İstihbarat Dünyasının “Hayalperestleri”
Zaman zaman yazdığım yazılarda özellikle “İstihbarat” konusu olan makalelerde, çok fazla teknik terime girmediğimi sizler de fark etmişsiniz. Çünkü buna gerek yoktur.
Bu konuda iddialı olmak, yarışmak hatta “Yahu buna böyle mi denir? Bunun adı ‘bu’dur” demek, bence komik hatta o konudaki bilgi yetersizliğine dayanan, amatörce bir çıkıştır.
İstihbarat dünyasında hiçbir terimin, kelimenin yüzde 100 ve eksiksiz bir tanımı yoktur.
Kaldı ki; “İstihbarat” kelimesinin bile herkesçe yüzlerce tanımı yapılır ve hiçbiri yanlış değildir. Bu konuda afaki açıklamalar yapıp, fikir beyan edenleri hiçbir zaman ciddiye almadım, komik ve eğlenceli de buldum. Sevdim onların cahilliğini.
Teknik terimlere girmememdeki en büyük etkenlerden biri ise; benim bu konuda vereceklerimi okuyacak, bu bilime ilgi duyanların bu konuda yeterli donanıma sahip olduklarını düşünmemdir.
Onların bilmediklerini yazmayı tercih ediyorum. Yani; “yaşanmışlıkları – tecrübeleri…” onların en iyi bildikleri konuları, onların dilleri ile yazıp, onların gözüne girmek ya da gözlerine sokmak için yazılarımı “bilimsel terminolojiye” boğmam da bana oldukça sahtekârca geliyor.
Ancak bu konuda akademik ya da uzmanlık seviyesinde bilgisi olmayanların anlayabilmesi, kavrayabilmesi benim için çok daha önemlidir. Ben bir tez yazmıyorum, bilimsel bir makale olması için çaba içinde değilim. Zerre de umurumda değildir yazımdaki tarifler de; “Ajan” demekle “Devşirme” demek arasındaki fark da.
Ama bu konuda bilgisi olmayan ve sadece başka birinden okuduğunu taklit eden sözüm ona “papağanların” en çok dikkat ettikleri konu budur. Çünkü “geçerli / kabul gördüğü / saydığı” bilim insanı “Ajan” ve “Devşirme” arasındaki farkı açıklamış ama kendince, naçizane olarak açıklamıştır ve işte bu papağan da onun basit ve üçüncü sınıf bir taklitçisidir. Çünkü “özgün” değildir, olamaz da hatta olması da imkânsızdır; çünkü bu konuda bilgisi yetersiz ve aslında çok da kötü bir yalancıdır.
Oysa işler öyle değildir.
İşler özellikle eğer alandaysanız asla öyle değildir. Öyle de yürümez.
Sizin karşınızdaki düşmana ne dediğinizin bir önemi yoktur. Düşmandır – tehdittir ve etkisiz hale getirilip, imha edilmelidir.
Hepsi budur.
Başka bir şeyle ilgilenmez, kaygılanmaz hatta kafaya takmazsınız.
Ona ister “Ajan” deyin, ister “Devşirme” isterse “unsur” hatta “Hello Kity” bile diyebilirsiniz anons geçerken telsizde.
Kimsenin de umurunda değildir ona nasıl hitap ettiğiniz. Ama ömürlerinde hiç alan görmemiş, bu stresle karşılaşmamış hatta sadece filmlerde – dizilerde görüp, onları gerçek kabul etmiş kişilerin, kalkıp sizin tecrübelerinizi acımasızca eleştirmesi tam bir aptallık buhranıdır.
Evet, “İstihbarat” bir bilimdir, bir disiplindir ve üzerinde de sıklıkla durulması gerekir. Ancak bu konu her “bilim”de olduğu gibi iki yönlü ilerler.
“Teori ve Pratik / deney” İlki; bu konu üzerinde ciddi “kafa” yoran uzmanların stratejik analiz ve teorileri, tez – hipotez ve antitezleri. Yani bu işin; “Teorisi.”
Bir diğer kol da bu bilim üzerinde “kafa”dan çok “kas gücü” yoran, tecrübeler elde etmiş, yaşanmışlıkların asla hiçbir kitapta yazamayacağı ve hiçbir insanın görmemesi gerekenleri görmüş, muhtelif tesadüfler sonucu elde edilmiş “pratik” bileşkeler.
İkisini birbirinden ayıramazsınız.
Bir de bu bilim üzerinde kafa yoran “hayalperestler” vardır.
Teori kısmını okur, çok da anlayamaz ama anladığını sanır, birkaç “pratik” örnekle sentezler ve kalkıp size ders vermeye çalışır.
Üstelik bu işe kendini o kadar kaptırmıştır ki bu bilimin, magazinsel yönü ile daha fazla ilgilenir.
Ancak bu konuda “Teorik” ya da “pratik” hiçbir uzman bu işin magazinsel yönüne bakmaz, gündeme getirmez hatta konuşmaz bile.
Bunu konuşmak bu konudaki “Hayalperest Uzmanlarımızın” işidir. Onların düş dünyalarında işler çok farklı, eğlenceli ve hep zirvede ilerler.
Acı yoktur, gözyaşı yoktur, emek yoktur, ter – gözyaşı ve kan yoktur.
Hep en iyi ve listenin başındaki insanlarla oturup kalkmışlardır, hep en iyi yerlerde yaşamışlardır hatta dünyanın her yerinde muhteşem anıları vardır.
Ama Kuzey Afrika sıcağında bir battaniyenin altında günlerce meyve suyu içip, kendi idrarı üzerinde hedefi beklememiştir. Ama sorarsanız üstüne bir de sizinle dalga geçer.
Haklıdır!..
Kendisi öyle bir yerlerde okumuş ve tekrar ediyordur. Ama onun savunduğu bu fikirlere sahip, bu tanımları yapan ilk ve gerçek kişi bile onun kadar iddialı değildir.
İstihbarat konusundaki bir akademisyen size bir operasyonun nasıl ortaya çıktığını, nasıl oluştuğunu, sebeplerini, o sebepleri nelerin tetiklediğini, tetikleyen unsurları, o unsurların motivasyon kaynaklarını, kullanılan istihbarat yöntemlerini, neden onların tercih edildiğini ve nasıl ortaya çıktığı konusunda sayfalarca yazabilir, saatlerce konuşabilir.
Tek kelime etmeden dinlersiniz. Çünkü kendisi bu konuda uzman bir “teorisyen”dir. Akla da mantığa da hatta zekâya da aykırı bir şey demez. Tutarlı – uyumlu ve bilimsel temellere dayanır iddiaları. Kaynakça bile sunabilir biraz üstelerseniz.
Aynı konudaki tecrübe sahibi bir uzman ise o operasyonun yürüyüş aşamalarını, operasyon sırasında karşılaşılacak zorlukları, personel seçimi / yeterliliğini, operasyonun yapılma zamanını – coğrafyayı – iklimi hatta yapılacak bölgenin sosyolojik yapısı ve bu yapının doğurma ihtimali olan sıkıntıları, ulaşımı, ilgili bölgenin popülasyonunu ve saat dilimlerini hatta yeme – içme alışkanlıklarını ve en sonunda da düşman unsurları hakkında en detaylı ve yaşanmış tecrübelerle birleştirerek size anlatır, yazar…
Sabırlıca dinlersiniz.
Gelgelim bizim pembe düşlere sahip “Hayalperestlerimiz” size bunların hiçbirini anlatmaz, anlatamaz çünkü bir bilgisi yoktur.
Teorik ya da pratik bir yaşanmışlığı yoktur.
Laf kalabalığı yaparak, konuyu taklit ettiği terminolojiye boğarak, kendisinin bu operasyon sırasında kimleri tanıdığını, kimlerle oturduğunu, kimlerin onu övdüğünü, kimlerin onun “muhteşem kahramanlıkları” karşısında çok sinirlendiğini hatta işvereninin onu yok saydığını ve bu yüzden çok acılar çektiğini, ailesinin bile ona sırt döndüğünü, aylarca tedavi gördüğünü hatta işleri daha da abartıp size kendi testis ameliyatı izini yaralanma izi olarak gösterir.
Gerekirse hüngür hüngür ağlar bile.
İşler çirkinleşirse kendi cahilliği sebebi ile o da çirkinleşir ve kelime dağarcığı da değişip, hakaretler devreye girer. Sizi hiçbir şey bilmemekle suçlayıp, tahtanın üstüne çıkar, orada tepinir, tüm taşları devirir hatta tahtanın üstünü pisler ve kanatlarını açıp, “Ben kazandım” diye böbürlenerek satranç tahtasının üstünde zafer turu atmaya başlar.
Siz ise sadece izlersiniz.
İstihbarat Bilimine emek vermiş Bilim İnsanlarının ya da bunu meslek olarak yapmış memurların hiçbirinde bu reaksiyonu göremezsiniz.
Hemen birkaç adım geri çekilir ve eğlencenin tadını çıkartmaya başlar.
Kendi bildikleri ve gördükleri ile ona söylenenleri değerlendirir. Hatta başlarda ona anlatılanları da ciddiye alır ama sonra biraz daha detayları görünce bunun “eğlenceli bir sirk” olduğunu fark eder.
Ve bir tane daha patlamış mısır sipariş eder.
Ve o noktadan sonra dalga geçmeye, alaya almaya başlar. Çünkü gerçekler asla öyle değildir.
Teoride de pratikte de bu bir TV şovu değildir. Ancak ona anlatılanlar bilmem kaç bölüm çevrilmiş ve yayınlanmış TV dizisidir. Ve kaynak olarak da bu yapım verilir.
Kahkaha atmamak için kendinizi zor tutarsınız.
Fantastik bir serüvenin içinde bulursunuz kendinizi. Ve buna kahkaha atınca sizi hiçbir şey bilmemekle suçlayıp; “Kardeşim! Bu konu Kurt(çuk)lar Vadisi bilmem kaçıncı bölümde işlendi” der.
“Tabii ki” der ve konunun hemen kapanmaması için dua edersiniz.
Yani “İstihbarat Dünyamızın Hayalperestleri” konusu da ciddi bir konudur.
Gözden kaçırmışım, beni mazur görün.
Bunu da yazdığım son birkaç yazıda aldığım yorumlar, yazılan mesajlar, bana özelden ulaşan insanların fikirlerinde gördüm. Önemli bir konu bu. Çünkü özellikle sosyal medyada çok fazla var bu tip insanlardan.
Öyle iddialar, öyle açıklamalar, “tweetler” hatta “paylaşımlar” gördüm ki; “Daha komik ne görebilirim acaba?” dedikçe hep daha fazlasını görmeye başladım.
Onlara lütfen iyi davranalım, “idare edelim” lütfen korkutup, ürkütmeyelim.
Dezenformasyon bile sayılmaz verdikleri bilgiler.
Onlarla muhatap olurken eğlenceli bir briç partisine katılmış gibi hissediyorum. Karşınızdaki kişinin; “Briç” hakkında hiçbir bilgisi yok ama en iyi bilenin kendisi olduğunu iddia ediyor. Hatta öyle briç şampiyonlarını tanıyor ki, onu gören şampiyonlar ayağa kalkıp, ceket ilikliyorlar. Ve oynamak yerine devamlı konuşuyor karşınızda.
Bundan daha eğlenceli ne olabilir ki? “Hiçbir şey bilmeyen ama en çok kendisinin bildiğini sanan bir insanın şovu…”
.
Serkan Yıldız, dikGAZETE.com