İstanbul’da yaşayanlar olarak son üç yıldır ağzımızın tadı kaçmış bulunmaktadır.
Tadı kaçan sadece AK Parti'ye gönül verenler değil; 'değişim'den keramet bekleyip oy verenlerin de ağızlarının tadı kaçmış bulunuyor.
Nedenini uzun uzun anlatmaya gerek yok; 'değişim' diyen medyanın gazına gelip oy verenler, şimdi bin pişman. Pişman olmayan sadece CHP’nin kemik oyları kaldı.
Neyse.
Benim anlatmak istediğim mevzu başka.
İSTANBUL, GÜL GİBİ SOLUYOR!..
Başta
Cumhurbaşkanımızın büyük gayretleri…
Ve daha sonra
Rahmetli Kadir Topbaş başkanımızın çalışmalarıyla gerçekten gül gibi yaptıkları İstanbul... Şimdi CHP’nin elinde soluyor.
Bir zamanlar…
Akan trafiği…
Güller, laleler ve duvar peyzajları ile bezenmiş İstanbul... Şimdi yolda kalan otobüsleri, çalışmayan yürüyen merdivenleri, kuruyan ağaçları ve tıkanan trafiği ile sahipsiz yetim bir şehir hüviyetinde.
İSTİRHAMIM…
İstanbul’da…
İçimizi ısıtacak bu peyzajlar, çiçekler vs. kalktı. Eyvallah…
Demek ki, biz de müstahakmışız.
Ancak
Bunların kalkması yetmiyormuş gibi, bu sefer bunların yerine içimizi mezarlığa çevirecek etkinlik ve yardım(!) kampanyaları kondu.
NASIL?
Mesela Aksaray Meydanı...
Her gün...
Yüzbinlerce kişinin metrodan çıkıp geçmek zorunda olduğu bu meydan tam bir işgal altında.
Metrodan dışarıya adımınızı atar atmaz ciğerinizi söküp alacak kadar hüzünlü bir yardım çağrısıyla karşılaşıyorsunuz.
Ensar adlı hasta bir çocuk için yardım dilenen bir kadın. Annesi midir yakını mıdır bilmiyorum.
Zaten...
İnleyerek yardım talep eden ses o kadının değil.
Birisine ağıt şeklinde söyletilerek kaydedilmiş o ses, tekrar edip duruyor.
Tam oradan kurtuldum derken, meydanın öbür ucunda aynı ses ve aynı kisvede bir başka kadın o da aynı çocuk için yardım kutusunun başında bekliyor;
“Ensar her gün biraz daha eriyor!.. O sizin 1 liranıza bile muhtaç!.. Eğer ilacını almasak ölecek!.. Zaman daralıyor!..” bütün bu sözler, çok acı bir şekilde ve adeta inleyerek tekrar ediliyor.
Ve haliyle daha orada moraliniz sıfıra iniyor.
Şimdi bu moralle gel iş yap!..
Veya…
Eve dönüyorsanız sıfır moralle eve adımınızı atıyorsunuz.
Bazen…
“Biraz uzaktan geçeyim de bu sesi duymayayım” diyorum!..
Ama ne mümkün; “Ses yükseltici” var. Yolumu değiştirmek istedim o da mümkün değil ayrıca meydanın öbür ucunda aynı sesle inleyen biri daha olduğunu söylemiştim.
İstirhamım şu:
Burada yetkili kim bilmiyorum.
Büyük meydanlar İBB’nin olduğu için ondan başlayayım:
Ey Büyükşehir Belediyesi!
Bu çocukcağız, gerçekten bu şekilde hasta ise!..
Böyle 1 liralarla olacak iş değil bu.
Uzat elini, çocuğu hastaneye yatır, tedavisini yap. Bütçen bir devlet bütçesi kadar var. Reklam, tanıtım için 1 milyar liraya yakın pay ayırmışsın. Bu çocuğa yapacağın yardım ile istersen reklamını yap, kabulümdür
Ama…
Her gün işittiğimiz bu yalvarıcı ses, sinirlerimizi gerçekten tahrip ediyor ve eve bozuk moralle dönüyoruz.
3 ay oldu yeter artık!..
Benden önce de kim bilir kaç 3 ay orada aynı yalvaran ses meydanda yankılanıyor bilmiyorum.
Yazıktır!..
Günahtır!
İstanbullu seçmeninin moralini bu kadar bozmaya kimsenin hakkı yok.
Eğer;
Bu iş belediyenin değilse…
Sağlık bakanlığımız el atsın.
Biz ki dağ başına ambulans helikopter gönderen bir devletiz. Aksaray’daki bu çocuğun yakınlarının sesi size ulaşmadı mı?
Bakanlığın İstanbul’daki yetkilileri!
Lütfen harekete geçip, insanları bu hüzünlü yalvarmalardan kurtarın!
ŞÜPHE…
Bu arada kafama bir şey takılmıyor da değil hani.
Aşağı yukarı 3 aydır ben bu meydanı kullanıyorum…
Ve…
3 aydır sabah akşam aynı şeyleri duyuyorum. “Zaman daralıyor!”
Yani…
Hemen müdahale edilmese!..
Çocuk elden gidecek.
İyi ama 3 aydır yardım toplanıyor. Bundan önce de kaç ay aynı sesler meydanda yankılanıp yardım dilendi bilmiyorum.
Yani…
Şunu demek istiyorum:
Bu iş içinde bir iş olmasın!?
Diğer yandan;
“Valilik izniyle” deniyor.
Yardım için verilen valilik izni, süresiz mi?
Bu işler nasıl yürüyor bilmediğim için sadece soruyorum.
Benim derdim;
Ortada gerçekten bir hastalık varsa!..
Milletin moralini bu kadar bozmaya gerek kalmadan Devletimiz veya belediyemiz her kim ise müdahale edecekse etsin de Ümmeti Muhammedi bu eziyetten kurtarsın.
SOKAK ÇALGICILARI…
Meydanın başında yardım talep edenlerin işkenceli seslerinden kurtulduktan sonra!..
Bu sefer sokak sanatçıları(!) başlıyor.
Başka ülkelerde de böyle şeyler oluyor ama bizimkisi çok acayip.
Nasıl?
Şöyle ki;
Başka ülkelerde;
Birisi yardım toplamak için nazikçe ve insanları rahatsız etmeyecek bir şekilde enstrümanını çalar. Oradan geçip de dinlemek isteyenler, etrafında halka olur dinler.
Birkaç metre öteden geçseniz o sesi duyamazsınız bile.
Ama bizde!..
Maşallah öyle bir ses yükseltici koyuyorlar ki, sesin şiddeti 1500…
Söyledikleri şeyler Kürtçe ağıtlar.
Ben ki, Kürtçe türkü dinlemeyi seven biriyim ama böylesi değil.
Adam bir asılıyor!..
Sesi tüm meydanı kaplıyor. Bu arada belediye zabıtası, belediyenin bilmem ne hizmet birimi vs. si hepsi orada ama karışan eden yok.
BU EZİYETİ BAYBURTLU BİLE ÇEKMEDİ!..
Tek parti döneminde
CHP, Bayburt’a senfoni orkestrası gönderir.
Bayburt halkını aydınlatacaklarmış(!) Katılım da (dinlemek) mecburi…
Çıkışta;
Bayburtluya “nasıl buldun” diye sorarlar.
Adam;
“Bayburt Bayburt olalı böyle eziyet görmedi” der.
Ben de…
İstanbul’a geleli 45 yıl oldu ama 45 yıldır böyle eziyet görmedim.
CHP, millete eziyet etmek istiyorsa başka bir yol bulsun.
HDP’ye diyet ödeyecekse de başka bir kanal bulsun ödesin. Yeter artık!
Bu arada;
Söz! Biz de sesimizi çıkarmayacağız.
Ne yapalım
Bu eziyeti çekmektense sabrederiz: İnnallaha massabirin!
Seçimlere…
Şunun şurasında ne kaldı ki?
.
Emin Batur, dikGAZETE.com