Sinyal Vericiler!..
“Sinyal Verici” terimini duyduğunuzda bunun sadece cep telefonunuzdan giden sinyaller olduğunu anlıyorsanız lütfen yazımın bundan sonraki kısımlarını dikkatle okuyunuz.
“Sinyal verici” sadece teknolojinin dirhem dirhem tüm hücrelerimize girmesiyle ortaya çıkmış bir terim değildir.
Evrim Bilimciler, bunu yüzyıllardır kullanmaktadırlar. İnsan evriminin, hayvan evriminin (Ki insan da bunun içine girer ama tartışmaya fırsat vermeyeyim) hatta bitki ve yeryüzündeki her canlı evriminin içinde bulunur “Sinyal Vermek”. Tek hücreli amiplerde hatta bira mayasında bile…
Nasıl ki? Bir tavus kuşu çok güzel ve eşsiz kuyruğu ile çevresine “sinyal verir” ve onunla üreyip, çoğalmak isteyen diğer karşı cins tavus kuşlarına göre kendi hemcinsine karşı bir avantaj elde eder.
Bir Homospiens (İnsan) bilmem kaç bin dolarlık Hammer H1 arabasıyla caddede gezerken kendi çevresine “Ben ekonomik olarak güçlüyüm” sinyali verir.
Bir eşek arısı, kafasındaki siyah benek sayısı ile çevresine “Ben iyi bir soydan geliyorum” sinyali verir. Ve cinsel olarak avantaj elde etmeye çalışır. Cinsellik dediğimiz olay, tabunuz biliyorum ama yaşamın da temelidir. Yaşam, üremek ve çoğalmak üzerine kurulup, bildiklerimizi bir sonraki jenerasyona aktarmak için vardır. Hayat, budur…
Sinyal verirsiniz, iyi bir üniversite, kariyerli bir iş, saygın bir gardırop ve iddialı-havalı bir yaşam tarzıyla. Böylelikle size gelecek talipler içinde üremek için, çoğalmak için en doğrusunu seçmek istersiniz. İşte bu “Sinyal Vermek”tir.
Aynı şey birçok canlı türünde görülür.
En gür yelesi olan Aslan, en güzel öten Papua Yeni Gine Kuşu, Kuyruğu en dik karınca hatta en koyu renkli bukalemun…
Hayatın temeli aslında “Sinyal Vermek”tir.
Ve tabii bir de bu “Sinyal”in karşı tarafı, sinyali alan, değerlendiren ve bir sonuç çıkartan “muhatabı” vardır.
Ne yazık ki her iki taraf için de bu kontrolsüz, alt benlikle hatta genlerle ilerleyen bir süreçtir.
Kontrol edemez, önüne geçemez ve karşı koyamazsınız. Sinyali veren için de alan için de durum böyledir.
Bu sosyal ve beşeri hayatımızda çok fazla etkindir. Hatta ilk maddedir.
Boğaziçi Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler’de Doktora yapan bir öğretim görevlisi olduğunuzu düşünün, Balıkesir, Sındırgı’daki bir inek çobanının sinyali sizin dikkatinizi çeker mi?
Ya da bir üzüm işçisi olduğunuzu düşünün Manisa, Turgutlu’da, Oxford Üniversitesi’ndeki bir doktora öğrencisinin sinyaline kapılır mısınız?
Elbette ki hayır.
Tüketim ve Kapitalist toplumun sınıflara ayırdığı bu kalabalıkta elbette ki verdiğiniz ve aldığınız sinyal de kendi içinde ayrışacaktır.
Bir Çin lokantasında, Suşi yerken, kıyafetiniz, masada bulunan eşyalarınız, ‘Suşi’yi yeme şekliniz ve hatta “stick”leri kullanma şeklinize göre bir sinyal vermeye başlarsınız.
Ve dersiniz ki; “Bunu alan, anlayan, kavrayan kim varsa beklerim…”
Orada hayatında hiç Suşi yememiş ve metrobüsle evine gitmek için saatleri takip eden garsonun dikkatini çekmezsiniz ama yan masanızdaki psikolog için göze iyi gelebilirsiniz.
Ve bir şekilde “algıda seçicilik” oluşturup, dikkat çekersiniz. Zaten amacınız da o değil midir?
Temel olarak; “Cinsel birliktelik” tek gecelik, uzun süren bir ilişki… Bunun bir önemi yoktur; ancak dikkat etmeniz gereken nokta o “Psikolog”un ne kadar “Psikolog” olduğudur.
Sizi tamamen ezberlemiş, okumuş, bitirmiş ve sonra sizi özet çıkaran bir istihbarat uzmanı olduğunu bilemezsiniz.
Bu zaten onun işi.
Geldiğiniz yerler, yediğiniz yemekler, geldiğiniz yerlerde genellikle sevdiğiniz ve tercih ettiğiniz yemekler…
Kıyafetleriniz…
Masaya bıraktığınız eşyalarınız, ceketinizi garsona verme şekliniz… Garsonlara hitap şekliniz ve garsonlarla samimiyetiniz…
Masanıza ilk koyulan servis… Hatta ilk hangisinden başlayacağınız…
Bunlar zaten bilinen gerçekler…
Ve karşı masanızda tüm geçmişinizin taranarak, oraya oturtulmuş ve sizin haberiniz bile olmayan “kişisel zevkinize göre” dizayn edilmiş bir karşı cins…
Bilgisayarla çizseniz ondan daha iyisini çizemezsiniz… Çünkü sizi çok iyi tanıyan bir ekip tarafından oraya oturtulmuş…
“Verdiğiniz Sinyal” ve “Almak istediğiniz Sinyal.”
İşte bu iş bu kadar basit…
Ve bunu herkes biliyor; özellikle bu konuda uzman olanlar…
Karşılıklı jestler, mimikler, flörtler ve o insan, karşı koltuğunuzda…
Siz hala tabii ki; “verdiğiniz sinyal” yüzünden orada olduğunu sanıyorsunuz ya da sizden çok hoşlandığını düşünüyorsunuz ama durum bambaşka…
Ki bunun siz bile farkında değilsiniz ama durum ne yazık ki tam olarak öyle.
Siz “öyle bir karşı cins istediğinizden ve tam da onun o akşam o Suşi restoranında olmasını” tesadüfe bağlıyorsunuz ama durum yine bambaşka…
Tavuk dönerci, Pizzacı hatta Tantunici de olabilir burası, Suşi’ye bağlanmayın lütfen…
Hatta o kadar işler yolunda gidiyor ki; bir banka sırasında, gişe görevlisine dediğiniz; “Ojeleriniz ne güzel” diye küçük bir flörtöz tavır bile o gün tam karşınızda o gişe görevlisinden daha güzel ve daha can alıcı renklerle ojelenmiş tırnaklara sahip kadının tam karşınızda?
“Tesadüfün böylesi” değil mi?
Tabii ki alt benliğiniz bunların hepsinin kurgu olduğunu kabul etmeyecek hatta siz söyleseniz bile karşı iddialar oluşturacak. Çünkü, temel olarak dürtülerinizin kurbanı durumundasınız.
En çok istediğiniz ve beklediğiniz insanı düşünün ve şu an onun tam karşınızda oturduğunu…
Yavaş yavaş kafese doğru ilerliyorsunuz ve bunun kimse farkında değil; masada özellikle.
Sizin dışınızda bir kişi biliyor bunu…
O da bu işten para kazanıyor zaten. İnternet geçmişiniz, telefondan bağlandığınız yerler, takip ettiğiniz **** siteler, takip ettiğiniz İnstagram fenomenleri vs. derken evin kapısını açıp, diğer insanı içeri davet ettiğinizde, “bir cennet kapısından girdiğinizi” düşünmeye başlarsınız.
Karşılıklı içilen kadehler, kahkahalar, eğlenceli sohbet derken birden güneş ışığını yüzünüzden hissedersiniz.
Ve yalnızsınızdır. Yapa yalnız…
Yanınızda kimse yoktur. Dün gece neler olduğuyla ilgili en ufak bir fikriniz yoktur. Hatırlayamaz ve bilemezsiniz. Oysa kaybettikleriniz…
Kişisel bilgisayarınızdaki tüm veriler, tüm çalışmalar, diplomatik ve bürokratik olarak gizlilik derecesi en yüksek ilan edilmiş belgeler… Hepsi gitmiş… Ve siz hala farkında değilsiniz…
Sabahında güzel bir gece geçirmişliğin özgüveni ile duşa girersiniz… Ta ki telefonunuz, ambulans sireni gibi çalana kadar…
İşte “İstihbarat Dünyası”ndaki “Bal Tuzağı”na şahitlik ettiniz… Sinyal verdiniz, sinyali birileri aldı. Alan kişi, gerçek bir “Psikolog” değildi. Sizin istediğiniz gibi bir karşı cins değildi…
Tesadüf değildi; ama siz öyle düşündünüz. Çünkü, kaybetmiş bir insansınız. “Üremek” ve “çoğalmak” adına çoğu erkeğin / kadının düştüğü tuzağa düştünüz.
Hatalı değilsiniz. Olması gereken bu!
Homospiens türünün zaafı bu. Alan kişi tehlikeydi. Yemi yuttunuz. Yediniz. Çalıştınız, çabaladınız. Ve sonuç bu…
Suçlu yok, suçlu siz değilsiniz… Yanlış var…
Peki, söyleyin bana, “YANLIŞ” nerede?
.
Serkan Yıldız, dikGAZETE.com