?>

Jakoben diktatör Maximilien Robespierre

1 yıl önce

1794 yılındayız, Fransa’nın başkenti Paris’te, Seine Irmağı yanında bulunan Fransis Consiergerie Hapishanesi, Avrupa’nın en görkemli krallığını, proleteryanın (Alt Sosyal Sınıf) gücüyle yıkan, Cumhuriyetçi, Devrimci, Eşitlikçi, Özgürlükçü, “Incorruptible” (Bozulmaz, satın alınamaz, yıkılmaz) Robespierre’i ağırlıyordu.

Hücre rutubetli, fareler cirit atmaktadır.

Robespierre’in boynu Giyotin için hazırlanmakta, saçları kesilmektedir.

Yarattığı devrimle, fakir ve çaresiz ‘proleterya’ya eşitlik, özgürlük ve insan haklarını vermişti, oysa ne acıdır, devrim, kuraldır, ilk, hep kendi çocuklarını yer.

Tarih, “Terör”ü Robespierre’in alnına yazdı.

Jakoben” (Tepeden inme, dayatmacı, devrimci “demokrat”) ve “Robespierre” eş anlamlı olarak anıldı.

Yakalama emrinden önce, ‘Giyotin’le öldürülmektense, silahı ağzına dayamış ve tetiği çekmişti, isabet ettiremedi, ıskaladı, dağılan çenesini, bezle sararak tutturdular.

İnfaz memurları; Gardiyanlık, Dostoyevski’ye göre irade kırıcılıktır. Mahpus, tutsak ne isterse onu yok ederler, oksijen mi istiyor ormanı yakarlar, güneş görmek mi istiyor pencerelere tuğla örerlerdi, ruhun direncini yıkmak için en ufak ışık tanesinin dahi girmesine tahammülleri yoktur.

Bir hafta boyunca hücrede iradesini kırmaya çalıştılar, olmadı.

Giyotine götürmek için geldiler, kollarından sert bir şekilde sürüklediler; bir zamanlar Avrupa’nın gördüğü en kanlı devrimini patlatan, bakışları ile bile herkesi korkutmaya yetecek kadar güçlü adamın, “Bozulmaz Robespierre”in, ruhunu kıramadılar belki ama bedeninden sonsuza dek kurtulacaklardı.

28 Temmuz 1794.

Cellat, kolunu kaldır!..

Burada, şimdi her zamanki gibi “Uzay Zaman”ı biraz daha geriye, başlangıca sarıyoruz…

15 yaşında olan XVI. Louis, asosyal, şişman, utangaç ve saf biriydi. Hiçbir kararı kendisi alamaz, mutlaka ikna edilmesi gerekmekteydi.

Saray kuralıdır, kendisinden sonra tahta geçmek üzere bir erkek evlat getirmek zorundadır.

Evlendirilir, gelin Avusturya İmparatoriçesi Maria Theresa'nın kızı Marie Antoinette’dir.

Liderlik vasfı olmayan Louis, Avusturya Hanedanı ile evlilik yollu birleşerek, aralarındaki husumetin ortadan kalkması sayesinde politik olarak rahatlıyordu.

Fakat Marie Antoinette ergendir, saray adetlerini bilmiyor, kocasının ve ailesinin ilgisini çekmeye çalışıyordu.

Bu yolla aşırı kıyafetler giyiyor, saçlarına saatler sürecek bakım yaptırıyordu. Meyveleri ve pahalı mücevherleri saçlarına yerleştirme işlemi bazen günde 7 saati aşıyordu, abartılı olduğunu düşünemiyor, çağın modasını elinde tuttuğuna seviniyordu.

Güç, lüks ve şatafat delisiydi.

7 Yıl Savaşları kaybedilmiş, Britanya ile Kuzey Amerika’daki savaş, kötü yönetim, maliyenin kaynaklarını hızla harcaması, proleteryayı bitkin düşürmüş ve sefil bırakmıştı.

Salgınlarda ölenler bir yana, sokaktan yiyecek toplayanlarla dolup taşan Fransa’da nüfus, besinsizlikten hızla gerilemekteydi.

Fransa’da hem Krallık hem de Soylular yozlaşma, bozulma, değer yargılarının tükenişi ile ahlaken çöküşte fakat imtiyazlarından, zevklerinden mahrum kalmamaktadır. Proleteryanın sefalet içinde olması onları etkilemiyordu.

Bu sırada Paris’te burjuvazi, “Aydınlanmacılar”la birlikte yer altına iniyor, Rönesans ve Reform Hareketlerinden bu yana gelişen Aydınlanma düşünceleri, bilgiyi sorgulamalarına sebep oluyor, bilgiyi kendi kendilerine üretiyorlardı.

Soyluların ve Rahiplerin elindeki bilgi tekeli kırılıyordu.

Aydınlanmacılar boş durmuyor bilgiyi paylaşarak çoğaltıyor, ülkenin hemen her yerinde aydınlanma düşüncesi, sürüyü onların etrafına kümeliyor, etkiyi tabana yayıyordu.

Voltaire, Montesquieu ve Rousseau fikirlerinden özellikle etkileniyorlardı.

Bunlar, özgürlük ve eşitliğin bireyin elinde olduğunu, bunu kontrol altına alırsa kişinin seçme özgürlüğü ile egemenliği kendilerinin belirleyeceğini, eşitliği söylüyordu.

Bu durum hiç beklenmedik bir şekilde sadece Krallığın değil, Soyluların ve Aristokratların da refah seviyesini etkileyecek, rahatını kaçıracaktı.

Kral Louis, Paris kentine Kraliyet arabası ile gelmişti.

Karşılama komitesinde, gelecek vaat eden genç hukuk öğrencisi Maximilien Robespierre bulunmaktaydı.

Latince methiyeler diziyor, etkileyici ses tonu ve büyüleyici hitabetiyle soyluların ve din adamlarının gözlerini üzerine çekiyordu, fakat Kral, göz ucuyla da olsa bakmayacaktı, kaderin acı cilvesidir, kader, onları, karanlık şartlarda, birini ötekinin celladı olarak yeniden bir araya getirecekti.

Robespierre, Paris’te Saint Honore caddesindeki Jakoben manastırında “Anayasa Dostları Derneği”ni canlandırarak harekete geçiriyordu.

İlerde göreceğimiz Sans Culottes’in liderlerinden, Siyaset Teorisyeni ve Hekim Jean-Paul Marat ise “Halkın Dostları” derneğini kuracaktı…

Dernekler çağıydı ve Jakoben Örgütleri, ilerde iktidarı ele geçirecekti.

Aydınlanmacıların fikirlerinden etkilenen Burjuvazi (İşadamları) yanına Proleteryayı ve işçi sınıfını alarak, kendi kontrolünde yönetim oluşturmak için harekete geçti.

İç karışıklığın ülkenin hemen her yerine sıçradığını öğrenen Kral Louis, Genel Meclis’in toplanmasını istedi. Fakat asıl sebep, vergilerin arttırılmasıydı; Kral, toplumsal hareketin Proleterya desteğinden mahrum kaldığını ve zor yoluyla bastırabileceğini düşünüyordu.

Meclis Soylular, Din adamları Halktan (Alt sınıf) oluşuyor, halkın temsil oranı yüzde 3 civarındaydı.

Temsilde adalet olmadığı gibi halkın, vergileri kaldıracak durumu da yoktu.

Burjuvazi Yönetimi, soylu ve rahiplerin imtiyazlarının onlar için de getirilmesini istediği (Proleterya umurlarında değildi) için Meclis’te Reform istiyordu.

Burjuvazi, temsili bahane ederek Meclis’te karışıklık çıkardı.

Proleterya temsilcileri olan zanaatkârları, işçileri ve köylüleri “Üçüncü Grup” adı altında toplayarak kışkırttı.

Monarşiyi devirebilmek için kendi meclislerini kurdular ve buna “Halk Meclisi” adını verdiler.

Kral Louis, 200 bin kişilik ordu hazırlayarak Halk Meclisi’ni bastı.

Aydınlanmacıları, Meclis’in önde gelen burjuvalarını şiddetli bir şekilde öldürüyordu fakat bu, olayların daha da artmasına neden olacaktı.

Proleterya birleşerek 14 Temmuz 1789’da Bastille Hapishanesini bastı.

Hapishanenin tüm taşlarını tek tek söktüler, Halk Meclisi başkanının elinde bulunan “üç renkli kokart” bugünkü Fransız bayrağını oluşturacaktı. (Mavi Özgürlük, Beyaz Eşitlik ve Kırmızı ise Kardeşliği sembolize etmektedir).

Kral, Bastille Hapishanesi Proleterya tarafından basılınca, askerlerini geri çekmek zorunda kaldı.

Bastille, patlayıcı bulunmadığından yok edilemedi fakat sonunda öyle bir haldeydi ki moloz yığını durumundadır, tuğlaları tek tek elle sökülmüştü.

Meclis yeniden açıldı ve “İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi”ni ilan etti.

Kral ve Kraliçe tüm haklarını kaybederek gözaltına alındı.

Kısa bir süre sonra Burjuva içinden bir grubun kurduğu siyasi ve ideolojik yapı olan “Jakobenler” iktidara geldi.

Maximilien Robespierre’nin önderliğinde gücü ele geçiren ve 420 bin üyesi olan Jakobenler, Fransa’daterör” dönemini başlattılar.

Proleteryayı ürküten Jakobenizm, muazzam kan akıtılıyor; 17 bin kişi devrime karşı çıktığı için idam ediliyordu.

Oysa Robespierre bunu, 1871 Paris Komünü’nden sonra gericiliğin akıttığı kana göre olukça mütevazı buluyordu; durmamasının nedenlerinden sayabiliriz.

Ölümden çok, korkusu yayılıyordu ki; devrim hakkında hemen hemen tek kelime eden herkesin önü kesilmek isteniyordu.

Maximilien Robespierre, ölüm ve şiddetin, ideolojiyi yerleştirmek için etkili bir araç olarak kullanmasını keşfetmiş, “Terör Saltanatı”nı kurmuştu.

Terörü meşru hale getirmeye çalışmakta ve buna kılıfı şöyle oluşturmaktadır;

“Eğer halk yönetiminin dayanağı barışta erdem ise devrim için de hem erdem hem terördür. Erdemin olmadığı yerde terör kıyıcıdır, terörün olmadığı yerde erdem güçsüzdür. Terör hızlı, katı ve bükülmez bir adaletten başka bir şey değildir; dolayısıyla, erdemden kaynaklanandır” derken terörü devrimin adaleti; adaleti de ilkel olanda aramaktadır, işte giyotin budur.

Kadın, çocuk, yaşlı demeden devrime karşı çıkan hemen herkesi öldürüp, devrimi birlikte yaptığı proleteryayı öldürerek, devleti, daha doğrusu egemenliğini ve hükümranlığını destekçilerinden koruduğunu söylüyordu.

Robespierre’in despot olduğuna hiç kuşku bulunmamaktadır.

Öldürülenlerin içinde yüzde 84’le oranı en yüksek olan kesim proleterya idi.

Soylu ve Rahiplerin saltanatına karşı bir devrim, daha çok soylu ve rahip olmayanları cezalandırıyordu.

Robespierre, idamı gayet normal görüyor, dehşete kapılan Proleterya gibi vahşet olarak görmüyor, kolay ve hızlı yapılabilmesi için Doktor Joseph Guillotin’den “Ölüm Makinesi” adını verdiği makineyi geliştirmesini istiyordu.

Terör Dönemi’nin simgesi olan bu silah, doktorun, gördüğü vahşet sonrası psikolojik olarak dehşete kapılmasına ve soyadını değiştirmesine sebep olacaktı.

Jakobenler dehşet saçıyorlardı…

Cumhuriyet karşıtı olduğundan şüphelendikleri hemen herkesi tutukluyorlar, düşman ceza hukuku kurallarını işleterek, yargılamanın sadece suçlama yapılarak kurulduğu mahkemelerle suçsuzları idam ediyorlardı.

Giyotin’e gidenler arasında birçok Kral, 15. Louis, Fransız Aydınlar vardı.

Terör döneminde kaos öyle bir boyuta ulaşmıştı ki Jakobenler kendi içlerinde bile anlaşmazlığa düşmüşlerdi.

İdamların fazla olduğunu, yanlış yolda olduklarını söyleyen hemen herkes Robespierre’in emriyle, jakoben acımasızlığıyla temizliyor, giyotine gönderiliyordu.

Cumhuriyet karşıtlığı şüphesi paranoyaya dönüşmüştü.

Fransız Proleteryası konuşmaya korkar hale gelmişti.

Toplumsal düzen, korku ve şiddetin dehşeti karşısında çökmüştü.

Robespierre’in gözünü hırs ve kan bürümesi, katliamların artık Jakobenleri, Proleteryanın gözünde tehdidin ana sebebi haline getirdi.

Proleterya, Jakobenlerin lideri Robespierre’idevrimin bir numaralı karşıtı” olarak görecekti.

Jakobenlerin önde gelenleri ve Robespierre tutuklandı.

İdamlarına karar verildi fakat Robespierre binlerce insanı öldürttüğü için ‘Giyotin’e gitmeye hiç niyeti yoktu.

Çenesine dayadığı silahıyla intihar etmek istedi fakat ıskaladı.

Çenesi parçalanmıştı, bezle sararak tutturmaya çalıştılar, giyotine götürülürken yüzü parçalanmış ve kanlar içerisindeydi, binlerce insanı gönderdiği giyotin artık, bu haliyle yaşamaktansa kendisi için tek kurtuluş yolu olmuştu.

Jakoben iktidarı, terör dönemi, aslında bir Proleterya hareketi değil maddi durumu güçlü hale gelen Burjuvazi isyanıydı demiştik; Proleterya İnkılapçılarını kullanmışlardı.

Bu İnkılapçıların ismi “Sans Culottes” yani “Külotsuzlar” idi, nedeni şudur, Fransız İhtilaline kadar soylular, diz üzerinde biten kısa pantolon yani ‘külot’ giyerlerdi, emekçi yoksullar, zanaatkârlar, küçük burjuvalar, soylulardan nefret ederler ve uzun pantolon giyerlerdi, külottan da bu nedenle nefret ederlerdi, işte “Sans Culottes” yani ilkel örgütçüler, Alt Sosyal Sınıf, Proleterya, daha çok sol eğilimli insanlardan oluşmaktaydı.

Entelektüel seviyesi yükselen Burjuvazinin, Monarşiyi, egemenliği, iktidarı ele geçirip ayrıcalıklı kendi oligarşik egemenliğini kurmasının piyonları, “Sans Culottes”, feda edilmek üzere organize edilmişti.

Külotsuzlar ise aristokratların ve din adamların imtiyazlarına sahip olmak istemişler ve desteklemişlerdi.

Ne acı; “Fedaileri Tinerciler bıçaklamış” ve devrimden en fazla zararı bunlar, “Sans Culottes” görmüştür.

Jakoben Diktatoryası, tarihte daha sonra Proleterya Diktatoryasına sebep olacak, devrimci sınıf, köylüler, işçiler ve alt tabaka ile sosyalizme doğru ilerlemek için Jakobenleri örnek ve rol model görecekti.

Küçük Burjuvaziye, Orta ve Büyük Burjuvaziye, Tekelizasyona hatta Kapitalist sistemdeki Tröstlere en fazla zararı Maximilien Robespierre ve Jakobenizm vermiştir; işçi ayaklanmalarının babasıdır.

Robespierre, Parlementer Sistemi kuran ve temsilde adaletsizliğin doğasında kast sisteminin, paranın olduğunu tecrübe etmiş, plazalarda önseçim yapılmadan seçilen Fransız Parlamentosunu, vekillerinin aslında demokratik olmadığını görebilmiş fakat henüz sorunun kaynağında demokrasinin “melekler rejimi” olduğunu fark edememiş olduğunu da söyleyebiliriz.

1794 yılında Giyotine götürüldüğünde 36 yaşındaydı; ne çok zengin ne de fakirdi, orta burjuvaziyi temsil ediyordu, taşralı ve yetimdi, iyi bir avukattı, asillere karşı ihtilalin önderliğini yaptı, külot ve uzun çorap giyer, astırdığı insanlar gibi giyimine dikkat ederdi, saçları bakımlıydı, Protestandı, Marangoz Duplay’ın evinde pansiyoner olarak yaşadı.

Bir jakoben olarak ‘sol’u temsil etti.

Kral’ın elinden özgürlüğü aldı Proleteryaya verdi, daha sonra onlara hayatı zindan etti.

Machiavelli’nin kodlarına aykırı siyaset güttü; “Halkın nefretini üzerine çekmemenin iktidarda kalmanın koşulu” olduğuna dair kuralını ihlal etti ve “Nefret kazanmadan korku salmayı ve halkı gerektiğinde aldatmayı bilmediği” için bu, sonu oldu.

Ve sonunda;

Cellat, kolunu kaldırdı ve Giyotini indirdi…

Saygılarımla.

.

Av. Mustafa Çelik, dikGAZETE.com

YAZARIN DİĞER YAZILARI