazıtları’nda yer alan Bilge Kağan, Tonyukuk ve Kül Tigin yazıtları; sadece birer siyasi beyan değil, aynı zamanda bir milletin hafızası ve özgüveninin ifadesi olmuştur. Bu yazıtlarda “Türk Milleti”ne doğrudan hitap edilmesi, devletin halkla kurduğu bağı ve ortak aidiyet duygusunu yansıtır.

Kadim Türk devlet anlayışında töre, yazılı kanunlardan çok daha köklü ve bağlayıcıdır. Töre; adalet, eşitlik, sadakat, merhamet ve özgürlük gibi evrensel değerleri barındırır. Hakan, bu töreye uygun hareket etmek zorundadır. Aksi hâlde halkın desteğini yitirir. Bu yönüyle Kadim Türk Devleti, merkezî bir otoriteye sahip olmasına rağmen, istişareye dayalı bir yönetim biçimi de benimsemiştir. Kurultaylar, hakanın tek başına değil, beylerle birlikte karar aldığı yerlerdi.

Kadim Türk Devletleri göçebe yaşam tarzını benimsemekle birlikte, hiçbir zaman düzensiz ya da başıboş bir toplum yapısı kurmamışlardır. Aksine, atlı göçebe kültür; hız, esneklik ve güçlü bir stratejik zekâyı da beraberinde getirmiştir. Bu özellik, Türklerin büyük coğrafyaları yönetebilmesine ve uzun mesafelerde etkin olabilmesine imkân tanımıştır.

Devletin temeli, aileden başlar. Oğuş (aile), urug (soy), boy (aşiret), budun (millet) ve il (devlet) şeklindeki hiyerarşik yapı, toplumun her kesimini kapsar ve yönetime katılımı sağlar. Bu yapı, sadece siyasi değil, aynı zamanda sosyolojik bir dayanışma modelidir.

Kadim Türk Devleti’nin temel kurumlarından biri de “ordu”dur. Ordu, sadece bir savaş gücü değil, aynı zamanda bir eğitim ve disiplin alanıdır. Türkler için savaşçılık bir meslek değil, bir yaşam biçimidir. Bu anlayış, Türk devletlerinin yıkılsa bile kısa sürede yeni devletler kurabilme yeteneğini açıklayan en önemli faktörlerden biridir.

Kadim Türk Devlet geleneği, tarih boyunca çeşitli coğrafyalarda yeniden vücut bulmuştur: Uygurlar, Karahanlılar, Gazneliler, Selçuklular ve Osmanlılar gibi büyük devletler, bu kökenden beslenmiş; “kut”, “töre” ve “il” anlayışını kendi dönemlerinin şartlarına göre yeniden yorumlamışlardır.

Kısaca anlatmak gerekirse, Kadim Türk Devleti yalnızca bir siyasi yapı değil, aynı zamanda yüksek bir medeniyetin ve dünya görüşünün taşıyıcısıdır. Bu devlet geleneği, adalet ve özgürlük dengesini gözeten, halkı merkeze alan, fakat aynı zamanda Tanrısal meşruiyete dayanan bir yönetişim modelidir. Bugün dahi bu anlayış, Türk milletinin hafızasında derin izler taşıyıp, yaşamaktadır.

Günümüzde az bilinen veya bilinmemesi için üzeri küllenen tarihsel bir yapılanma vardır. Bu yapılanma Türklerin İslam’ı kabulünden sonra, Hoca Ahmed Yesevi tarafından kurulup, usul ve esasa bağlanmış; günümüzde Anadolu’nun dahilinde ve Balkanlarda ilk kurulduğu mistik ve kadim yapısı ile yaşamaktadır.

Bu kadim yapının perde arkası şu şekilde oluştu: Orta Asya’nın uçsuz bucaksız bozkırlarında İslamlaşma süreci, yalnızca fıkhi ya da medrese temelli değil, aynı zamanda halkın manevi dünyasına dokunan derin bir tasavvufi damar üzerinden ilerlemiştir. Bu damar, Hoca Ahmed Yesevî ile birlikte ete kemiğe bürünerek “Yesevîlik” adıyla anılacak olan bir irfan yolu oluşturmuş, zamanla çeşitli tasavvufî gelenekleri de içinde barındırarak geniş bir coğrafyaya yayılmıştır. Bu manevi hareket içinde yer alan ve halkla doğrudan temas halinde olan özel bir grup ise “Saçlı İşanlar” ve onların manevi yardımcıları olan “Laçiler” olmuştur.

“İşan” kelimesi, Orta Asya sufîlik geleneğinde şeyh, mürşid veya pir anlamında kullanılagelmiştir. Ancak “Saçlı İşanlar” tabiri, bu kişilerin yalnızca birer tasavvuf büyüğü değil, aynı zamanda toplumda sembolik, estetik ve hatta kültürel anlamlar taşıyan figürler olduğunu göstermektedir. “Saçlı” nitelemesi, bu işanların zahidane yaşam tarzlarına ve dış görünüşlerine işaret eder. Zira bu kişiler, saçlarını ve sakallarını uzatarak hem toplumsal normların dışında bir zahid kimliği taşımışlar hem de halkın gözünde bir nevi kutsiyet kazanmışlardır. Bu sembolik tavır, aslında yalnızca bireysel bir farklılık değil, aynı zamanda bir mesajdır: Dünyevî olandan el çekmişlik ve içsel bir arınma hali.

Saçlı İşanlar’ın esas görevi, halka dinî-manevî rehberlik etmek, hikmet öğretmek ve zikir halkaları yoluyla bireyleri nefs terbiyesine yönlendirmekti. Onlar, Hoca Ahmed Yesevî’nin Divân-ı Hikmet’inde sıkça işaret edilen “içtenliğe dayalı irşad” anlayışının taşıyıcılarıydı. Bu kişiler, çoğu zaman medreseli değildi; yazılı bilgiden çok yaşanmış irfana sahiptiler. Dağ köylerinde, pazar meydanlarında, kervan yollarında halka sohbet eder, hikmetli sözlerle gönüllere dokunurlardı. Onlar için esas olan, “ilimle amel etmek” değil, “ilimle hallenmek”ti.

Bu işanların çevresinde ise “Laçiler” adı verilen genç dervişler bulunurdu. Laç, kelime olarak bağ, ilişki ya da kuşak anlamlarına gelse de burada bir tür “manevî yoldaşlık” görevini üstlenen kişi anlamında kullanılır.

Laçiler, Saçlı İşanlar’a hizmet eder, onların sohbetlerinden feyz alır, ihtiyaçlarını giderir, bazen de işanın iradesiyle köy köy dolaşarak halkı irşada çalışırlardı. Bu gençler, Saçlı İşanlar’ın nezdinde birer talip değil, birer “yol eri” idiler. Zamanla bu eğitim sürecinde olgunlaşır, kendi mürşitlik vasfını kazanarak başka bölgelerde yeni halkalar oluştururlardı.

Bu yapı, sadece manevî bir yol değil, aynı zamanda sosyal bir düzen önerisiydi. Özellikle Moğol sonrası dönemlerde devlet otoritesinin zayıfladığı, toplumun kararsız ve huzursuz olduğu zamanlarda, Saçlı İşanlar ve Laçiler halkın moral merkezleri hâline geldiler. Onlar birer hukuk adamı değil, gönül ehliydiler. Kimi zaman bir hastaya şifa niyetiyle dua eder, kimi zaman aşiretler arasında barış sağlamak için arabuluculuk yaparlardı. Onların kurduğu tekkeler, yalnızca zikir yerleri değil, aynı zamanda bilgi, dayanışma ve kültürel üretimin merkezleri idi.

Zaman içinde bu gelenek Anadolu’ya da taşındı. Bizler Anadolu’da onları: Yûnus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli, Âhi Evran, Şeyh Edebali, Tursun Fakih; Balkanlar’da Otman Baba, Demir Baba vs. olarak isimlerini bildik.

Anadolu’da en bariz şekli ile Yesevîlik eksenli dervişlik anlayışı, Anadolu’nun İslamlaşma sürecinde Bektaşîlik, Kalenderîlik ve Haydarîlik gibi yollarda yeniden şekillendi. Bu dönüşümde “Saçlı İşan” tipi, özellikle Babaî isyanları ve Osmanlı öncesi halk dervişliği üzerinde önemli etkiler bıraktı. Ancak bu figür, Anadolu’da daha çok “Abdalan-ı Rum” devlet düşman tarafından tehlikeye girince “Gâziyan-ı Rum” ya da “elifi görünce secde eden erenler” olarak tezahür etti. Saç sembolizmi ise Alevî-Bektaşî geleneğinde olduğu gibi, “pir saçı” gibi ritüellerle yaşamaya devam etti.

Bugün bu gelenek büyük ölçüde tarihe karışmış gibi görünse de Anadolu’da sessizlik içinde ve Orta Asya halkları arasında hâlâ “işan” sözcüğü saygıyla anılır. Laçlık ise, pek çok yerde dervişlik ve hizmet ehli olma anlamını korumaktadır. Bu iki kavram, yalnızca bir tarikat yapısını değil, aynı zamanda halkla iç içe geçmiş bir manevî hayat tarzını ifade eder. Saçlı İşanlar ve Laçiler, dünyevî iktidarın değil, gönül coğrafyasının temsilcileri olarak, hâlâ kültürel hafızamızda yerlerini korumaktadırlar.

Günümüzde kadim Türk Devlet anlayışı içerisinde bu törenin akil bir yapı olduğu düşünülmektedir…

“Ne Mutlu Türk’üm Diyene!”

.

Emrah Bekçi, dikGAZETE.com

***

EN

The Ancient Turkish State and the “Saçlı İshan–Laçiler” Order Founded by Hoca Ahmed Yesevi

The Turks, who emerged on the stage of history in centuries before Christ, attracted attention not only with their warrior identities but also with their disciplined state structures, governance based on töre (sacred customary law), and unique civilizational vision. When we refer to the "Ancient Turkish State," we generally point to the roots of this long historical process, particularly the early political and cultural structures shaped in the steppes of Central Asia.

One of the first great known Turkish states was the Great Hun Empire, founded in the 3rd century BCE. Known in Chinese sources as the "Hiung-nu," this state brought together Turkish tribes under a centralized administration for the first time. During the reign of Mete Han, the military organization was structured according to the "decimal system," creating a disciplined and strategic army. This period also marks the emergence of the concept of "kut"—the belief that the ruler’s legitimacy was divinely sanctioned.

Following the Huns came the Göktürks, who in the 6th century established a state and officially used the name "Turk" as a state title for the first time. The Orkhon Inscriptions—those of Bilge Kağan, Tonyukuk, and Kül Tigin—are not merely political declarations but serve as the collective memory and self-confidence of a nation. The direct address to the "Turkish Nation" in these inscriptions reflects the state’s connection with its people and a sense of shared identity.

In the Ancient Turkish state system, töre held more weight than written laws. Töre embodied universal values such as justice, equality, loyalty, compassion, and freedom. The khan was obliged to act in accordance with this töre. Otherwise, he would lose the people’s support. In this sense, despite its central authority, the Ancient Turkish State also adopted a consultative style of governance. Councils, or Kurultay, were assemblies where decisions were made collectively with the participation of beys, rather than by the khan alone.

Although Ancient Turkish states practiced a nomadic lifestyle, they never established disorderly or unstructured societies. On the contrary, the equestrian nomadic culture brought agility, adaptability, and strategic acumen. These traits enabled Turks to govern vast territories and remain effective over long distances.

The foundation of the state began with the family. The hierarchical structure of oguš (family), urug (clan), boy (tribe), budun (people), and il (state) encompassed all segments of society and ensured participation in governance. This was not only a political structure but also a model of sociological solidarity.

One of the core institutions of the Ancient Turkish State was the military. The army was not only a force of war but also a domain of education and discipline. For the Turks, being a warrior was not a profession—it was a way of life. This understanding explains the Turks’ ability to reestablish new states swiftly, even after the fall of old ones.

The tradition of the Ancient Turkish State reemerged in various regions over time: states such as the Uighurs, Karakhanids, Ghaznavids, Seljuks, and Ottomans were all nourished by this legacy. The concepts of kut, töre, and il were reinterpreted according to the circumstances of their times.

In summary, the Ancient Turkish State was not merely a political structure, but a carrier of a high civilization and a unique worldview. This tradition embodied a governance model that balanced justice and freedom, placed the people at the center, and was rooted in divine legitimacy. Even today, this ethos leaves a deep imprint on the collective memory of the Turkish nation.

In modern times, there exists a historical structure that is either little known or deliberately obscured. After the Turks adopted Islam, a new formation emerged, institutionalized by Khoja Ahmed Yasawi. Today, it continues to exist in its original mystical and ancient form within Anatolia and the Balkans.

This hidden structure unfolded as follows: In the vast steppes of Central Asia, the process of Islamization was not limited to jurisprudence or madrasa-based theology—it was also deeply tied to a spiritual current that touched the souls of the people. This current took form with Khoja Ahmed Yasawi and became a spiritual path known as “Yasawism,” eventually spreading across a vast geography and incorporating various Sufi traditions. Within this spiritual movement, a special group emerged known as the Saçlı İşans (Hairy Ishans), accompanied by their spiritual aides, the Laçs.

The word “Ishan” in Central Asian Sufi tradition means sheikh, spiritual guide, or saint. However, the term Saçlı İşan suggests that these figures were not merely spiritual leaders but also carried symbolic, aesthetic, and cultural significance. The term "saçlı" (hairy) referred to their ascetic appearance—they grew out their hair and beards, embodying a symbol of renunciation from worldly attachments. This visual statement conveyed a message: withdrawal from the material and an inner purification.

The primary role of the Saçlı İşans was to guide people spiritually, teach wisdom, and lead individuals toward self-discipline through remembrance (dhikr). They upheld the principle of “sincere guidance,” as emphasized in Yasawi’s Divan-i Hikmet. Often untrained in formal madrasas, they relied on lived spiritual knowledge rather than written scholarship. In mountain villages, market squares, and caravan routes, they would share wisdom and reach into hearts with their soulful words. For them, it was not about “knowledge in action,” but about “knowledge in transformation.”

Surrounding these İşans were young dervishes called Laçs. While laç linguistically means bond or connection, in this context it denoted a spiritual companionship. These Laçs served their İshan mentors, absorbed their teachings, and sometimes traveled to villages to offer spiritual counsel. They were not mere students, but “devotees of the path.” Over time, they matured and eventually became guides themselves, forming new circles of influence.

This structure was not merely a mystical path but also a proposal for a social order. Especially in the aftermath of Mongol invasions—during periods when state authority weakened and societies grew uncertain—the Saçlı İşans and Laçs became moral anchors for the people. They were not judges of law, but masters of the heart. They healed the sick with prayers, reconciled feuding tribes, and offered wisdom during crises. Their tekkes were not just spaces for dhikr—they were centers of knowledge, solidarity, and cultural production.

In time, this tradition spread to Anatolia. There, we came to know them by names like Yunus Emre, Haji Bektash Veli, Ahi Evran, Sheikh Edebali, Tursun Fakih—and in the Balkans, as Otman Baba and Demir Baba. In Anatolia, Yasawism-inspired dervishhood transformed into paths such as Bektashism, Kalenderism, and Haydarism. The figure of the Saçlı İşan deeply influenced early Turkish mysticism, particularly during the Babai rebellions and the pre-Ottoman folk Sufi movement. In Anatolia, they appeared under names like Abdalân-ı Rum, Gāziyān-ı Rum, or “saints who prostrate upon seeing the letter Elif.” The symbolism of hair continued in the form of “pir saç” (saintly hair) rituals, especially in Alevi-Bektashi traditions.

Though this tradition may seem mostly lost today, the word Ishan is still spoken with reverence across Central Asia. The role of Laç, too, endures in many places as a symbol of dervishhood and spiritual service. These two concepts represent not only a spiritual order but a heartfelt way of life intertwined with the people. Saçlı İşans and Laçs remain in our cultural memory as emissaries of the heart—not of worldly power, but of spiritual geography.

Today, within the framework of the Ancient Turkish State tradition, this sacred heritage is considered a wise and foundational structure…

“How happy is the one who says: I am a Turk!”

.

Emrah Bekci, dikGAZETE.com

**

Okuyucunun Konuyla ilgili istifade edebileceği kaynaklar:

Sources the Reader May Benefit from on the Subject:

Ahmed, S. The Sufis of Central Asia.

Ahmed, S. Er-Risâletü’l-Ahmediyye.

Ahmet Yesevî Üniversitesi Yayınları.

Ayhan, Y. Osmanlı’dan Günümüze Alevîlik. Ankara: İmge Kitabevi.

Barthold, V. Orta Asya Türk Tarihi.

Barthold, V. V. Orta Asya Türk Tarihi Üzerine Dersler. Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1997.

Bursevî, İ. H. Ruhü’l-Beyân.

Cahen, C. İslamiyet ve Türkler.

Cahen, C. Ortaçağ’da İslam ve Halk Dindarlığı.

Cl. Huart. Türklerde Dinî Hareketler (çev. Ş. Çağlar). Ankara.

DeWeese, Devin. Islamization and Native Religion in the Golden Horde. Pennsylvania State University Press, 1994.

DeWeese, D. Islamization in the Golden Horde.

DeWeese, D. Women in Sufi Practice.

During, J. Sufism and Saints in Central Asia.

Dursun, T. Dinler Tarihi Notları.

El-Kardâvî, Y. Tasavvuf ve Şeriat.

Esin, K. (2020). “Orta Asya’da İşanlık Müessesesi ve Rolü”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi.

Esin, K. Orta Asya’da İşanlık Geleneği.

Esin, K. “Orta Asya’da Zikir ve Hikmet Geleneği”.

Faroqhi, S. (2001). Osmanlı’da Kentler ve Kentliler. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.

Grousset, René. Bozkır İmparatorluğu: Hunlar, Avarlar, Göktürkler. Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2005.

Gazali, İ. İhya-u Ulûmiddin.

Genç, R. Orta Asya Türk Kültür Tarihi.

Gölpınarlı, A. Tasavvuf Tarihi.

Gölpınarlı, A. (1982). Tasavvuf. İstanbul: Remzi Kitabevi.

Gölpınarlı, A. Tarikatlar Tarihi.

Gökalp, Z. Türk Töresi ve Halk Dini Üzerine Notlar.

İbn Battuta. Seyahatname.

Jâmî, A. Nefehâtü’l-Üns.

Kafesoğlu, İbrahim. Türk Milli Kültürü. Ötüken Neşriyat, 2005.

Kafesoğlu, İbrahim. Türk-İslam Medeniyeti. Ötüken Neşriyat, 2000.

Kabaklı, A. (2000). Türk Edebiyatı (Cilt 1–2). İstanbul: Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları.

Karlığa, B. İslam Düşünce Atlası.

Kılınç, E. (2020). “Orta Asya’da İşanlık Müessesesi ve Rolü”, *Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi.

Kılınç, E. Orta Asya’da İşanlık Geleneği.

Kılınç, E. “Orta Asya’da Zikir ve Hikmet Geleneği”.

Köprülü, M. F. (2003). Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar. İstanbul: Diyanet Vakfı Yayınları.

Köprülü, M. F. (1991). Anadolu’da İslamiyet. Ankara: Diyanet İşleri Yayınları.

Köprülü, M. F. (1986). Türk Edebiyatı Tarihi. Ankara: Türk Tarih Kurumu.

Melikoff, I. (1999). Uyur İdik Uyardılar: Alevîlik-Bektaşîlik Araştırmaları. İstanbul: Cem Yayınları.

Melikoff, I. Uyur İdik Uyardılar.

Maturidî. Te’vîlâtü’l-Kur’ân.

Ocak, A. Y. (1998). Zındıklar ve Mülhidler: Osmanlı'da Marjinal Sûfîlik (15.-17. yüzyıllar). İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.

Ocak, A. Y. (2012). Türk Sufîliği: Tasavvufun Sosyal ve Kültürel Tarihi Üzerine Makaleler. İstanbul: İletişim Yayınları.

Ocak, A. Y. Türkler, Türkiye ve İslam.

Ocak, A. Y. Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler.

Ocak, A. Y. Türk Sufiliği ve Halkla İlişkisi.

Ocak, A. Y. İslam-Türk İnançlarında Dönüşüm.

Ocak, A. Y. Bektaşîliğin Sosyal Kökenleri.

Ögel, B. (1971). İslamiyet’ten Önce Türk Kültür Tarihi. Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.

Renard, J. (2008). Friends of God: Islamic Images of Piety, Commitment, and Servanthood. Berkeley: University of California Press.

Renard, J. Historical Dictionary of Sufism.

Roux, J.-P. Türklerin ve Moğolların Eski Dini.

Roux, J.-P. Orta Asya’da Derviş Kültürü.

Schimmel, A. (2001). Tasavvuf: İslam'ın Mistik Boyutu (çev. E. Özdamar). İstanbul: Kabalcı Yayınları.

Schimmel, A. Islamic Mysticism in Turkic Cultures.

Schimmel, A. Mystical Dimensions of Islam.

Schimmel, A. İslam’ın Mistik Boyutları.

Serahsî, M. Hanefî Fıkıh Kaynakları.

Tekindağ, Ş. Eski Türklerde Dini Hayat.

Togan, Z. V. Umumi Türk Tarihine Giriş.

Topaloğlu, B. Tasavvuf ve Dervişlik Gelenekleri.

Uludağ, S. Tasavvuf Terimleri Sözlüğü.

Yalçınkaya, A. (2007). Osmanlı’dan Günümüze Alevîlik. Ankara: İmge Kitabevi.

Yesevî, H. A. Divân-ı Hikmet.

Zarcone, T. (2010). Sufi Spirituality in Turkey*. Routledge Sufi Studies Series.

Zeki Velidi Togan. Umumi Türk Tarihine Giriş.

Ziya Gökalp. Türk Töresi ve Halk Dini.

YAZARIN DİĞER YAZILARI