Yıl 2004, bir sınavdan çıktım; yanıma yaklaşan az gören bir birey; “Sen de mi az görüyorsun” dedi.
“Evet” cevabını verdim; biraz konuşup birbirimizi biraz daha tanıdıktan sonra bana; “Herhangi bir derneğe üyeliğin var mı” diye sordu.
“Yok!..” dedim.
“Hadi kalk gidelim…”
Çok bilinen bir görmeyenler derneğinin ismini söyleyerek; “Oraya gidelim sen de üye ol; ben üyeyim” dedi.
Benim de dernek, dernekler hakkında çok az bir bilgim vardı.
Bindik otobüse, bir saat sonra derneğe vardık; içeri girdiğimizde, domino oynayan görmeyenler ve bölük bölük guruplar halinde muhabbet eden görmeyen ve az görenler vardı.
İlk defa bu kadar görmeyeni bir arada görmüştüm!
Tabii itiraf etmem gerekirse, üzülmüştüm ama sorasında üzülmemin yersiz olduğunu anladım.
Görmeyenleri tanıdıkça, görmeyen toplumun, gören toplumdan daha farklı, kültürlerinin de çok farklı olduğunu anladım.
Dernekte, elimden gelen yardımı yapmaya başladım; aylar sonra baktım ki kendi işlerini gayet iyi yapabiliyorlar ama bir görenin yanında bunu asla göstermiyorlar.
Neden!..
Neden göstermiyorlar; çünkü orada gördüğüm kadarıyla bazıları hariç, fırsatını yakalayınca ekseriyetle bu dezavantajlı durumlarını istismar ediyorlar.
Tabii diğer dernekleri de az çok araştırdım bedensel engelli ve diğer dezavantajlı dernekleri gördüm ve anladığım kadarıyla hepsinde de durum aynı… Toplum geneline yayılmış olan istismar, “engelli” denilen kesimde de var ve bu engellenemiyor!
Haaa!.. Yok mudur istismar etmeyen!
Vardır tabii…
Genellemiyorum, aklını ve bedensel fonksiyonlarını kullanıp, çok güzel işler ortaya koyanlar var ama bunların içinde istismarı dibine kadar kullanalar da var.
Gelelim izlediğim örneklere; hem kendi yaşadıklarım hem de gördüklerimden bazıları şöyle…
Gördüklerime örnek; görmeyen bireyler!.. Metrobüs duraklarında üst geçitlerde mendil satan dezavantajlı vatandaşlar görmüşsünüzdür; bunların yüzde 10’u emekli, kalanı memur ve özel bir şirkette (kanun gereği, her şirketin büyüklüğü ve çalışan sayısına göre belli oranlarda engelli vatandaş istihdamı zorunluluğu vardır) çalışıyor görünen, ancak maaşını bankamatikten çekip, işe gitmeyenlerdir; hem memur hem çalışan, arta kalan zamanlarını da mendil satarak toplumun iyi niyetlerini istismar ederek geçirenler.
Tabii bir de devletin bir sürü imkanlarından yararlanıyorlar…
“Evde bakım” maaşlarını kılıfına uydurup alanlar mı dersiniz…
Evi olup da başkasının üstüne yapıp, avantajlı olarak “Sosyal Konut Projeleri”nden pay kapmak için bu tür çeşitli projelere başvuranlar mı dersiniz!
Biraz da siz düşünün!
Verilen, sunulan imkanları internetten araştırın!..
Gelelim sınav istismarlarına!..
Sınava giren dezavantajlı vatandaşlarımızın okullarda başarı düzeyi yüksektir; üniversite sınavlarında da başarı düzeyi yüksektir ama içinde en avantajlıları görmeyenlerdir!
Toplumumuzun, dezavantajlıları kafalarında koydukları yeri görmüşler ve bunu bazıları çok iyi istismar ediyor!
Sınava girdik; ben kendi yaşadığımı anlatıyorum; bir okuyan, bir işaretleyici var…
Bu hocaların biri, bana soruları okur; diğeri benim verdiğim şıkkı işaretler, ama sınavda soru sorulunca, benim cevabımı duyan hoca; “Emin misin! Acaba c şıkkı olamaz mı!..” diye yönlendirme de yapar ya da hiç beni muhattap almadan kendileri okur kendileri işaretler ve suya sabuna dokunmadan hayatı emeksiz bedava yaşama yolunu açarlar…
Hayatın her alanında bunu yaparlar…
Mesela; görmeyen bir bireyin, “evde bakım”a ihtiyacı yoktur!
Çünkü sıkıntı sadece gözdedir ama bizim devletimiz görme engelliyi de “Evde bakım”a muhtaç olarak kabul ediyor!
Neymiş; “Rapor oranı yüksek”miş!
“Evde bakım kimlere verilir” buraya yazayım.
Basit aslında; “Bedensel fonksiyonlarını kaybetmiş” yani felçli ve zihinsel dezavantajlı bireylere verilir ama devletimiz ve toplum, dezavantajlı vatandaşlara öyle bir noktadan bakıyor ki onları, kendilerinin doldurması gereken bidonlar olarak görüyor!
Halbuki, devletin ve yerel kurumların, eğitim ve spor alanlarında oluşturduğu faaliyet alanları var ve buralara başvuran dezavantajlı sayısı da çok az!
Neden!..
Çünkü onlara oturdukları yerden her türlü imkan sağlanmış!..
Şimdi, görmeyen memur vatandaşların bir çoğu üniversite mezunu, her biri ayrı ayrı bölümlerden mezun ama her birini bir telefonun başına oturtuyor bir bilgisayar veriyor, onlar da akşama kadar burada oyun oynayarak telefona bakıyorlar…
Aslında devlet, kendi eliyle bizleri engelliyor ve bu da bizim işimize geliyor!
Almanya gibi ülkelerdeki rehabilitasyonlarda, dezavantajlı vatandaşlar, yeteneklerine göre eğitilip, mesleki veya spor alanlarındaki gayret ve becerileri ile toplumdaki yerleri kendilerine kazandırılıyor ve kimseye bizdeki gibi “havadan maaş” bağlanmıyor. Engellilerin hakları var ama bu haklar onlara hakettikleri kadar kendi gayretleri sonucu kazandırılıyor.
Bizde ise sadece telefonun başına oturtup interneti de önüne verip “online” olarak internet üzerinden oyun oynatıyor!..
Devlet ve toplum böyle yaparak bu insanların bedenen, ruhen, aklen kör olmalarını sağlamıyor mu!
Şimdi soruyorum!
Suçlu kim!
Soruyorum:
İstismara yol açan kim!
Bu yazıyı okuyan hiç bir dezavantajlı, yukarıda yazdıklarımı kabul etmeyecek; çünkü istismar bazılarının içlerine işletilmiş!
Bana göre, buradaki suçlu, armudu pişirip dezavantajlı insanların ağzına düşüren sistem ve toplum tabii..
“Armut piş, ağzıma düş!..”
Oh ne ala memleket!..
Yetkililere sesleniyorum:
Lütfen bu sistemi değiştirin!
Bu bireyler için yazılımcı, elektronik evrak düzenleme, elektronik ve fiziki arşivleme ve düzenleme ve uluslararası sistemde uygulanan benzer bir çok iş var!.. Sayamayacağım işlerin bir çoğunda yetenek ve ilgi alanlarına göre değerlendirilebilir bu insanlar.
Bu konu ile ilgili filmleri de yapılmış olan iki kitap da örnek olabilir;
“Sol ayağım” ve "İçimdeki deniz”…
Üreten, birbirimize saygıyla bakan yarınlara…
.
İhsan Sever, dikGAZETE.com
Twitter'da bizi takip edin: @ihsansever , @dikgazete